HAKSÖZ-HABER
İdlib’e saldırı iddialarının gündemde olduğu bir süreçte Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya ve Genel Sekreteri Musa Üzer İdlib’i ziyaret etti. Direniş grupları ve ulemadan temsilcilerin yanı sıra halkla da görüşmeler gerçekleştiren heyette yer alan Özgür-Der Genel Sekreteri Musa Üzer ile bölgedeki gelişmeler ve izlenimleri üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Kurban bayramı vesilesiyle İdlib’i de ziyaret ettiniz. Burada halktan insanların yanı sıra direniş grupları ve ulemadan temsilciler ile de temaslarınız oldu. Türkiye’nin de bir parçası olacağı iddia edilen müdahale söylemleri gündemde. Bu iddialar bölgede nasıl görülüyor, son gelişmeler bağlamında Türkiye’ye dair genel kanaat nedir?
Görüşmelerimizden edindiğimiz ortak kanaat şu oldu: Bölgedeki insanlar ve direniş grupları AK Parti Hükümetine, Türkiye halkına ve hatta TSK’ya dost gözüyle bakmaktadırlar. Türkiye’nin kendisini İdlib’de misafir olarak değil, ev sahibi olarak görmesi gerektiğini söylüyorlar. Ama emperyalistlerin Müslümanları terörist diye damgalayıp imha etme planlarına paralel adımların ise asla kabul edilemeyeceğini ifade ediyorlar. Özellikle de Türkiye’yi ne kadar dost olarak görüyorlarsa da Rusya ve İran ile birlikte hareket ederek bu bölgeye müdahale senaryolarını ise çok çirkin görüyorlar.
Suriye’de işgalci olarak gördükleri Rusya ve İran’a bakışları net, bunlardan nefret ediyorlar. Rusya ve İran iki katil güç olarak tanımlanıyor. Dost gördükleri Türkiye’nin bu iki katil güçle işbirliği yaparak İdlib’e müdahale planına dahil olmasını ise kabul edilemez buluyorlar.
Direniş grupları Türkiye’nin de içinde bulunduğu zor durumu gözeterek bir takım çözüm arayışları içerisinde olduklarını belirtiyor ve bu bağlamda İdlib’in sivil idareye bırakılması seçeneğinin güçlü bir şekilde devrede olduğunu söylüyorlar. Türkiye’nin İran ve Rusya ile birlikte İdlib’e yönelik düşüncesizce bir hamlede bulunmasının istenmeyen çok ciddi sonuçları olacağını söylüyorlar.
Şunu da çok açık ve net olarak ifade ediyorlar: Türkiye’nin Suriye direnişine ve halkına verdiği destek dolayısıyla bilhassa Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a İslam dünyasında çok ciddi bir sevgi ve muhabbet duyulmakta. Ama son kertede Müslümanların kanını dökmeyi getirecek, Suriye halkı ve direnişinin maslahatına olmayan böylesi düşüncesiz bir hamlede bulunulursa bu İslam tarihinde hiç olmayacak çapta bir tahribata yol açabilir; belki Kemalist kuruluş süreci sonrası Türkiye tarihi açısından da en büyük tahribat olacaktır. Kaldı ki İdlib’de Türkiye için herhangi bir tehdit, zarar ve sıkıntı oluşturacak bir durum söz konusu değil. Durduk yerde böyle bir saldırıya girişmenin Ümmet nezdinde izah edilebilir bir karşılığının olamayacağını vurguluyorlar.
Hem Tahrir-i Şam hem de İslam Meclisi tarafından sivil yönetim ve tek ordu çağrıları yapıldı. İslam Meclisi’nin çağrısı başta Ahrar-ı Şam olmak üzere birçok grup tarafından olumlu bulundu. Bu sivil yönetim ve tek ordu çağrılarının mahiyeti tam olarak nedir? Bir de Tahrir-i Şam’ın sivil yönetim ve tek ordu adı altında kendi liderliğini dayattığı iddia ediliyor. Bu iddiaların bir gerçekliği var mı?
Aleyhte propagandanın çok yoğun işlediği bir süreç söz konusu. Nusra Cephesi, Fethu’ş-Şam ve daha sonra Tahrir-i Şam sürecini doğru okumak, doğru analiz etmek lazım. Bu çizginin gittikçe kendini geliştiren ve Suriye halkının taleplerine dikkat eden, onu merkeze alan bir siyasete doğru evrilmesi durumu var. Dolayısıyla bir dayatmadan çok merhaleciliğin işletildiğini görmek lazım. Orada dikkat edilen temel olgu şu: Müslümanların maslahatına ve İslam’ın temel ilkelerine mugayir olmaması kaydıyla her türlü teklife açıklık söz konusu. Heyet’ut-Tahrir’üş-Şam gerekirse kendisini yeniden lağvedip başka bir isimle yeniden yapılandırma tekliflerine dahi açık olduğunu ilan etti zaten.
Özgür Ordu meselesine gelince; bu orduya ilkesel olarak bir karşıtlık ve düşmanlık söz konusu değil. Ama hepimizin de kabul ettiği şekilde içindeki bazı grupların ve unsurların Suriye devriminin temel ilkeleriyle örtüşmeyen bir takım politika, davranış ve icraatları söz konusu. Şunu da belirtmek lazım ki; Nusra, Tahrir-i Şam vs. adına her ne derseniz deyin bu damar Suriye devriminin ana unsurudur. Dolayısıyla onu yok sayarak hiçbir sonuç elde edemezsiniz. Hamas’sız bir Filistin mücadelesi nasıl ki düşünülemezse Tahrir-i Şam’sız bir Suriye devrimi de düşünülemez. Bu ham hayaldir. Önemli olan bu oluşumun ortak harekete sıcak bakan bir yönelim ve pratikte olup olmadığıdır. Bu anlamda geçmişle kıyaslandığında çok daha olumlu bir durum söz konusu.
İkinci olarak grupların birleşmesi ve ortak ordu oluşturması meselesinde de geçmişe nispetle çok ciddi anlamda bir mesafe kat edilmiş. Mevcut tablo dışarıdan bakıldığında çok kolayca yaftalanan bir durum arz ediyor olabilir ama bahsettiğimiz coğrafya ve siyasal yapıda bir diktatörlük durumu söz konusuydu. 40 yıla varan süreçte örgütlenme ve ifade özgürlüğünü yaşamamış bir toplumda bu tür zamanlarda önüne gelenin örgüt kurması doğal bir durumdur. Bir müddet sonra bu da makul bir sürece evrilecek ki artık devrim bu merhaleye gelmiş gibi gözüküyor. Bizce süreç tek ordu çatısı altında birlikte mücadele etme durumuna evrilmekte.
Tabi İdlib’de bir sıkışma durumu söz konusu ve doğal olarak direnişin hali hazırdaki durum ve geleceği daha çok bu boyutta gündemleşiyor. Ama direnişin ufkunun İdlib ile sınırlı olmadığını biliyoruz. Peki, İdlib’in dışına çıktığımızda ve fotoğrafın bütününü göz önünde bulundurduğumuzda Suriye’nin mevcut durumu ve muhtemel geleceğine dair neler söylüyor görüştüğünüz temsilciler?
Suriye devrimi İdlib ve çevresinden ibaret değil. Suriye’de direniş ruhu ve özgürlük talebi artık bastırılamaz, yok edilemez bir gerçekliğe kavuştu. İran’ın alçakça atraksiyonlarına, Rusya’nın bastırma girişimlerine ve Esed’in dünya çapında aynı görüşteki müttefiklerinin algı operasyonlarına rağmen Suriye devrimi halkın kalbinde yer etmiştir. Öyle olmasaydı milyonlarca insan 6 yıldır bu kadar zorluklara sıkıntılara göğüs geremezdi. Bu, devrime olan inancın ve özgürlük talebinin en önemli göstergesidir. Dolayısıyla hiç kimse falan şehir ele geçirildiğinde veya falan şehir elden çıktığında devrim bitecek veya şöyle şöyle olacak diye boş beklenti ve hayallere kapılmasın. Suriye devrimi bugün burada olur, yarın öbür tarafta; bugün bu mevzide düşer, yarın öbür mevzide yükselir ve bir de bakarsınız ki “düştü” dediğiniz anda birçok mevzide eş zamanlı yükselişe geçmiştir… Özetle Suriye devrimi artık o geri dönülemez mecrasına kavuşmuştur ki önemli olan da budur.
Şunu da belirtelim; Suriye devriminin mantığını, ruhunu kavrayamayanlar masa başı haberler ve masa başı yayıncılıkla, ahmak ve vicdansız bürokratların böyle taksimleri ve planlamalarıyla Suriye devrimine yön verebileceklerini zannediyorlar. Bunlar hayal görüyorlar!
İdlib’e müdahale lobisinin ısrarla oluşturmaya çalıştığı bir algı var. Buna göre Irak ve Suriye’de sıkıştırılan IŞİD unsurları Tahrir-i Şam’a sızmış, onunla bütünleşmişler deniyor. Ayrıca Tahrir-i Şam=el-Kaide vurgusu da Türkiye’de belirli medya kesimlerinde bile alıcı bulmuş vaziyette. Bu iddialarla ilgili olarak neler söylemek istersiniz?
Hayır. IŞİD’in zalimane ve ahmakça saldırılarından en olumsuz şekilde etkilenen grupların başında HTŞ geliyor. Birçok liderini, komutanını ve müntesibini IŞİD’in saldırı ve suikastleri sonucunda kaybetti. Hatta bu sapkın yapı Suriye halkının gerçekten çok sevdiğini bizzat yerinde müşahede ettiğimiz Muhaysini’ye bile kısa süre önce suikast teşebbüsünde bulundu. Dolayısıyla böyle IŞİD’in unsurlarına sıcak bakmak, onlara kapılarını açmak gibi iddialar ya sahayı bilmeyenlerin kafalarından uydurduğu yalanlar ya da Amerika’nın politikalarına, oluşturmak istediği algı operasyonlarına hizmet eden iftiralardan başka bir şey değildir. Sahada bunun tam tersi bir durum söz konusu.
Son olarak İdlib’de genel durum nedir? Burada iddia edildiği üzere müdahaleyi haklı çıkartacak bir ‘karışıklık’ söz konusu mu?
İdlib ve çevresinde Alllah’a hamd olsun bir karışıklık, kaos söz konusu değil. Zaman zaman IŞİD ya da Esed unsurlarının sabotajları yaşansa da alınan tedbirler sayesinde bunlar büyük ölçüde azaltılmış durumda. Herkes işinde gücünde, imkanı olan herkes emeğiyle geçinmeye çalışıyor. Türkiye’nin son süreçte kapıyı kapatması yüzünden pek çok ürünün fiyatının artmasına ve bu durumdan şikayet edilmesine rağmen çarşı pazarda hareketlilik sürüyor.
Bu bölgede elbette sıkıntılar, zorluklar, yoksunluklar çok ama bir düzensizlik ya da asayiş sorunu yaşanmıyor. İnsanlar tüm zorluklara ve imkansızlıklara rağmen huzurlular, mütevekkil bir ruh hali içindeler. Ve en önemlisi de tağuti rejimin baskı ve zulümlerinden uzak olmanın, ağır bedeller ödeyerek de olsa bu zulümden azade olmanın gururunu yansıtıyorlar. Suriye’nin ateş altındaki diğer bölgelerinde yaşayan kardeşleri ile birlikte Arakanlı Müslümanlar için dua ediyor, Mescid-i Aksa’ya yönelik Siyonist saldırganlık karşısında yaşanan acziyetten ötürü hüzün duyuyorlar.