"Özgürlüğün kendini sömürdüğü hiper kültür, zaman ve mekanı ortadan kaldırıyor!"

Byung Chul Han, modernleşmenin sunduğu imkanların inşa ettiği yapay bağlara dikkat çekiyor...

HAKSÖZ HABER

Medya, din ve estetik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Byung Chul Han modernizmin öz yıkım kültürü üzerine eleştirel analizler yapıyor. 

Byung Chul Han'ın dünyanın tek bir merkeze indirgenerek anlamlandırıldığı bir vasatta dikkat çektiği "tek tipleştirici kültür" bugün kendi zaferini ilan eden ve özgürlük gibi müspet kavramlarla hegemonyasını derinleştiren Batı'nın egemenliğidir. 

Bu bağlamda Byung Chul Han üzerinde eleştirel bir şekilde kafa yorulması gereken sorular ortaya atıyor. Bu arayışa vesile olacak tartışmaları imkanlı hale getiren bu kısa söyleşiyi okurlarımız için iktibas ediyoruz.


Byung Chul Han / CİNS

Söyleşi: Vera Tollmann / Çeviren: Hüdanur Akkuzu

2011 yılında Alman yayın grubu Springerin’den Vera Tollmann’a verdiği bu röportajda Byung Chul Han, kültürün global şartlarda ne tür bir değişim geçirdiğini tartışıyor. Filozof, internetin ilk yıllarında bile söz konusu edilen hiper kültürü, günümüzde farklı zamanları ve farklı süreklilikleri içinde barındıran mozaik bir evren olarak tanımlıyor. Han, hiper kültürün kaçınılmaz unsurlarından biri olarak belirttiği “aşırı olumluluk” kavramının altını çiziyor ve aşırı olumluluğun global hızlanmayı tetiklediğini ve yapay bağlar inşa ettiğini ifade ediyor.

2006 yılında yayımladığınız kitabınızda bağlantı linkleri ve network oluşturma gibi internete özgü terimler kullanarak hiper-kültürü tanımladınız. Peki, hiper-mekân derken, interneti mi kastediyorsunuz?

Hiper-mekân, her şeyin iç içe geçtiği ve birbiriyle bağlandığı, kültürelliğin ve yerelliğin silindiği bir alandır. Mesafenin yok edilmesiyle ortaya çıkar, tamamen karma ve dağınıktır aynı zamanda.

Dolayısıyla, hiperkültürlülük, kültürel gerilimlerin olumsuzluğuyla beslenmiş olan kültürler-arasılıktan ve çok kültürlülükten farklılaşmaktadır. Tabii ki internet, kesinlikle hiper- mekânı oluşturan unsurlara sahip ve küresel aşırı kültürlenmeyi hızlandırmaktadır. Klasik anlamıyla kültür, tabiri caizse kültürden daha kültürel olanda (yani aşırı kültür) kaybolur; Baudrillard’ın belirttiği gibi gerçek, gerçekten daha gerçek olanda, yani aşırı gerçeklikte kaybolur.

Sosyolog Aras Özgün, bir zamanlar sosyal ağların hâkimiyetini, Haussmann’ın 19. yüzyıl Paris modernleşmesiyle karşılaştırdı ve sosyal ağların, internetin en büyük bulvarları olduğunu belirtti. Sizce sosyal ağlar aynı zamanda hiper-kültür mimarisini de oluşturuyor mu veya internette başka örgütsel biçimler görüyor musunuz?

“Boulevard” terimi, aslen surlar ve siperlerle güçlendirilmiş kalenin bir parçası olan savunma duvarlarına verilen isim olan “bolwerc” kelimesinden gelmektedir. Paris bulvarları aslında bu binalara benzemektedir. Yine de ağlar birer barikat değildir. Toprakaltı gövde, bir ağ için daha uygun bir metafor olabilir. Öte yandan, sosyal ağlar toprakaltı gövde kadar açık ve kontrol edilemez değildir. Bunun yerine elektronik bir panoptikon oluştururlar. İnternet sadece özgürlük veren bir alan değildir; kendi başına tüm kontrolü sağlayan bir panoptikondur. Tüm kullanıcılarını ya dışarıdan röntgenci bir bakış açısına ya da kapitalist sömürüye sunar.

  • Bununla birlikte, disiplin toplumundaki panoptikonun aksine, tecrit yoluyla değil; ara bağlantı ile kontrolü sağlar. Sınırlı kullanıcılar, özgür kullanıcılar veya en azından özgür olduğuna inanan kullanıcılar için yol açar. Ancak her ikisi tüm toplumu gözetleyen bakışların insafına kalmış durumdadır.

İnternetin sunduğu özgürlük hangisidir? Neo-liberal formül olan seçim özgürlüğü mü?

Özgürlük; iletişim, bilgi ve üretimin olduğu bir (toplu eğlence) gibi pornografik çıplaklığa kadar uzanan bir maruz kalmayı içine alan aşırı derecede sınırsızlık ile kendini göstermektedir. İlginç olan, bu özgürlüğün özgünlük karşıtına dönüşmesidir. Yorgunluk Toplumu’nda, özgürlüğün kendini sömürmeye dönüştüğünü vurguladım. Sınırsızlaştırma ve yasağı serbest bırakma özgürlüğü, müstehcenliği doğurur. Anlatısı, ritüelleri veya sahneleri olmayan bir dünya müstehcendir; artık senografiye ihtiyaç duymayan bir dünya pornografiktir. Arkadaşlığın farklı kültürleri açan ve birbirine bağlayan bir çeşit “pencereleme” yeteneğine sahip olduğunu yazıyorsunuz. Pencerelemeyi, herkesin diğerini yansıttığı veya başkalarının kendi içinde belirgin olmasına izin verdiği hiper-metinsel bir deneyim olarak adlandırdığınız.

Hiper-kültür, eşikleri olmayan bir kültürdür. Bugün artık “eşiklerin acısını” hissetmiyoruz. Tam bir hareketlilik ve gelişigüzellik bile “geçiş” in kaybolmasına izin veriyor.

Arkadaşlık, sosyal ağlarda aşırı anlam yüklenmiş bir kavramdır. Arkadaşlık dediğiniz şeyin onların samimiyet dedikleri şey olduğunu söyleyebilir misiniz? Bir süre önce Burger King “Whopper Sacrifice” projesini başlattı. Bu proje kapsamında Facebook’ta 10 arkadaş silersen, ücretsiz bir “whopper” kazanacaktın. Sonucunda arkadaşların bir “whopper” için feda edildikleri bildirilmiştir. Facebook’taki arkadaşlığın birkaç gram kıyma kadar değeri olduğu anlaşılıyor. Neo-liberalizm, bireyleri bile yalnızca kâr vaat eden iş anlaşmalarına giren mikro girişimcilere dönüştürdü. Arkadaşlık da buna dâhildir: karlı olması beklenilmektedir. Aristo’ya göre arkadaş, ikinci bir benliktir. Bugün ise arkadaş bir üründür ve Facebook’u arkadaşça bir alan olarak idealleştiremezsiniz; sonuçta Facebook, vicdansız zorbalığın vukuu bulduğu bir alandır. Ekonomik açıdan bakıldığında da, Facebook bir sömürü alanıdır.

Hangi ürün arkadaşlar arasında alışveriş edilir? Bilgi mi, yoksa ilgi mi? Ve kâr ne olurdu; sembolik sermaye?

Arkadaşlar müşteri olur ve yeni arkadaşlar da yeni müşteriler olur. Egonun narsistik hissini güçlendirir. İnternet, her şeyden önce kendinizle karşılaştığınız bir alandır. Öteki çoktan gitmiştir. Depresyon, kimde neyin farklı olduğunu algılamaya imkân tanıyan ilişkilerden mahrum kalmış bir narsistik benlik hastalığıdır. Sanal alan, aynılığın cehennemidir.

Zıtlığın olduğu yerde, şok veya öfke sadece bir olasılık değildir, bir zorunluluk hâline gelir.

Hiperkültür yorgunluk toplumu için bir ön koşul mu? Bir “aşırı olumluluk” olarak analiz ettiğiniz şeyi tetikleyen miydi?

Hiper-kültür, eşikleri olmayan bir kültürdür. Bugün artık “eşiklerin acısını” hissetmiyoruz. Tam bir hareketlilik ve gelişigüzellik bile “geçiş” in kaybolmasına izin veriyor. Mevcut toplum tüm olumsuzlukları yıkmaktadır. Eşik ise bir çeşit olumsuzluktur. Tüm eşikler, farklılıklar ve sınırlar bozulduğunda, sonuç genel olarak devrelerin şişmesi ve çoğalması, bir aşırı enformasyon, aşırı iletişim ve aşırı üretimdir.

Facebook’ta, olumsuz bir karşılığı olmayan “like” düğmesine tıklayarak bir konuda hemfikir olduğunuzu göstermek mümkün. Bu zoraki olumluluk toplumu nasıl etkiliyor? Bu nasıl bir iletişim oluyor?

Zıtlığın olduğu yerde, şok veya öfke sadece bir olasılık değildir, bir zorunluluk hâline gelir. Şu anki topluma (ailede bile) bir aşırı olumluluk hâkimdir. Olumsuz duygular, hızlanmanın önünde bir engel gibi görünmektedir. En yüksek hızlanma da aynı olanlara aynı cevapların verildiği zaman beklenebilir. Olumsuzluk yavaşlatır, aksiyon ve reaksiyonlara engel oluşturur.

“Yeni teknolojilerle hızlanan küreselleşme süreci kültürel alana bir mesafe oluşturur.” diye yazdınız. Sırasıyla önce bir bolluk, sonra kültürel yaşam uygulamaları havuzu ve daha sonra ifade biçimleri üreten yakınlık yaratıldı. Batı, anlatı, şahıs ve kimlik gibi kendine has kültürel özellikleri hiper-kültürlülük yoluyla yeniden yapılandırmak zorunda olduğu için hiper-kültürlülük, Batı ve Doğu arasındaki farklılıkların üstesinden gelebilir mi?

Kültürel hiper-mekânın bir batısı ya da doğusu yok. Hiper kültür, mekân ve zamanın ortadan kalktığını ilan eder. Hiper kültüre göre, yalnızca bugün, şimdi ve burada yaşıyoruz. Bu arada, eski Microsoft’un “Bugün nereye gitmek istersin?” sloganında görünen mesafe bile kayboluyor. Mekânsal ya da zamansal aralıkların olmadığı; mesafesiz ve hissiz zamanlarda yaşıyoruz.

Sosyoloji ve kültürel bilimler, dijital medya sayesinde gelişen yeni ilişki biçimlerini tanımlamada önemli görevlere sahiptir.

Yorgunluk Toplumu’nda Melville’in Bartleby’sini disiplin toplumuna karşı koymak için arkaik bir rol model olarak bahsediyorsunuz. Günümüzde, bireyi kendini sömürdüğü noktaya iten başarı odaklı toplumda, “Yapmayı tercih etmiyorum” artık reddedilme formülü olarak işlev görmüyor. Bu artık etkili bir reddetme şekli olamayacağı anlamına mı geliyor?

Doğrusunu isterseniz reddetme ancak reddedebileceğim dış baskı ile bağlantılı olarak mümkün. Benliğin sömürülmesi, dışarıdan sömürülmekten çok daha ölümcüldür; çünkü bir özgürlük duygusuyla bağlantılıdır. Aynı zamanda, dışarıdan yapılan sömürüden daha verimli ve üretkendir, çünkü seçiminize göre, kendinizi sömürme siz vazgeçene kadar sürer. Bu sistemin aldatmacası gibi görünüyor. Bugün, hayır diyerek karşı çıkabileceğimiz bir yönetici ya da hükümdarımız yok. Elde edilen özneyi sömürmeye zorlayan, hatta baştan çıkaran bir sistemik güce, sistemik bir zorunluluğa mecbur ediliyoruz. Stéphane Hessel’in Empört Euch (Öfkelenin!) tek başına bu konuda pek yardımcı olmuyor. Sistemde doğal olan aldatmaca kişinin ortadan kalkmasına karşı isyan edebileceği şeyi yapar.

Her fail ve mağdur aynı zamanda hem sömüren hem de sömürülen ise; öfkelenmek oldukça zordur.

Dostluğun kilit bir özelliği olan karşılıksız ilginin kaybı, öfkeye bir sebep olamaz mı? Yoksa yeni sosyal ilişkiler tamamen yaşamın dijital yollarıyla birlikte mi gelişecek?

Sosyoloji ve kültürel bilimler, dijital medya sayesinde gelişen yeni ilişki biçimlerini tanımlamada önemli görevlere sahiptir. Örneğin, dijital medya tarafından üretilen mesafesizlik, artık belki de aşk denemeyecek yeni bir aşk biçiminin, tüm mesafe, özlem ve engellerden yoksun; geçmiş veya kader nedir bilmeyen bir aşk şeklinin ortaya çıkmasına izin verecek.

  • Aşırı olumluluk hiçbir bağlılığın olmadığı, gerçek bir temas olmayan bağlar yaratmaktadır. Aslında aşk bir olumsuzluk olayıdır. “Aşk” (love) yerine, şimdi tüm kaderlerden yoksun olan “beğen” (like) düğmesine sahip olduk.

Yorgunluk Toplumu’nun sonunda, olumlu yorgunluk biçimlerine değiniyorsunuz. Handke’ye göre, temel yorgunluk dingin hareketsizliğe olanak sağlar. Bu durumu aktif toplumdan dışlanmış olarak görüyorsunuz. Aynı zamanda, yorgunluğun ne bir yakınlık ne de ilişki gerektiren bir toplumu hayal edilebilir kıldığını söylüyorsunuz. Handke bu durumu örneklemek için Hollanda’dan bir natürmort resmi kullanır. Bugün bu toplum biçimlerini nerede görüyorsunuz?

Bahsettiğim Handke şöyle der: “Her şeyin bir arada olduğu 17. yüzyıldan bir tasavvurum var, birçoğunun Hollandalı olduğu çiçeklerin natürmortu: aynı gerçek hayatta olduğu gibi, içinde bir böcek, bir salyangoz, bir arı veya bir kelebeğin oturuyor ve bunların hiçbiri diğerlerinin varlığından şüphelenmiyor.”

Benim hayalimde olan toplum ütopik bir toplum, akrabalar veya ortak bir ilişki olmadan da olabilecek bir dostluk topluluğu. Bu dostluk sadece ötekinin, bir yabancının yüzünde canlanır. Ötekiyle arasındaki fark ne kadar büyük olursa, ben için o kadar çok dostluk sunulur. Aynıya karşı dostluk ise mümkün değildir.

Röportaj Haberleri

“Suriye’ye geri dönüş tartışması, empati yoksunu ve yersiz”
Türkiyeli bir mücahid ile Suriye devrimi üzerine…
"Solun bir kısmı mezhepçilikten bir kısmı da İslam düşmanlığından Esed'i destekliyor"
Suriye'nin korku hapishaneleri: Sednaya, Tedmur ve Suriye’nin yeni hafızası
"Suriye devrimi Türkiye'nin de zaferidir!"