Özgürlükle Yüzleş(eme)me

SERDAR BÜLENT YILMAZ

serdarbulent@yahoo.com

Özgürlük söylemi Türkiye siyasetinde genellikle vaad düzeyinde kalan ve pratize edilmeyen bir söylemdir. AK Partinin tek başına iktidar olduğu ilk seçimde, halkın beklentisi de partinin söylemi de özgürlük idi. AK Partiyi iktidara getiren de geniş tabanlı özgürlük talebiydi ve ilk yıllarda bu hususta AB rüzgarıyla bir miktar yol alındı. Ancak ilk yıllardan sonra, devletin değişime direnci ve darbe teşebbüslerinin de etkisiyle süreç yavaşladı. Zamanla devlet aklının sirayet ettiği, devlet teamüllerini öğrenmiş bir AK Parti ortaya çıkmaya başladı.

Özgürlük söylemiyle yerleştiği iktidar koltuğunda AK Parti de selefleri gibi idealite-realite çelişkisini yaşıyor. Olması gerekenle yüzleşmekten çekinirken, reelpolitiğin ılık sularında mayışıyor. İktidarı sağlamlaştıkça devletin çatık kaşlı maskesini yüzüne geçirip özgürlük konusunda yukardan bir dil tutturuyor. Öyle ki, kendinde özgürlük, hak ve adaletin sınırlarını (daha önce çizilmemiş gibi) yeniden tanımlama ve halkın ne kadar bir özgürlükle yetinmesi gerektiğine karar verme yetkisi vehmediyor.

AK Parti, iktidarı devletten geri aldıkça (yani devletleştikçe) özgürlük teorisiyle yüzleşiyor. Özgürlüğün bedeli ağırdır. Bunu kaldırmak, psikolojik ve geleneksel bariyerleri aşmak hele de “devlet ebed müddet” geleneğinden gelenler için oldukça zordur. Bir tarafta siyaseten katlin dahi mazur görülebilir olduğuna inanan bir geçmiş, diğer tarafta özgürlüğün ne kadar elzem bir ihtiyaç olduğunu darbelerle öğrenmiş bir diğer geçmiş. Yansıra resmi ideolojinin dayatmaları ve devletçi direnç.

Özünde özgürlükçü teoriye bağlı olan AK Partinin durumu, kendisi dışındaki halklar, Müslümanlar ve göçmenler için özgürlükleri kısıtlayan batılı ülkelerin özgürlük anlayışına benziyor. Bir farkla ki; batının tersine AK Parti özgürlükleri dünyanın her halkı için isterken sıra kendi halkının özgürlük taleplerine gelince orada tökezliyor.

İlk yıllardaki özgürlükçü söylem ve atılımlar giderek duruluyor ve AK Parti iktidar koltuğunda eskidikçe ANAP, DYP çizgisine yaklaşan sağ bir parti izlenimi veriyor.

Kürtlerin anadil talepleri, bedelli askerlik, vicdani ret, başörtüsü, andımız meselesi, seçim barajı, yönetimde adem-i merkeziyetçilik ve daha birçok konudaki talepler karşısında AK Partiden tık yok, dahası direnç var. Şimdilik her şey seçim sonrası yapılacağı iddia edilen anayasaya bırakılmış durumda. Tabi bunun için AK Parti kendine umut bağlamış çaresiz halk kitlelerinden yine oy istiyor. Ancak bu konuları yeni anayasada veya seçim sonrasında nasıl çözüme kavuşturacağına dair tek bir cümle dahi söylemiş değil.

Kuşkusuz, özgürlük iktidar ilişkisi sürekli problemli olagelmiştir. Biliyoruz ki iktidar ile özgürlük bir arada bulunabilir ve bu mümkündür. Ancak tarihsel tecrübe bu hususta umut verici değil. Çünkü iktidar-özgürlük ikilisinin bir arada ve dengeli biçimde varolabilmesi çetin koşullara bağlıdır.

Bu çetin koşulların başında adalet gelir. Adalet sadece iktidar-özgürlük dengesini kurmaz aynı zamanda özgürlüğün kendisini de bizatihi dengeler. Adalet yoksa özgürlük de yoktur. Çünkü adaletsiz iktidar bir tahakküm aracından başkası değildir.

Reelpolitik dengeler ile iktidarın ömrünü uzatma gibi nedenler, adaletin ıskalanmasını ve böylece özgürlük teorisinin iktidarın merkezine oturtulmasını engeller. Bu durumda idealite ile realitenin kavgasından genellikle realite galip çıkmaktadır. İdeal olanı vaad eden partiler de iktidar olunca bu kavganın içinde bulurlar kendilerini.

Olması gerekenle yüzleşme korkusu bir sindirim problemidir aynı zamanda. Açalım biraz. Bugüne değin AK Partinin Kürtlerin özgürlük sorununda dile getirdiği genel argümanlar iktidar koltuğunda yeri sağlamlaştıkça hem özgürlük teorisi pratize edilme imkanına kavuşuyor hem de böylece samimiyet testinden geçmiş oluyor. Ancak özgürlük, iktidarlar için teoride güzel ve fakat pratikte korkutucudur. Çünkü bu, iktidar için tahakküm gücünün azalmasıdır. Özgürlükle tahakküm bir arada bulunamaz. İkisi arasındaki ilişki bileşik kaplar gibidir. Birinin yeri boşaldıkça diğeri hemen o alanı doldurur. Bu da pratiğin geciktirilmesine, geri bırakılmasına yol açıyor. Kısaca AK Parti bu özgürlük iddiasını/teorisini sindirmekte bir hayli zorlanıyor.

Bunun temel nedeni kuşkusuz özgürlüğün, iktidarın paylaşılmasını gerektirmesidir. Hiçbir gücün, iktidarını kolay kolay paylaşmaya yanaşmayacağını biliyoruz. İktidarı temerküz eden her yapı tahakkümün dayanılmaz çekim gücüne kapılır. Devlet aklıyla düşünür ve ulusal çıkar ile kamu yararı gibi sihirli sözcüklerin büyüsüne kapılır. İdealize edilmiş özgürlük teorisi de böylece kuşa çevrilmiş olmakla kalmaz üstelik o kadarı bile birer lütuf ve ikram olarak sunulur. Her şey kamu adına ve onun yararınadır ne de olsa. Çatışma tümel yarar – tikel yarar arasında değil, devlet yararı ile toplum yararı arasındadır. Kamu yararı kavramı da sırf bu ince ayrım nedeniyle iktidarlar için uygun bir maske olabilmektedir.

Not: Bu makale Özgün Duruş gazetesinin 80. sayısında yayınlanmıştır