Muhammed Çiftçi / Lacivert Dergi
Manipüle edilmiş zihinler
İki insan bir süre sohbet ettiğinde, sohbet öncesinde her ne kadar farklı düşünce, kabul ve argümanlara sahip olsalar da iletişim esnasında farkında olmadan birbirlerini duygusal ve bilişsel olarak dönüştürürler. Elbette bu değişim çoğu zaman retoriği daha etkili ve kuvvetli olan tarafın lehine olur. İnsanların iletişim süreçlerinde birbirlerini etkilemeye, değiştirmeye ve manipüle etmeye çalıştıklarını sıklıkla gözlemlemişizdir.
Pek de işlevsel olmayan bu çaba bütün sosyolojik sistemlerde oldukça görünürdür ve bununla birlikte yaşamımızın neredeyse her boyutunda kendine yer bulabilen oldukça kapsamlı bir olgudur. Aile sisteminde ebeveyn- çocuk ve karı-koca ilişkilerinde, iş sistemlerinde ast-üst ve meslektaş etkileşimlerinde, kişilerin yoğun bir şekilde sadece kendilerinin hesabına gelen tarafa doğru muhataplarını yönlendirmeye çalıştıkları oldukça açık bir gerçektir.
Bu fenomenolojik gerçeklik zihnimin bir köşesinde, ortalama bir bireyin diğerini manipüle etmeye ve irrasyonel bir biçimde etkilemeye yönelik tavrının esasen fıtri olabileceği düşüncesinin gelişmesine sebep oluyor. Bireylerin bu tarz manipülatif gayretleri benzer şekilde ülkeler, birlikler, hükümetler, askeri örgütler ve işletmeler gibi büyük sosyolojik sistemlerin de benzer davranış örüntülerine sahip olması şaşırtıcı olmayacaktır.
Bu anlamda elektronik harp, psikolojik harp, siber saldırı, ekonomik harp, propaganda, aldatma, yanlış bilgi, zihinsel manipülasyon ve algı yönetimi gibi kavram yahut tekniklerin amacı enformasyonu kontrol etmek ve istenilen bir sosyolojik, psikolojik, ekonomik ya da politik sonuç oluşturmak için bilgiyi kullanma, değiştirme ve yönetme mücadelesidir.
Özgür tercih illüzyonu
Zihinler ve psikolojiler manipüle edilmeye çalışıldığında temelde hedeflenen şey, hakikatte umumun faydasına olmayan, bilakis hegemonik bir azınlığın arzularını tatmin eden, güçlerini pekiştiren ve böylelikle varlıklarını sürdürmelerine imkân sağlayan yanlışları (bâtılı) büyük kitlelere doğru (hak) gibi kabul ettirmektir. İnsanların düşünme biçimleri, inançları, değerleri, kabulleri, algıları değiştirilmeye çalışılırken onlardan onay alınmaz.
Kişinin yaşamına bu denli bir müdahale ancak dikkat dağıtma, korkutma, yalnızlaştırma, yanlış yönlendirme gibi hileli ve ahlakiliği tartışılabilecek psikolojik ve psikososyal teknikler vasıtasıyla yapılabilir. Yoksa kitleleri rasyonel argümanlar ile ikna etmeye çalışmak değildir algıların yönetimi. Bunun hile, zorlama ve manipülatif iknayı içeren, anlaşılması ve fark edilmesi zor, daha karmaşık bir olgu olduğunu düşünmekteyim.
Algılar manipüle edilirken, bireylerin özgürce seçim yaptıklarını zannetmeleri gibi şaşırtıcı bir illüzyon bulunur ortamda. Salimen ve kaygısız bir şekilde düşündüğünde aslında kabul etmeyeceği bir yönde davranışta bulunması için birey etkilenmeye çalışılır.
Algı, temelde kişinin çevreden aldığı uyaranları sınıflandırma ve duyularına entegre etmesi mevzusudur. Duyular konunun önemli bir bağlamı olduğundan, algılar kişinin fenomonolojik benzersizliğine göre önemli ölçüde değişebilir ve çarpıtılabilir Yani duyular işlenirken kişisel önyargılar, yorumlar ve parantezler devreye girer. Bu anlamda enformasyon, algı yönetimini kullanarak kitlelere ulaşabilir ve onların görüş ve düşüncelerini etkileme amacına hizmet edebilir. Bu yüzden suni gündemler oluşturulduğunda hedef çoğu zaman sosyolojik hadiselere verilecek tepkiyi kontrol etmektir.
Algıyı inşa süreci
Algıların yönlendirilmeye çalışılması mevzuu esasında oldukça arkaik olmasına rağmen geçtiğimiz ve bu yüzyılda daha revaçta olduğu ifade edilebilir. Bilginin dijital ve teknolojik araçlar vasıtasıyla hızlı bir şekilde arz edilebilmesi imkânı bilgiye hakikatten uzak, gizli ve menfi hedefleri olanın da eklemlenmesini mümkün kıldı. Bu sebeple aynı zamanda paradoksal bir biçimde kişiyi maksatlı ve manipülatif yönlendirmelere karşı çıplak bıraktı.
Netice itibarıyla zihinleri kolayca manipüle edebilme ve toplumsal hareketlere yön verilebilme imkânı ortaya çıktı. Zihinler yönlendirilmeye veyahut etkilenmeye çalışıldığında hedeflenen şey bireyin akıl yürütme biçimine müdahale edilerek çevreyi ve şeyleri istenen şekilde algılamasını sağlamaktır. Bu algıları yönlendirmeye talip olanlar için oldukça sabır gerektiren bir süreçtir.
Öte yandan mekanik davranışçılık ve psişik determinizm ile insan tabiatını belli ölçüde okuyabilenler, kişiyi ya da topluluğu maksatlı imajlara, enformasyona ve retoriğe tekrar tekrar maruz bırakarak eninde sonunda fikirleri ve alışkanlıkları değiştirebileceklerinin oldukça farkındadırlar. Önce bireyin dolayısıyla toplumun istenilen hedeflere yönlendirilmesi ancak öfke, heyecan,utanç, kıskançlık gibi duygularınumuma yayılması ile mümkün olabilir. Algıyı inşa edenler için bu süreç sabır gerektirecek bir zaman dilimini gerektirebilir.
Zihinler manipüle edilmeye çalışıldığında zamanın en uygun aracı işe koşulur genelde. Son beş-on yıldır sosyal medya araçları vasıtasıyla kişilerin ve özellikle gençlerin politik tercihlerinden inanç ve değer sistemlerine kadar etkilenerek oldukça muazzam bir hızla nasıl dönüştürüldüklerine
şahit oluyoruz. Sosyal medya olarak tarif ettiğimiz yapı genç kuşakları empoze bir kültürün zerk edilebileceği en işlevsel ve savunmasız alan olarak görüyor. "Ben"liği epey zamandır yüceltilen genç birey ise yönlendirilebileceği, kandırılabileceği ihtimalini zihinsel parantezinin dışında bırakmaktadır hep.
Manipülatif teknikler
16. yüzyılda Avrupalı anneler çocuklarını terbiye ederken onları Türklerle korkuturlarmış. Bu söylemin hala cari olduğunun farkına İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden çıkış sürecini konu alan Brexit: The Uncivil War isimli belgesel filmi izlediğimde vardım. Birlikten ayrılmayı isteyen tarafın kampanyaları sürecindeki en büyük argümanlarından biri Türklerin ekonomik ve demografik olarak İngiltere'yi ele geçireceği idi. Şaşırtıcı olmayacak bir şekilde bu politik propaganda ve algı manipülasyonu sosyal medya araçları vasıtasıyla yapılmıştı filmde. Bu gerçek hikâye, toplulukların en ilkel yıkıcı duygularının (korku, endişe vb.) ve ön yargılarının manipülatif tekniklere nasıl hizmet ettiğinin oldukça açık bir örneğidir.
Toplulukları yönetmek ve yönlendirmek için psikolojik harekât, propaganda ve algı yönetimi gibi yöntemler güç sahipleri tarafından kullanılagelmektedir. Propagandayı algı yönetiminin mukaddemi olarak değerlendirilebiliriz. Birinci dünya harbi sırasında ABD kamuoyunu savaşa hazırlama ve ikna etme görevi meşhur ve malum psikoanalist Sigmund Freud'un yeğeni halkla ilişkiler uzmanı Edward Bernays'a verilmişti. Bu anlamda Bernays psikoloji ve sosyolojinin tekniklerini mahir bir şekilde kullanan modern propagandanın kurucusu olarak değerlendirilir.
İlgilisi, konuyu derinlemesine inceleyen The Century of the Self isimli ufuk açıcı belgeseli izleyebilir. Günümüzde toplulukları etkileme ve yönlendirme, yalnızca reklam ve ekonomik hedeflerle ilgili ve sınırlı değil artık. Zihinleri manipüle etmeye yönelik uygulamaların hedefi değişmiş, kapsamı genişledi. İdeolojileri ve nihayetinde insanı dönüştürmek gayesi gizli değil epeydir. Algı yönetimi gibi manipülatif tekniklerin, hedeflenen birey ya da grubun karar verme süreçlerine sinsi bir şekilde müdahale ettiği açıktır.
İşlevsel bir araç: "Benlik"
Algıları yönlendirmeye çalışan güçler kitleleri bu konuda aşikâr zorlayıcılar ile karşı karşıya bırakmazlar, bunun yerine çok güçlü ve cezbedici teşvikler sunabilir veyahut kitlelerin şuuruna ve şuur-dışına kaygı oluşturacak mesajlar enjekte edebilirler. Şüphesiz iki durumun birlikte işe koşulmasının umulan tesiri daha büyük olacaktır. Bu şekilde önce bireyler sonra doğal olarak topluluklar değerlerini, normlarını, kabullerini ve prensiplerini değiştirmeye başlayacak ve dönüşeceklerdir.
Şimdilerde çokça rastlaşmaya başladığımız gerçeklerin çarpıtılarak sunulması mevzuu aslında kitlelere yönelik önemli bir algı yönetimi aracıdır. Bir yakınımızdan işittiğimiz "Haftaya marketlerde yağ, şeker kalmayacakmış." şeklindeki bir söylenti, bireyin süfli yönünün toplumsal bir kaosa aracılık etmesine neden olabilir.
Zihinler ile uğraşılırken kullanılan önemli bir işlevsel araç "benlik"lerdir. Benliklerin pervasızca yüceltildiği, herkesin kendine tutkuyla bağlandığı bir zeminde kişinin yanılmayacağı ve kandırılamayacağı ile ilgili irrasyonel özgüveni onu ve zihnini yönlendirilmeye ve manipüle edilmeye daha münasip hale getirmektedir. "Üstünlük" etiketleri ile yapılandırılmış topluluklar, bütün seçimlerini ancak kendilerinin yaptığı konusunda oldukça genel ama gerçekdışı bir inanca sahiptirler.
Düşünce, davranış ve seçimler yönetilmek istendiğinde, kimi zaman ise "duygu"lardan başlanır meseleye. Algılar ile meşgul olunduğunda kişinin mantıklı ve rasyonel tarafı aşılıp duygularına ulaşmak hedeflenir. Daha sonra "ihtiyaç"larından yakalanır insan. Şeylere olan nihayetsiz bağlılık sürekli tekrarlanan imajlarla pekiştirilir ve sabitlenir.
Genelde insanlar kendilerine söylenen (retorik) ya da gösterilen (imaj) hakkında çok düşünmeden davranışta bulunma eğilimindedir. Tabiatıyla serinkanlılık bireye ona sunulanı yoğun bir şekilde değerlendirebilecek fırsatı sağlayacaktır. Kozmetiğin hakikati kapatabildiğini ancak algıların yanıltıcı olabileceği ile ilgili bir farkındalık sayesinde anlayabiliriz.
Yıkıcı duyguların katalizörleri
İmajların, sembollerin ve retoriğin duygularını etkilemesini kontrol edebilen bir bireyin zihnini önemli ölçüde özgürleştirdiğine inanıyorum. Semboller, öfke gibi yıkıcı duygular için oldukça etkili katalizörlerdir. Bu yıkıcı duygular ne kadar kuvvetliyse insanları eylemde bulunmaya o kadar kolay ikna edebilirsiniz. Hatta çoğu zaman böyle bir çabaya ihtiyaç bile kalmaz. Nihayetinde ırkçı duygularla yoğrulmuş bir kalabalığın zalim tekmesi yada çelmesi masum bir ihtiyarı hedef alabilir.
Mekanik determinizm insanın zayıf ve kusurlu yönünün farkına vardı ve bu zafiyeti hunharca kullandı. Soyut olanı kabul ve tercih edebilme tavrının bu problemli mekanizmayı bozacak önemli bir araç olabileceğini düşünüyorum. Bu anlamda bireylerin zihinsel manipülasyona direnebilmeleri için öncelikle bireysel farkındalıkları yüksek, analitik-sentetik ve eleştirel düşünebilen, modern öncesi ve sonrası ile ilgili komplekslere ve patolojik önyargılara sahip olmayan, metafiziğe açık, güçlü etik ilkelere sahip, süfli kaygılarını yönetebilen, mütevazi ve görgü sahibi kişilere dönüşmeleri gerekmektedir.
Düşüncelerimiz ile ilgili her türlü manipülatif girişime ve suiistimale mukavemet gösterebilmek için zaman ve mekân ile ilgili bir şuurluluk halimizin olması gerektiğini ifade edebilirim. Bu hal için ise geçmişin ve geleceğin kaygısından kurtulup içinde olunan ana odaklanabilen "ebü'l-vakt" veyahut en azından "ibnü'l-vakt" olmak lazım gelir. Netice itibari ile geçmişin ve geleceğin menfi etkisinden kendisini soyutlayabilen kişi, kendisine sunulan malumatı serinkanlılıkla ve mantıklı bir şekilde değerlendirebilecektir.