Manken Aysun Kayacı'nın "ben vergi veriyorum, dağdaki çobanla oyum bir olamaz" çıkışı sayesinde; 'oy eşitsizliği' fikrini gerekçelendiren nosyonlar arasına "para"nın da girmiş olduğunu öğrendik.
Kimilerinin ısrarla savunduğu "profesör"lerin oyunun daha değerli olması gerektiği tezi de yeterince irkiltici ve antipatikti ama; doğrusu bu koordinat vehametin daniska noktasıydı. Sonuçta, 'profesör' üstünlüğü söylemini kazıdığınızda, bilginin üstünlüğü gibi görece mazur görülme ihtimali bile doğurabilecek genelgeçer bir tez ve "Çağdaş Cumhuriyet değerlerinin aşınması" ya da "laikliğin elden gitmesi" gibi endişelerin 'anlaşılabilirliği'ni gösteren işaretler çıkarabilirdiniz.
Elbette, faşizme değen noktada bütün mazeretlerin zail olacağı bilinciniz ve "Bir mühendis ya da matematikçinin oyu neden bir çobandan daha değerli olsun ki.. O halde sadece siyaset bilimi okuyanlar oy kullansın.." gibi itiraz hakkınız yedeğinizdeydi ama; yine de "vergi veriyorum, üstünüm" önermesinin sorumsuzluğu karşısında, itiraf etmek gerek ki, ehveni şerdi.
Aysun Kayacı'nın çıkışı ise; ne bilginin hükümran şımarıklığıyla açıklanabiliyor; ne de 'Cumhuriyet' ya da benzeri 'mukaddes' bir ivmesi varmış gibi duruyor. Düpedüz daha çok kazandığı için az kazanandan üstün olduğu varsayımından yola çıkan; düpedüz "Kaçak elektrik kullananlar" dediği kesimin; hepimizin pekala bildiği üzere Kürtler olmasından mülhem "ayrımcılık" kokan bir çalım.
Elbette kendisi bu ülkenin doğusunda büyümüş, gecekonduda oturmuş, eğitimi ya hiç olmamış ya yarım yamalak kalmış, yoksulluğu devlet kapılarında da, el kapılarında da sürekli başına dert olmuş efradından değil, "yüksek vergi ödeyebilme" lüksüne sahip takımdan. Oysa, yüksek vergi ödeyebilmenin şartı, yüksek kazanmaktır ve bazı meşreplerde yüksek kazanmayanları içten içe küçümsemek gibi bir yan etkiyi de beraberinde getirebilir. Buraya kadar tamam.
Ve fakat insan düşünmeden edemiyor.. Bana kalırsa "kıroyum ama para bende" türü araba arkası densizliklerle ortak noktaları bulunabilecek "para bende, daha değerliyim" yaklaşımı, nasıl olur da temsilde adalet duygusunu rencide etme, o ünlü deyimle "kendisini bugünlere getiren velinimetini", "ayaktakımı" demek suretiyle aşağılama noktasına kadar genleşebilir? Parayı sonradan bulmanın görgüsüzlüğünü eleştiririz de, üstten indirilmiş demokrasi nimetini böyle her vurup harman savurmayı adlı adınca niye üçüncü dünya kıroluğu olarak nitelemeyiz?
Aysun Kayacı'nın mankenliğinin, "izlenmek" ile doğru orantılı olarak icracısına değer ve statü kazandıran mesleğinin "alıcıları" kimlerdir sözgelimi? "Haydi Gel Bizimle Ol" programında olmasının sağlayan şey, çok başarılı mankenliği midir, yoksa mankenlik ve tefrikalarının çok başarılı arzı ve satışı mıdır? Kayacı'nın; tek eğlencesi evindeki TV olan "ayaktakımı!"na yani popülaritesinin geniş ölçekteki tek alıcısına; kimi "statükocu enteller" gibi yaklaşmasını, mesleğine kıyasla daha "entelektüel" bir yanı da bulunan bu yeni programa terfisi mi sağlamıştır?
Aysun Kayacı'nın çoğunlukla dünya görüşünü, sınıfını, hayat tarzını ve düşünce biçimini paylaşmayan başörtülü kadınların üniversiteye alınması konusundaki özgürlükçü yaklaşımın neden "yoksullar" sözkonusu olduğunda çarpılmaya uğradığını, "tutarlılık" kaleminden ele alacak değilim. Ama sırf 'başörtüsü' konusunda 'eşitlikçi' vaziyet aldı diye, sermaye üzerinden sınıf ayrımcılığı yapmayı, seçkincilik oynamayı hoş görmek de benim tertibimce 'adil' olmaz.
Dolayısıyla söylemek gerek; seçmen yeterliliği için ya da herhangi bir başka yeterlilik için "sermaye"yi ölçüt almak, düşünce sistemleri arasında dünya tarihinde yoksulluğa ve yoksullara gösterilebilecek en yüksek merhameti bahşetmiş 'Sol literatür'e uymaz. Ömrünce 'eşitlik' demiş 'Sol' fikrine, sermayenin bahsini bile açmak hoş kaçmaz. "Sağ" ise, her daim özgürlüklerden bahseder ama, muhafaza ettiği bir takım değerler vardır ve elletmez. Yoksulla zenginin toplamı olan toplumla bağını kimsenin örselemesine izin vermez.
Bu ifadeleri Kemalizm doğrultusundan açıklamaya kalkışsak, yine olmaz. Ulusalcıların, içe kapanmacıların, AK Parti düşmanlığı sayesinde bir zamanlar hülyalı gözler ve iç çekmelerle hayran hayran gözetledikleri Avrupa'dan bile vazgeçme noktasına gelmiş, AB karşıtı birtakım zevatın uhdesine geçmiş Kemalizm bile sermaye odaklı bir kriteri kabul edemez. Zaten ürettikleri siyasetin "halka uzak olması", "yığınların tercihlerini küçümsemesi" nedeniyle çakıldığı noktasında fokur fokur kaynamıyor mu CHP? Kapitalizm bile, dev çokuluslu şirketleri, zengin devletleriyle göstermelik de olsa yoksullara hasenat kampanyaları filan yapar ki, küresel yağmacılığının üstü örtülsün.
Velhasıl, bu çıkışın kitaplarda yeri bulunmaz.
Ama 'daha iyisi gelmediği için, en iyi yönetim biçimi olan' demokrasi de böyle bir şey işte; herkese eşit oy hakkı tanır ve bırakır. Gerisi vicdandır. Ve vicdanlar da ikiye ayrılır: Kimininki, bilgi ve para arttıkça güdükleşir; kimininki bilgi ve paraya rağmen empatiyle çalışır.
Yeni Şafak gazetesi