Geçtiğimiz hafta Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Mass 1884-1915 dönemindeki sömürgeleri Namibya’da işledikleri suçları kabul edip özür dileyerek tazminat ödemeyi kabul etti. Üstelik 1904-1908 arasında Alman ordusu tarafından işlenen vahşeti soykırım olarak tanındığı ilan edildi. Önümüzdeki süreçte Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in Namibya Meclis’inde resmen özür dilemesi bekleniyor. Yüz yıl sonra gelen pişmanlık, özür ve tazminat Namibya halkı ve hükümeti için yaşanan kayıpları elbette ki telafi etmeye asla kifayet etmeyecek. Buradaki pragmatizmi ve çifte standardı da unutmuyor, Avrupa adına boş hayaller kurmuyor fakat yine gelişmeleri dikkatle not ediyoruz.
Peki, Fransa ne yapıyor bu süreçte? Mesela Fransa 1830-1962 yılları arasında 10 milyondan fazla insanın ölümü, milyonlarca insanın tehcir, işkence ve kölelik şartlarında çalıştırılması anlamına gelen Cezayir’deki sömürge yönetimi için halen özür dilemiyor ve tazminat ödemeye yanaşmıyor. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron inatla Cezayir’deki “sömürgeci politikalardan” dolayı "resmi özür dilemeyeceğini" fakat ne manaya geldiği belirsiz bir dizi “sembolik eylemler” yapılacağını ilan etti sadece. Oysa E. Macron 2017’deki seçim kampanyaları sırasında Fransa’nın Cezayir’deki siyasetini “barbarlık” olarak nitelemiş ve “özür dileyerek geçmişimizle yüzleşmek zorundayız” demişti. Fransa’nın sömürgecilik gururu ve çirkefliğinin elan devam ettiğini gösteren gelişmelerden biri de 1994’te 800 bin insanın ölümüyle sonuçlanan Ruanda soykırımı nedeniyle 27 yıl sonra bile suçlarını itiraf ve özür beyanından kaçmak üzere türlü oyunlara müracaat etmesinde görülüyordu.
“Kesin Sesinizi” Zorbalığı Sürüyor
Bu mevzulara atıf yapmamızın sebebi “Batı sömürür, işgal ve katliama girişir ama nihayetinde medya özgürce itiraz eder, şeffaf bir soruşturma süreci işletilir ve hukuk gereğini yapar” tarzı şapşalca bir öykünmeye malzeme taşımak değil elbette. Fakat Ayasofya’nın tekrar ibadete açılışı ve Taksim Meydanına cami inşası tartışmasında görüldüğü üzere Türkiye’de yakın siyasi tarihin utanç verici siyasetlerine dair nasıl korkunç bir blokaj uygulandığını bu meyanda daha iyi görebiliyoruz. Kemalist ideoloji ve kadrolar yaptıkları hiçbir haksızlık, aşırılık, zorbalık veya günahlar için pişmanlık beyan edip özür dilemiyor hala. Mustafa Kemal her ne yaptıysa harikadır, mükemmeldir, eşi benzeri bulunmaz iyiliktir ve hiçbir surette tartışmaya açılamaz gibi fanatik bir saplantı maalesef bir devlet politikası olarak sür-git devam ediyor. Ayasofya’yı ibadete kapatmaktan dolayı özür dileyen olmadığı gibi bunca sene çıkardıkları çirkin engellerle övünemeye devam ediyorlar bir de. Taksim’in hemen her köşesinde yüze yakın Ordodoks, Katolik, Kadim Doğu, Apostolik veya Protestan kilisesi ve bazı Havralar mevcutken camiye karşı oluşturulan barikatların militan Kemalizm ve laiklikten neşet ettiği hiç kimseye sır değil elbette.
Türk Evladının Yeni Ödevi!
Her durumda “Tek Adam, Ulu Önder, Ebedi Şef”e şükran ve sadakat duymamız gerekiyor, aksi durumda eleştiri ve itirazları yapanları derhal meczup, mürteci, kendini bilmez, provokatör, hain veya ajan gibi en çirkin yaftalarla mahkum ediliyor. Ayasofya’daki icazet töreni sonrasında Bakara Suresi 114. Ayeti Kerimeye dayanarak dua okuyan hocayı Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP kadroları gibi Meral Akşener ve İYİ Parti kadroları da çirkin bir dizi ithamla mahkûm etmeye kalkıştılar. Fakat MHP lideri Devlet Bahçeli’nin kurduğu cümleler öylesine aşırı, temelsiz ve tutarsızdı ki ne İslam’ın temel esaslarıyla ne de yakın tarihin siyasi ve toplumsal tecrübeleriyle telif etme imkânı vardı. Adeta “Olmasaydın Olmazdık” karanlığı ve dayatması form değiştirip karşımıza dikiliyordu. Mesela şu cümlede koskoca bir halkın iman sahibi olması bile bakın mutlak manada nasıl Ulu Önder’e bağlanıyor: “Atatürk tarih sahnesine çıkmasaydı, İslam’ın bekçisi olmasaydı doğdunuz zaman kulağınıza ezan mı okunur yoksa bir Kilise'de vaftiz mi olurdunuz?” Madem Bahçeli’nin dediği gibi kulağımıza okuna ezanı bile Ulu Önder’e borçluyuz o halde hayat tarzımız aynen şöyle olacakmış: “Atatürk’ü rahmetle anmak, ana saygı duymak, onun eserlerine sadık kalmak her nesil, her Türk evladı için ödevdir.”
Allah-u Teala Kur’anı Kerim’de faizle alış veriş yapanları, hırsızlık, cinayet, yalan ve iftira, içki ve domuz eti, kumar ve rüşvet, zina ve eşcinsellik vd. günahları işleyenleri hem bu dünyada hem de ahirette rezil rüsva olacaklarını beyan ediyor. Şimdi bu ve benzeri günahları işleyenler alınacak, kırılacak diyerek Allah’ın ayetlerini hatırlatmaktan geri mi duralım? Evet, Cumhuriyet ilan edildi fakat Milli Mücadele’nin esaslarını, hedeflerini ve kadrolarını Tek Adam ve Tek Parti despotizmine kurban ederek halka karşı çok ağır ve sistematik suçlar işledi uzun yıllar boyunca. Halkın iradesini hiçe sayan, halkın İslami kimliğine savaş açan, halkın üzerine namlu doğrultan mezkûr Tek Adam ve Tek Parti despotizmini kurup işletenleri rahmet ve minnetle anmak için aklımızdan zorumuz, Allah ve Resulü’ne imandan (haşa) derin bir şüphe duymamız gerekir. Küçük protestoları bile “devlete karşı gerici isyan” kategorisine sokup İstiklal Mahkemeleri isimli cinayet şebekesi marifetiyle binlerce insana darağacında sallandıran lider ve kadroları neden ve nasıl “ortak değer” kabul edecekmişiz?
İstiklal Mahkemeleri ve Yassıada yargılamalarıyla devam edip 12 Eylül darbe sürecinde Diyarbakır veya Mamak gibi yüzlerce cezaevinde on binlerce insanı işkenceden geçiren devlet mantığı ile 28 Şubat darbe sürecinde yüz binlerce kadını eğitim ve çalışma hakkından mahrum bırakan devlet mantığı özbeöz kardeş olduğunu gayet iyi biliyoruz. Çünkü bizzat tecrübe ettik. Kemalist ideoloji ve kadrolar halka karşı işlenen hangi suçtan dolayı özür ve pişmanlık beyan ettiler, hatırlayan var mı?
“Türkçe Ezan ve İbadet dayatması yanlıştı, şapka despotizmi için özür dileriz”, “başörtüsü yasağı çirkin bir zulümdü, Kürtçe yasağı korkunç bir zorbalıktı devlet adına özür diliyoruz” denildi mi örneğin? Evet, Kemalist ideoloji ve kadroların doğrudan sorumlu olduğu devlet suçları için devreye Recep Tayyip Erdoğan girdi ve Dersim için özür diledi, Kürt sorununda inkâr ve asimilasyonu bitirdi, Ayasofya’nın üzerindeki esaret zincirlerini kırdı, okullardaki kışla düzeni uygulamalarını nihayete erdirdi. Eksikler ve yanlışlar az değil ama muhasebe yaparak, geçmişle yüzleşerek ve geleceğe yönelik adalet ve merhamet duygularını büyüterek onların da üstesinden gelinebilir.
Yeni Akit