Özgürlük yolunda

Etyen Mahçupyan

Ermeni meselesi, unutulmak istenen, hafızadan silindiği sanılan bir bataklıktır. Türkiye bu olayla kolay kolay yüzleşemez... Çünkü bugün ‘Ermeni soykırımının inkârı’ olarak özetlenebilecek olan tutum, Türk kimliğinin kurucu öğelerinden biri. Türk kimliği, bu halkı ‘kurtarmış’ olan elit kadronun Anadolu toplumuna ihsan eylediği bir lütuf olarak işlevselleşti. Cumhuriyet yönetimi Türklüğü otantik ve kendi içinde çoğulculuğa açık bir kimlik olmaktan çıkarıp, onu devletin ve devletçiliğin payandası olan tekdüze bir kalıp haline getirdi. ‘Türk vatandaşı’ denen kişi, devlete olan şükranını, devletin istediği gibi biri olarak geri ödeyen biri olarak tasavvur edildi. Bu ‘vatandaşlar’ yıllarca devletin istediği gibi konuştular ve hatta düşündüler... Böylece, devleti elinde tutan yönetici elitin meşruiyetini sağladılar. Ne var ki bu elit masum değildi... Aralarında eli kanlı çok fazla insan vardı. Ama Cumhuriyet’in siyasi dengeleri o kişileri devletin koalisyon ortağı haline getirdi. Oysa yeni rejimin liderleri kendilerini geçmişin günahlarından sıyırmak, temiz bir başlangıç yapmak istiyordu. Önlerinde iki ihtimal vardı: Ya iktidar kadroları içinde bir temizlik yapacaklar, ya da kirli geçmişi unutarak tüm iktidar kadrosunu ‘temizleyeceklerdi’... İkinci yolu seçtiler ve ‘vatandaşlara’ da doğru tavrın ne olduğunu söylediler.

‘Ermeni soykırımı’ tabiri bu geçmiş ışığında anlamsız kalıyor... O günden bu yana ‘Ermeni kırımı’ bile kalmadı, Ermeniler ihanet eden kavim haline gelirken, devlet de onları ‘her şeye rağmen’ kollayan bir şefkat siyasetine büründürüldü. Kısacası devlet kendi vatandaşına sistematik ve organize bir biçimde onyıllardır yalan söyledi. Bu yalan zamanla makbul Türk vatandaşının söylemi haline geldi ve kimliğin taşıyıcı öğelerinden biri oldu. İnsanlar tarih bildikleri için değil, bilmedikleri ve bilmek de istemedikleri için ‘vatandaş’ olabildiler. Günahların unutulması bu devlete olan bağlılığın göstergesiydi... Böylece ortaya cahilleşen ve cehaletinden gurur duyan sağlıksız bir kimlik çıktı.

Bugün siyaset alanındaki bütün tıkanıklıklara ve olumsuz gelişmelere rağmen, söz konusu vatandaşlık kabuğu yırtılıyor. ‘Vatandaş’ ile devletin arasında, nesnelliğe imkân tanıyan bir mesafe oluşuyor. Resmî ve makbul vatandaşlık kimliğinde bir çatlak oluşuyor... Ve bu çatlak bizleri yüz yıl öncesine, yani Müslümanlığın henüz resmî ideolojinin belirlediği Türklüğe rehin düşmediği zamanlara götürüyor. Türklükle Müslümanlık arasında olduğu varsayılan ‘sentez’ kırılıyor. Çünkü Müslümanlar devletin hoşlanmadığı oranda ve biçimde özgürleşiyorlar. Özgürleşme ise önce zihinlerin açılmasını ima ediyor. Bu değişim bugün İslami kesimde yeniden bir ahlaki duruş ihtiyacı olarak ortaya çıkıyor, çünkü özgürleşme kendine mesafe alabilmeyi, kendi kimliğine nesnel ölçütlerle bakabilmeyi ima eder. Türkiye koşullarında bunun kaçınılmaz sonucu geçmişin hatırlanması ve bir iç muhasebeye doğru yola çıkılmasıdır.

Türkiye toplumunun son dönemde kendi kimliğine ve kişiliğine yeni bir şevkle sarılmasını mümkün kılan bu dinamiği toplumsal hareketlilikten okumak mümkün. Kitaplar, filmler, söyleşiler hızla artarken, asıl önemlisi bunlara yönelik neredeyse toplumsal bir açlık var. Ermeni meselesinde çok kullanılan bir metaforla, Müslümanlar artık Boğazlıyan Kaymakamı’nı değil, Boğazlıyan Müftüsü’nü kendi manevi referansları olarak algılıyorlar. Ve bu tesbit, tarihi de yerli yerine oturtuyor, çünkü bugün en katı Ermeni milliyetçileri bile hayatta olmalarını bu toprakların ahlaklı Müslümanlarına borçlu olduklarını söylemekten imtina etmezler.

Dindarlığın özgürleştirici bir işlev görmesi birçokları için şaşırtıcıdır. Ama eğer bir ülkede otoriter rejimin ana dayanağı dindarlığın bastırılması ise, aynı dindarlığın otoriteden kurtulmasının özgürleştirici bir etkiye sahip olması kimseyi şaşırtmamalı. Dolayısıyla Ermeni meselesinin geleceği artık bu toplumun kendi ellerinde... Bugün yaşanan devletler arası sıkıntıların hiçbirinin kalıcı bir etkisi olmayacak. Türkiye’nin Müslümanları kendileriyle yüzleşecek özgüveni oluşturdukça, bu kesimi temsil eden partinin kavrukluğu da azalacak. Birçok gözlemci AKP’nin reform istekliliğine bakıp ve onu diğer partilerle karşılaştırıp, iktidara hak ettiğinden fazla olumluluk atfediyor. Oysa AKP özgürleştirici bir unsur olmaktan çok, özgürleşmenin sonucu... Diğer taraftan AKP Türkiye koşullarında iktidar olmanın getirdiği ayak bağlarına, tedirginliklere, korkulara ve devlet reflekslerine sahip. Nitekim Ermeni meselesinde sergilenen tutum Müslüman kesimin ahlaki normlarının giderek gerisine düşüyor. Kendilerini toplumla iktidar arasında konumlandıran, çoğu gazetelerde yazan ‘fikrî önderler’ bile bu gerçeğin pek farkında değil. Devletler arası analiz yaparak iktidarı kurtarmaya çalışıyorlar. Oysa geldikleri toprağa, toplumsal tabana bakmaları çok daha hayırlı olurdu. Çünkü Türkiye toplumu hem AKP’den hem de o ‘fikrî önderlerden’ daha hızlı değişiyor.

Ermeni meselesi ne olacak diye merak edenler hiç başka ülkelerin parlamentolarına ve insanı gülümseten karşı tedbirlere takılmasın. Bu toplumun özgürleşme dürtüsünün gücüne baksın. Ermeni soykırımını merak edenler ise şundan emin olsunlar: Devlet istese de istemese de, yaşananlar hatırlanacak... Çünkü unutmaya dayalı kimlikler hastalıklıdır ve özgürleşen hiçbir halk hasta kalmayı kabullenmez.

TARAF