Newsweek dergisinin yayın yönetmeni Ferid Zekeriya "Pentagon'un demokrasinin çalışmasından hoşlanmadığını" yazıyor. AK Parti hakkında kapatma davası açıldığında ABD, her zamanki gibi, kuvvetli bir biçimde demokrasiye sahip çıkmadı.
Yeni belgeler açıklandıkça, 27 Mayıs'tan 28 Şubat'a kadar bütün müdahalelerin ABD'nin bilgisi ve izni dahilinde yapıldığını ortaya koyuyor. 27 Nisan ve 14 Mart'ta da ABD aynı tavrını sürdürdü. Son günlerde ABD, kapatma aleyhine döndüyse, bunun üç sebebi var: 1) AK Parti kapatılsaydı, "Putinci" olarak nitelendirilen Avrasyacılar'ın "Ergenekon" denen örgüt çerçevesinde sistemden tasfiye edilmesi, siyasetin istikrarsızlaştırıldığı Türkiye'de kolay olmazdı; 2) AK Parti'nin yakın vadede bir alternatifi çıkmadı, kısa süreli bir kaos olabilirdi; 3) AB, ta başından beri demokrasi lehinde ve kapatma aleyhinde açık tavır koydu. Batı ikiye bölündü.
Şimdi demokratikleşme olmaksızın mevcut politik ve idari sistemin daha fazla gitmeyeceğini görenler, AYM'nin verdiği kararın hiçbir şekilde AK Parti'nin lehinde olmadığını, Amerikan medyasının iddia ettiği gibi Türkiye'yi bir felaketin eşiğinden kurtarmadığını söylüyor: Durum "daha da kötüleşti". Bundan çıkış yolu, köklü reformlar için yeni bir anayasadan geçiyor.
Hukuk devletinin tesisinden yana olan farklı birçok çevrenin ittifak ettiği diğer bir nokta, bu durumun içinden çıkabilmek için AB üyelik sürecine hız vermek gerekir. Fakat AB sürecinin iyi işlemesi için, çok geniş bir toplumsal desteğe ihtiyaç var. Şimdilerde bu destek yüzde 50'lerin altına düşmüş bulunmaktadır. Tekrar desteği yüzde 75'lere çıkartmanın yolu, İslami kesimlerin bu sürece katılmasıdır. Aksi halde AB üyelik süreci ve dolayısıyla demokratikleşme talebi elitlerin fikriyatı olarak kalır. Bu konuda bazı liberal aydın ve yazarların son derece haksız ve yanlış olarak Türkiye'de siyaseti tıkayan ana faktörün "Kemalizm-İslamcılık" veya "Cami-Kışla" ikilemi olduğunu; AK Parti'yi güçlü kılan asıl faktörün "İslamcılığın benzersiz yenilgisi" olduğunu söylemekten vazgeçmeleri gerekir. (Bkz. Şahin Alpay, Zaman, 21 Haziran 2008) Bu hem haksızlıktır, hem tarihî hakikatleri tahrif etmektir, hem de bugünün gerçeklerine aykırı bir suçlama ve onur kırıcıdır.
Üç gün süren "100. yılında ll. Meşrutiyet" yazı dizisinde değerli yazarımız A. Turan Alkan şöyle demektedir: "..ulemânın, istibdad aleyhine ve Meşrutiyet'ten yana tavır alışı da pek az araştırmacının dikkatini çekmişti. Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye'nin yayınladığı bildiride Meclis-i Mebusân'ın savunulması yanında "meşveret ve Meşrutiyet'in, şer'i-şerif ahkâmına katiyyen muvafık olduğu" yolunda görüş belirtilmesi çok önem taşımaktadır. (Zaman, 24 Temmuz 2008) Evet, 1856'dan bu yana İslamcılar, hiçbir zaman baskı rejiminin yanında yer almadılar; Abdülhamit'e karşı durdular (Said Nursi, Elmalılı Hamdi Yazır, Mehmet Akif vd.), her dönemde yerine göre meclis ve meşvereti, yerine göre meşrutiyet ve cumhuriyeti, yerine göre demokrasi talep ettiler. Bu talepleri Türkçüler, sosyalistler, jakoben cumhuriyetçiler ağızlarına bile almazlarken, İslamcılar her dönemde temel hak ve özgürlükler ile tam bir hukuk devletinin tesisi mücadelesinde bir adım önde oldular.
Ayrıca Kemalizm yanında İslamcılığı da antidemokratik ve otoriter göstermek, aydınları basit manada İslamiyet'i Batı'ya şikâyet eden Mesut Yılmaz ve YARSAV Başkanı'nın trajik durumuna düşürür. Kimse yoğurdunu pazarlarken, başkasının yoğurdunun ekşi olduğunu söylemek zorunda değildir. Bırakın insanlar hepsinden tatsın, öyle yoğurt satın alsın. "Serbest pazar"da "adalet" bunu gerektirmez mi? Bu ülkede bütün dini, mezhebi, felsefi, etnik veya sınıfsal gruplar ahlaki olarak özgürlükler, haklar ve demokrasi mücadelesine katılırlarsa düze çıkılır. Hem AB çevreleri de eskisi kadar Türkiye hakkında bilgisiz değildirler. Türkiye'yi tanıdıkça sapla samanı birbirinden ayırmaya başlıyorlar. Kapatma davası bunun iyi göstergesi oldu.
ZAMAN