“Oy pusulası ya da kurşun…”
Amerika modern dünyanın sebep olduğu bütün çirkinliklerin sergi alanıdır. Modernleşmenin oluşturduğu ‘yenidünya’ tasavvuru Amerika ile vücut bulur. Tabiri caizse orası modernleşmenin laboratuvarıdır.
Amerika’nın ABD olma süreci de oldukça sancılı. Kuzey ile Güney’in savaşı dünya tarihindeki en kanlı iç savaşlardandır. Ekonomi ve buna bağlı ırk üstünlüğü düşüncesinin yarattığı kırılma, Amerikan toplumunun bir daha hiç birleşmeyecek şekilde ikiye böldü. Kuzey’in liberal devlet adamları Avrupa ile bütünleşmenin ekonomik olarak getireceği artı değerleri görmüş ve bu bağlamda köleliğin sürdürülmesi mümkün olmayan bir durum olduğunu düşünmüştür. Güney ise Amerika’yı kuran felsefenin bir gereği olarak beyaz olanın tartışmasız üstünlüğü savunmuştur. Bu yönüyle onlar da köleliğin getirdiği ekonomik doygunluktan vazgeçmek istemediler. Netice olarak ise iki taraf dört sene süren savaşta ağır kayıplar verdiler ancak Kuzey, Abraham Lincoln öncülüğünde kazanan taraf oldu.
Köleliğin ABD’deki bu kısa tarihi işin özünde kimsenin siyahilerin yaşadıkları insanlık dışı muamelelere son vermek taraftarı olmadığını gösterir. İşin ucunda çıkarlar vardır. Bir taraf çıkarları için köleliğin sonlandırılmasını savunurken bir taraf ise kendi çıkarlarını korumak için köleliği savunmaktadır. Belki Thomas Jefferson gibi isimlerin farklı bir yerde durduğu söylenebilir. Yıllarca gizli bir şekilde siyah bir kadınla evli olan Jefferson’ın tipik Amerikan biyografilerinde farklı bir hikâyesi olabilir. Çok fazla anlam yüklemeyi doğru bulmasak da Jefferson’ın Kur’an’ın İngilizce mealine sahip olduğu ve bir hukuk metni olarak Kur’an ile ilgilendiği bilinmektedir. Bu durumda dünyaya daha geniş çerçeveden bakan bir siyasetçi ile karşı karşıya olduğumuzu söylemek mümkün.
Oy pusulası ve politik bilinç
Malcolm X’in içine doğduğu toplum böyle bir vasata sahipti. ABD’de kölelik karşıtı siyasi kampta yer alan kurucu babalar dahi gerçek anlamda siyahilerin sorunlarına çare aramıyorlardı. Siyah derililerin insan olup olmadığı bile kölelik kaldırıldıktan uzun bir süre ABD’de tartışılmaya devam edildi.
Durum böyle olunca siyahların elinde üç seçenek vardı: Kölelik, eşit vatandaşlık, özgürlük! Siyahilerin yaşadıkları onca sıkıntıya rağmen köleliğin devamını isteyen siyahların varlığı unutulmamalıdır. Malcolm X’in ‘ev zencisi’ tabiri buradan kaynaklanmaktadır. Kölelikten başka bir yaşama şekli bilmeyen milyonlarca siyahi hayatı bundan ibaret sanıyorlardı. Bu sebeple ABD’de köleliğin kaldırılmasına mesafeli duran hatta beyaz üstünlükçülerin de desteğiyle kölelik yanlısı yürüyüş düzenleyen siyahiler vardı. Yıllarca insanlık dışı muameleye maruz kalan siyahlardan bir kısmı netice olarak insanlığını da kaybetmişti. ABD zulmünün mahiyetini anlamak açısından ibretlik bir hadise!
Bir de ABD’de siyah karşıtlığını salt hukuk mücadelesi olarak gören ve kendisini ABD sistemi içinde ‘anlamlandıran’ siyah aktivistlerden bahsetmek gerekir. Martin Luther King bunların en bilinenleridir. Bizdeki tartışmalara benzer şekilde sistem içi araçlarla ‘uyumlu’ politik duruşuyla Martin Luther King kendisini sistemin dışında görmemektedir. Pekâlâ, Batı düşünce geleneği içinde kendisini anlamlandıran Luther King’in, insani olarak gösterdiği meşru tepkiselliği dışında aslında ABD’nin temsil ettiği siyasal veya düşünsel sistem ile doğrudan bir sorunu yoktur. Bu sebeple Luther King’in yaklaşımında Anayasa vurgusu ve eşit vatandaşlık isteği temel kalkış noktasını oluşturuyor. Şiddet karşıtlığı ile bilinen Luther’in politik tavrı sistemin paydaşı olan siyahilerin sistemin getirisi olan kazanımlardan eşit olarak faydalanmasıdır. Martin Luther King’in verdiği mücadeleyi tahfif ettiğimiz düşünülmesin. Kendi içinde bu tavır da anlamlı olabilir ancak bu yaklaşımın var olan sorunlara ne kadar çare olduğu şüphelidir. Bugün gelinen noktada siyahiler eşit vatandaşlık hakkına sahipler. Hatta bazı hususlarda pozitif ayrımcılığa dahi tabi tutuluyorlar. Peki, sorunları ortadan kalktı mı? Bu bağlamda Martin Luther King’in uyumlu yaklaşımının dahi sonunun katliamla bittiği ve kimlerin ona ‘Nobel Barış Ödülü’ verdiği de unutulmamalıdır…
Martin Luther King ile Malcolm'ın yaptıkları kısa süreli bir görüşmeden...
Geriye ise özgürlükçü yaklaşım kalıyor… Malcolm X’in tahsil görmemiş bir insan olduğu herkesin malumudur. Hatta onun üniversite olarak hapishanede geçen yıllarından bahsettiği bilinir. ABD’de yoksulluk içinde büyüyen her siyahi gibi Malcolm’ın da hayatı oldukça debdebeli geçer. Hıristiyan din adamı olan babası beyaz üstünlükçü Siyah Lejyon üyeleri tarafından Malcolm daha çocukken öldürülür.
Çocukluğundan itibaren maruz kaldığı ırkçı şiddetle mücadele etme tarzında tecrübeleri etkili olmuştur muhakkak. Malcolm X’in politik perspektifini diğerlerinden ayırt eden hususları incelemek için ‘Oy ya da Kurşun’ başlıklı konuşması önemli veriler sunuyor.
Irksal Eşitlik Kongresi tarafından 3 Nisan 1964 senesinde konuşma yapmak üzere Cleveland Methodist Kilisesi’ne davet edilen Malcolm X kongrenin temel iddialarının tam tersine bir konuşma gerçekleştiriyor. Kongre, isminden de anlaşılacağı üzere siyahiler içerisinde zikrettiğimiz üç yaklaşımdan ikincisiyle paralel görüşlere sahiptir. Malcolm basitçe zikretmek gerekirse eşitlikçi hülyalardan veya ortak Amerikan rüyasından falan bahsetmemekte Amerikan toplumunun şizofrenik, paranoyak haline dikkat çekerken ‘buz’ gibi gerçekleri haykırmaktadır. “Ben politikacı değilim, siyasal bilimler öğrencisi de değilim, herhangi bir başka şeyin öğrencisi olmadığım gibi. Demokratta değilim, Cumhuriyetçi olmadığım gibi. Amerikalı bile değilim. Eğer siz ve ben Amerikalı olsaydık, mesele kalmazdı. Macarlar gemiden indikleri andan beri Amerikalıdır. Polonyalılar, İtalyan göçmenler Amerikalıdır, onlar Avrupa’dan gelen her şey, bütün mavi gözlü şeyler Amerikalıdır. Siz ve ben burada ne kadar kalmış olursak olalım, henüz Amerikalı değiliz. “
Konuşmanın genel seyrinde Amerikan sisteminin kurucu ideolojisine ve beyaz üstünlükçülüğe karşı müdaheneci ve sinik tutumlar içine giren siyahiler eleştirilmektedir. “Kendini kandıran insanlardan değilimdir. Masanızda oturup siz bir şeyler yerken ben bakıyorsam bu ben de yemek yiyorum demek değildir. Tabağından bir şeyler yiyorsam ancak yemek yiyorsundur. Bunun gibi Amerika’da bulunmak da bizi Amerikalı yapmaz, burada doğmuş olmak da. Öyle olsaydı, neden Medeni hakları kazanmanız için kanunlar, Anayasa tashihi gereksindi? Bir Polonyalıyı Amerikalı yapmak için medeni haklar kanunu hazırlanmaz.”
Uzlaşmacı politik tavırları ‘anlamlı’ hale getirmeye çalışan her türlü adımı reddeden Malcolm, siyahilerin kendi öz bilinçlerinin farkına vararak mücadele örnekliği ortaya koymalarını vurgulamaktadır. Bir Müslüman olarak her türlü ırkçılığı lanetleyen Malcolm’ın bu noktaya gelme hikâyesi de herkesin malumudur. İlerleyen günlerde daha yakından incelemeye çalışacağımız bu konu onu hak ve özgürlük mücadelesinde çok önemli bir yere yerleştirmektedir. Türkiyeli Müslümanlar açısından da geçerli olan oldukça değerli tespitler yapan Malcolm ortaya koyduğu örneklik ile müstesna bir yer edindi. Başka bir yazıda devam etmeden önce ondan bir alıntıyla bitirelim:
“Hayır, ben Amerikalı değilim. Amerikanizmin kurbanı milyonlarca insandan biriyim. Burada bir Amerikalı olarak değil Amerika sisteminin kurbanı biri olarak sesleniyorum size. Ve Amerika’yı bir kurbanın gözüyle görüyorum. Her hangi bir Amerikan pembe düşü görmüyorum, bir karabasan benim gördüğüm!”
“By any means necessary!”
“Mekke’ye yaptığım hac ziyaretiyle bana bahşedilen manevi uyanışın bir sonucu olarak artık hiçbir ırkın sert ithamlarını kabul etmiyorum.”
Nisan 1964’te gerçekleştirdiği hac ziyaretinden sonra yaptığı bir konuşmasındaki bu cümle Malcolm’da yaşanan değişimin çok kısa bir özetidir.
Çocukluğundan itibaren sokak kültürü içinden gelen Malcolm X, Elijah Muhammed’in örgütüne dahil olduktan sonra da sokak kültürünü bir bakıma terk etmedi. Onun ‘jargona’ hakim olan üslubu ve kuvvetli muhakeme yeteneğini örgütün faydasına kullanan Elijah Muhammed bir şeyi hesaba katamamıştı.
Tüm bu yeteneklerinin yanında Malcolm aynı zamanda ‘ahlaki’ meziyetleri de olan bir insandı. Bu noktada bazı soruları sormaması düşünülemezdi. Örgütün lideri Elijah Muhammed’in gayrı meşru ilişkileri Malcolm tarafından sorgulandı. Bunun yanında bir başka esaslı konu daha vardı. Nation of İslam olarak kendini tanımlayan örgüt, siyahilerin hak mağduriyetleri konusunda doğrudan tavrını belli etmediği konular vardı. Bu durum Malcolm X’i çok rahatsız etti. Daha önceki yazımızda bahsettiğimiz üzere onun için kabulü mümkün olmayan şeylerin başında müdaheneci, karşıtına sığınan tutumlar geliyordu. Korkusuzca örgütün engellemelerine rağmen görüşlerini dile getirmeye devam etti. En sonunda konuşma yasağı aldı. O ise bu yasağı dinlemeyerek örgütten ayrılma yoluna gitti ve hac yolculuğuna böyle başladı.
Haccın Malcolm’ın hayatındaki etkisi itikadi, düşünsel büyük dönüşümler anlamına gelmektedir. Yaşanan bu değişim Malcolm’ın mücadele perspektifini ise değiştirmek bir yana daha da muhkemleştirmiştir. Tavizsiz yolunda yürüyen Malcolm nihayetinde ise şehadete ulaşmıştır.
Hac yolculuğu ve dönüşü sonrasında yaşanalar neticesinde, ‘Malcolm X’i Kim Öldürdü?’ belgeselinin yapımcısı Abdurrahman Muhammed’in de vurguladığı üzere o artık bir ‘dünya lideri’ haline gelmiştir. Küçük topluluklara sokak aralarındaki salonlarda konuşmalar yapıp onları kışkırtan bir vaiz olmanın ötesinde artık daha üst bir temsiliyeti vardı. Siyahi toplumunun uluslararası sözcüsü konumunda İslam coğrafyasında ve Afrika’da geziler düzenledi. Buraların hepsinde sanki resmi bir mevkiye sahipmiş gibi karşılandı. Ortaya koyduğu perspektifin bunda çok etkili olduğu tartışmasızdır.
Malcolm X, Kral Faysal ile birlikte...
Eklektik veya sığınmacı modelleri reddeden toplum içinde kendisini kabul ettirmek için dayatılan ‘beyaz’ maskeleri elinin tersiyle iten Malcolm gerçek anlamda paradigmayı hedef alarak hak mücadelesinin nasıl gerçekleştirilmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Bu husus atlanıp, Malcolm kendisinde aforizmalar devşirilen, tişörtleri fotoğrafı basılıp kitap ayracı olarak etrafı süsleyen bir ‘nesneye’ dönüştürüldüğü vakit temsil ettiği şeye de ihanet edilmiş demektir.
Malcolm’ın yaşadığı toplumda ‘beyaz’ tam anlamıyla vahşi sistemin ve hakim paradigmanın rengi konumundaydı. Beyaz olmak özenilecek, yaşam hedefi olarak gösterilen bir şeydi. Benzer bir durumun içinde yaşadığımız toplum içinde geçerli olduğu söylenemez mi? Belki adı ‘beyaz’ değildir ama hakim paradigmanın araçları eliyle bizlere sunulan kimlikler, dayatılan ideolojiler de özenti unsuru haline getirilerek gerçekte olmadığımız bir ‘şey’ gibi hareket etmemiz istenmektedir. Köleliğin zihinsel formda, Batı dışı toplumlarda var kılındığı herkesin malumu bir gerçek! Bu yönüyle Malcolm’ın kimlik ve adalet merkezli mücadelesi modernleşme karşısında tüm insanlığa örnek olacak cinstendir…
Malcolm hac dönüşü CBS kanalına verdiği röportajdan bir kesit. Malcolm'ın düşünme tarzını ve argüman üretme şeklini görmek açısından oldukça verimli bir içerik...
Onun düşünce pratiğini en iyi ifade eden söz belki “eldeki tüm imkânlar dâhilinde” şeklinde çevrilebilecek olan ‘by any means necessary’ sözüdür. Şartların gereklerini atlamayan ancak ilkelerinden de hiçbir koşulda vazgeçmeyen bir mücadele perspektifi ortaya koymak şüphesiz ki oldukça zor bir şeydir. Şehit edildiğinde polis kayıtlarına göre banka hesabında sadece 150 dolar bulunan Malcolm X’in hayatı bu zorlukların vücut bulmuş halidir. Sahtekar bir toplumda, onun ifadesiyle ‘önyargılarının zekasını körelttiği’ düşmanlarla mücadele etti. Ancak mücadelesinin yanında düşünme tarzı ile de bizlere örnek olabilecek bir hayat sürdü. Ömrü vefa etseydi İslami hareket perspektifine sahip ümmet şuuruyla mücadele yürüten Müslümanlar ile tanışıp birlikte çok daha kalıcı işler gerçekleştirebilirdi. Açıkçası yakın zamanlarda şehadete erişen Seyyid Kutub ile Malcolm X'in tarz olarak birbirlerine benzediklerine şüphe yoktur.
Onun nezdinde paradigma yok edilmeliydi. Bunun içinse önce mağdurların kendilerini değiştirmeleri gerekiyordu. Hatalı düşünme biçimlerinden, kompleksli yaklaşımlardan kurtulmaları lazımdı. Geçtiğimiz yazının merkezinde olan ‘oy pusulası ya da kurşun’ konuşmasından bir alıntıyla bitirelim. Rahmeten vasiaten…
Beyaz adamın aklını çelmeye çalışmayın, çelinmez. Amerika’nın ahlakını, vicdanını değiştirmeye de çalışmayın çünkü Amerika’nın vicdanı iflas etmiştir. Onlar ahlak nedir bilmez. Bir kötülüğü kötü olduğu için değil, yalnızca kendi varlığına bir tehdit yöneltilirse yok etmeye çalışırlar. Öyleyse beyaz adamı değil kendimizi değiştirelim. Onun hakkımızdaki kanaati değişmez, fakat birbirimizin kendi değerimiz hakkındaki kanaatini değiştirmek zorundayız. Birbirimizi yeni bir gözle görmeliyiz. Birbirimizi kardeş olarak görmeliyiz…