Özkök gazeteci mi, tacir mi?

Ali İhsan Karahasanoğlu

Başbakan ile büyük patron Aydın Doğan arasındaki tartışmaya, daha önce medyada yer almış röportajlar ışığında bir bakalım.. Patron ne kadar dürüst, ne kadar ilkeli; bir görelim..

Patronun bir numaralı adamı ile Emin Çölaşan, henüz yolları ayrılmadan önce konuşuyorlar:
Emin Çölaşan: Peki ne zaman bitecek bu sıkıntılı dönem?
Ertuğrul Özkök: Tayyip cumhurbaşkanı olunca bitecek. Abdullah başbakan olacak. O daha ılımlı bir adam. Söylediğimizi anlar. O zamana kadar biraz ılımlı gidelim. Köprüyü geçene kadar... Abdullah üzerimize bu kadar gelmez. Şimdi Tayyip bizi batırmaya çalışıyor.
Çölaşan: Peki cumhurbaşkanlığı konusunda Doğan Grubu olarak nasıl bir tavır alacaksınız?
Özkök: Sessiz kalacağız, destek vermeyeceğiz ama karşı da çıkmayacağız. Bunlar bizi batıracak. Şu POAŞ olayında üzerimize nasıl geldiklerini gör. Ama Aydın Bey de kinleniyor. Zamanı gelince bunların (...)
Emin Çölaşan “Kovulduk Ey Halkım” kitabında, bir sene önce bunları yazmıştı..
Kimisi 4, kimisi 5 sene öncesinde yaşanmış olayları, Çölaşan, kovulduktan sonra anlatıyordu...
“Niye olaylar gerçekleştiğinde yazmadın?” diye Çölaşan’ı o günlerde sorguladık.
Ama bugün geldiğimiz noktada, Emin Çölaşan kendisine bu sözler söylendiğinde hemen kamuya açıklamada bulunmayarak etikdışı hareket etmiş ise de, anlatılanlara bir daha bakmamızda, bugünkü olaylara ışık tutması açısından büyük fayda olduğunu görüyoruz.
Şimdi çıksın bakalım; Ertuğrul Özkök’ünden Yalçın Bayer’ine kadar, Fikret Bila’sından Taha Akyol’una kadar tüm Doğan medya grubu yazarları, bir açıklasınlar bakalım, “zamanı gelince bunların (...)” cümlesinin, basın özgürlüğü ile ne ilgisi var!?
Bu lafı eden adamın, gazetecilikle ne alakası olabilir?
Sadece ismini verdiğimiz Doğan medya grubu elemanları değil.. Aynı patrondan maaş alıp; Gazeteciler Cemiyeti, Basın Konseyi, Parlamento Muhabirleri Derneği gibi şapkalar takarak, basın özgürlüğü başlıklı açıklamalar yapanlar da, buyursunlar bir izah getirsinler..
Ne demektir, “zamanı gelince bunların (...)”
Dahası var.
Soranı ile, cevap vereni ile, ileride yaşanacak bir süreç ile ilgili olarak, bir medya grubunun nasıl tavır alacağı, sessiz kalınacağı bilgileri karşısında, konuşulanların gazetecilik ahlakına uyduğunu kim ileri sürebilir?
Başbakan’ı kınamak için sıraya giren, “Siz saat 11.00’de yapın, biz de 12.00’de basın toplantımızı gerçekleştirelim” diyenler söylesinler bakalım; “Özgür basın böyle mi yapar?”
Patronun POAŞ’ını batırmak isteyen olursa, mahkemeye gidilip “Bize hükümet haksız baskı yapıyor. Şu şu işlemlerin iptalini talep ediyoruz” mu denilir, yoksa elinin altındaki gazetedeki maaşlı silahşörler vasıtasıyla taktikler mi geliştirilir? Genel yayın yönetmenine talimat verdirilip, EminÇölaşan’ın yazıları kısıtlatılır, sonra da zamanın dolması mı beklenir?..
Böyle mi olur, basın özgürlüğü?..
Daha açık soralım, küçük bir fotoğrafını verdiğimiz bu basın, sizce gerçekten özgür müdür?
Gazetenin genel yayın yönetmeninin ifadesine bakın: “POAŞ’ta üzerimize geliyorlar.”
Sana ne kardeşim, sen POAŞ’ın mı, yoksa Hürriyet’in mi müdürüsün?
Sana ne?
Bırak da POAŞ’ın üzerine gelindiğinde, POAŞ’ın yöneticileri düşünsün onu!
Olur mu?
POAŞ demek, Aydın Doğan demek.
Aydın Doğan demek, Hürriyet demek..
Sonuçta da, POAŞ’a yapılan muamele bile, “basın özgürlüğünü kısıtlamak” oluyor!
Hadi oradan yalancılar!
Öyle yalancılar ki, gözümüzün içine baka baka söylüyorlar yalanlarını..
Birkaç sene önce, büyük patron, Nuriye Akman’a cevap veriyor: “Bizim iki holdingimiz arasında çok kalın duvarlar vardır. Yayın Holding bünyesinde hiçbir ticari işimiz yoktur. Bütün ticari ve sınai işlerimiz Doğan Holding bünyesindedir.”
Soruyor Nuriye hanım: “Birbirlerinden beslenmezler mi yani?”
Cevap veriyor büyük patron: “Yok. Kesin olarak duvarlarla ayrılmışlardır.”
Şimdi çıkıyor ortaya.. POAŞ’lar, rafineriler,Hilton’lar.. Karasal yayın ruhsatları.. Şimdi çıkıyor ortaya, gazetenin genel yayın yönetmenlerinin, akaryakıt şirketinin işlerini takipleri..
Sizi gidi yalancılar.. Gazeteci şapkası altında iş bitiren tüccarlar!

Vakit gazetesi