Paradoksal Türkiye modernleşmesi

Ali Osman Sezer, Kemalist modernleşmenin parametrelerinden hareketle çıkmazlarını değerlendiriyor.

Ali Osman Sezer / Açık Görüş

Paradoksal Türkiye modernleşmesi

Modernleşme ve modernlik kavramı günümüzün en popüler kavramı olarak makbul olanı refere eden anlamda kullanılır. Ancak kavramın neye karşıt ve neyi öne çıkardığı hakkında net bir fikir oluştuğu söylenemez. Özellikle ülkemizde giyim kuşam ile öne çıkan yaşam tarzını ifade yerine kullanımı, kavramın içerdiği anlamda bir sapmaya yol açarak, akıl fikir ile izah edilemez boyutlara savrulmuş bulunuyor. Özellikle modernliğin kutsalın yerine aklın geçirilmesi ile gerçekleşen modu dikkate alındığında Türkiye modernliğini izah etmek hayli zorlaşıyor.

Karşıt anlamla kavramsallaşma

Türkiye modernleşmesinin öne çıkan göstergesi laikleşme kavramıdır. Laikliğin, devletin bir dini olamayacağı ve devletin vatandaşlarının inançları, düşünceleri üzerinden bir ayrımcılık yapamayacağı temel ilkesi göz ardı edilerek bu alanlara müdahil olması laiklik olarak ileri sürüldü. Bir kelimenin karşıt anlamı ile kavramsallaşması Türkiye modernleşme serüveninde sıkça rastlanan bir durum. Cumhuriyet derken kendi isteği dışında hiçbir şeyi kabul etmeyeceği, demokrasi derken de halkın seçimlerine ve seçtiğine adeta savaş açılabileceği ve laiklik derken de bir devlet dinine benzer yaklaşımlar bizdeki modernleşmenin en temel kavramlarının tedavülde uzun süre kalan içerikleri. Oysa bu algıda cumhuriyet kavramının bir tür monarşiyi veya oligarşiyi, demokrasi kavramının totaliterizmi maskelemek ve laiklik kavramının da milletin asla kabul etmeyeceği, nasıl yaşanacağı, düşüneceğini ve iman edeceğini dayatan icad edilmiş bir dini tahkim etmek için yontulmuş devlet dini anlamında ifade edildiği çok açık. Tam da Ortaçağ'ın her şeye müdahil kilise devletinin yaşam tarzı, düşünce ve inanç dayatan uygulamasına karşıt ortaya çıkan bu kavramların, millet iradesini yok sayarak her şeyin merkezine oturan din devleti benzeri uygulamalarının modernlik olarak savunulması her şeyi alt üst eden bir algı ve anlam bozukluğuna yol açtı.

Herkesin inanç ve düşüncelerine cebir yoluyla etki eden totaliterliğe çözüm yolu olarak Avrupa'da kavramsallaşan laik anlayışın Türkiye modernleşmesinin merkezine alınarak bir yaşam tarzı dayatan yapısı, ele alınan bu kavramların içeriği ile paradoks oluşturuyor.

Türkiye modernleşmesi hakkında yazılmış hemen tüm çalışmalar ele alındığında merkezinde laikleşme ile ifade edilecek uygulamaların yer aldığı görülür. Bu bağlamda SSCB'nin merkezine Marksizmi koyduğu ve Marksist olmayana yaşam hakkı tanımadığı uygulamalar ile laikliğe ideolojik bir anlam yükleyerek bu ideolojik görünümleri taşımayana var olma hakkı tanımayan uygulamalar büyük benzerlikle uygulandı.

Modernliğin Avrupa din devletine bir tepki olarak hayatı sekülerize etmesi Rönasans'tan itibaren akıl ile tamamen çelişen ve aklı yaşamın dışına atan dini içeriklerin açığa çıkması sonucunda gerçekleşti. Böylece din, akıl dışı bir aşkınlık olarak ifade bulurken dünya işleri tamamen akıl kontrolünde ele alınmaya başlandı. Bu bağlamda akıl dışı Hristiyan kutsalının yerine, aklın konulması olarak ortaya çıkan modernlik Avrupa'da nispeten işe yarasa da bunu taklit etmekle amaca ulaşacağını zanneden farklı coğrafyalarda büyük sorunlara yol açmıştır. Çünkü bunlardan bazıları için akıl zaten korunması gereken bir kutsaldı ve bu ortamda kutsalı atıp aklı yerine koyma iddiası akıldan mahrumiyetle sonuçlandı. İlk emri oku olan ve adeta okumayan ile bir alaka kurmayacağını ifade eden ve hemen her yerinde akletmeyi emreden bir kutsalı yerinden edip onun yerine aklı koyacağını ileri sürmek, aklı ortadan kaldırmak ve buna ilişkin tüm kavramların içeriğini boşaltıp değiştirmeye evrildi. Böyle bir ortamda Batı modernliğini taklit motivasyonu ile kutsalı yerinden etmeye kalkışmak aklı atmaktan farksızdır ve bu yüzden Türkiye gibi coğrafyalarda modernlik hareketleri akılla izah edilemeyecek bir hal arz eder. Hristiyan Batı'nın asla akletmeyi hoş görmeyen kutsalı ile olan ilişkisinde anlaşılabilir olan gelişmelerin bu anlayışla bambaşka içeriklere sahip toplumlarda hiçbir akli bağlamlar kurmadan uygulanması buralarda Ortaçağ din devleti uygulamalarına dönüşmüştür.

Herkes için tek reçete yok

Dünyanın hiçbir yerinde herkese şamil bir reçete yoktur. Birine iyi gelen bir reçete başka birini hasta edebilir. Hele içeriği bambaşka olan bir ilacı aynı ad altında pazarlamak ise tam bir trajedi olur. Bu tip bir reçete metaforu Türkiye modernleşmesinin karakterini anlamayı mümkün kılabilir. Neredeyse topyekün Batılılaşmayı modernleşme, onu da laikleşme başlığı altında toplayan bir algıyla gerçekleşen modernleşme süreçleri Türkiye'nin en çalkantılı hatta hala atlatamadığımız sendromlarla gerçekleşti. Üstelik laiklik kavramının içeriğinin tamamen boşaltılarak bambaşka içeriklerle doldurulması, aynı ilacı başkasının kullanması değil, aynı ilaç adı altında başka bir hapın yutulması sonuçlarını doğurdu.

Modernleşmenin aklı merkeze alan karakteri göz önüne alındığında paradoksal bir görüntü veren Türkiye modernleşmesini okuyacak araçların Şerif Mardin gibi düşünürlerce ele alınarak kavramsallaşmaya başlanması, şahsına münhasır bu tarz-ı modernliğin önemli tepkisiyle karşılaştı. Çünkü aklı önceleyen modernliğin akıl üzerinden kritize edilmesiyle ortaya çıkan Türkiye modernleşmesi kavramının modernlikle uzaktan yakından bir alakası olmadığı resminin belirmeye başlaması ciddi tepkilerle karşılaşarak tedavülden uzaklaştırılmaya çalışıldı. Bu açıdan bu çalışmalarla başlanan resmin tamamlandığı henüz söylenemez.

Türkiye modernleşmesinin parolası diyebileceğimiz laiklik ve bunun da özellikle kadının yaşam tarzı üzerinden somutlaşan uygulamaları özellikle başörtüsüne odaklanan kategoriler ile vatandaşlık kavramında adeta sınıfsal bir sapmaya yol açtı. Modern Türk kadını ifadesi ile resmedilen, başörtüsünün en önemli farik olduğu resim Türkiye modernleşmesinin aydınlanma idealinin göstergesi oldu.

Etkileşim kaçınılmaz ama...

Türkiye modernleşmesinin çarpıtılmış laiklik mottosu ile İslamofobik içeriğe dönüştürülmesi büyük bir bağnazlığa yol açmıştır. Akıldan vareste içeriğe dönüştürülen bu kavramın içeriğine ilişkin bu topraklarda bir sorun yaşanmamış, hiç kimse inancından dolayı aşağılanmamıştır. Özellikle bir toplumun kendisi hakkında düşünme süreçlerinin göstergesi olan hukuk ve kültür oluşturma eyleminin, Tanzimat süreciyle kesintiye uğrayan taklitçi yapısının anlaşılıp, kendimiz hakkında düşünmeyle gerçekleşecek akletme ortamı Türkiye modernleşmesini başlatabilirdi. Elbette toplumlar kültürel olarak etkileşim içindedir ve bundan kaçınılamaz. Kaçınılması gereken aklı bir tarafa bırakıp, kuru bir taklide takılıp kalmaktır. Kültürel etkileşim bir toplumun başka bir toplumun deneyimlerini analiz ederek kendisine adapte etmesi ile gerçekleşir. Aksi takdirde söz konusu olan kültürel etkileşim değil, başkalaşımdır. Akletme kriterleri olarak kendisi olma ve kendini bilme yeteneğini terk ederek bir etkileşim ve gelişmeden söz edilemez. Türkiye modernleşmesinin en büyük kırılma noktası burada yaşandı. Batı'nın Hristiyanlıkla olan tecrübesi ve dönüşüm süreçlerini görmezden gelerek, kendi dini hakkında hemen hiçbir şey bilmeden din dindir anlayışı ile Hristiyanlığın analiz sonuçlarını kendi dinine uygulamaya kalkışan, kuru şekilciliğe takılarak modern olmayı uman uygulamalar Türkiye'nin en büyük problemleri haline dönüştü. Yapılan en büyük hata dinin kavramsallaştırılamamış olması ile din dindir çıkarımında oldu. Hiçbir din diğer din ile aynı içerik ve biçimleri taşımaz. Hele yüzyıllarca mücadele içinde olan Hristiyanlık ve İslam'ı din dindir anlayışı ile Hristiyanlıktan uzaklaşma ile elde edilen sonuçlara bağlamak büyük bir sapmaya yol açtı. Batının Hristiyanlıktan uzaklaşıp akıl ile ulaştığı aşamaların bir çoğunun İslam ile uyumlu olması karşısında İslam'dan uzaklaşmanın akıldan uzaklaşmak gibi sonuçlara evrileceği kaçınılmazdı. Modernliğin akıl merkezli yapısı uzun yıllar Türkiye'de bilim söylemi dışında bilime dair bir gösterge ortaya koyamadı. Çünkü bu söylemde bilim kavramı da laiklik kavramının başına gelenden moda göstergelerinden kurtulamadı. Yani kılık kıyafet ve yaşam biçimi üzerinden makbul kabul edilen kisveler taşımak zaten aydın ve bilim sever olmanın göstergesi olarak yeterli görüldü.

Uzun yıllar Türkiye'nin bocaladığı bu meselenin çözüm süreçlerine girmesi ile birlikte bilimsel alandaki gelişmeler de elbette düşüncenin serbestliği ve ifadenin özgürlüğü önündeki engellerin aşılmasında olumlu sonuçlar görülmeye başlandı. Ancak hala laiklik başta olmak üzere temel kavramların çarpıtılması ile yaşanan kavram kargaşasının önüne nasıl geçileceğine ilişkin problemlerin aşıldığı, diğer bir deyişle bu kavramların temizlenip gerçek anlamlarına kavuşabildiği söylenemez. Son günlerde bu kavramın suistimal edilerek tekrar bağnaz bir ortama dönülmesinin önlemleri üzerinde kafa yoruluyor. Özellikle kurtuluş savaşını başlatan simge olayların başörtüsüne el uzatan işgal kuvvetlerine atılan kurşunla başladığı düşünüldüğünde, bizi biz yapan değerlerin göstergelerinin problem olarak algılanması hayli düşündürücüdür. Bu uygulamalara destek verenlerin aynı hataları desteklemeyeceklerine dair açıklamaları olumlu görünse de bunun, maalesef reel siyasetin en büyük hastalığı demogoji amaçlı olup olmadığına dair şüpheleri gidermek kolay olmayacak. Bu açıdan anayasal bir içerikle böyle bir iradenin dizginlenmesi yolunda neyin ne olduğunun izah edilerek kavram kargaşasının önüne geçilmesi Türkiye Modernleşmesini, aklı merkeze alan gerçek rotasına sokabilir. Yoksa akla ve akletmeye savaş açıp bilim diyerek demogoji yapmayı tekrarlamak, maalesef çözüm değil ancak akıl ve bilim ile dalga geçerek, Yunus'un dediği gibi "ilim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır." ifadesinden öteye geçemez.

Kültür Sanat Haberleri

Bilgi, inanç ve eyleme yönelik bir ömür çaba: Sezai Karakoç
Genç Birikim dergisinin Kasım 2024 sayısı çıktı
Umran dergisinin 363. sayısı çıktı!
Dava ahlakına sahip bir Müslüman: Sezai Karakoç
Genç Birikim dergisinin Ekim 2024 (268'inci) sayısı çıktı