“Dindar nesil” tartışmaları hakkında bir açıklama yapan Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya, Kemalist, sol ve liberal çevrelerden yapılan eleştirilerin haksızlığına ve meşru olmadığına dikkat çekti. Bu çevrelerin tutumuna yönelik değerlendirmelerde bulunan Kaya’ya göre toplumun önemli kesiminin taleplerinin karşılanması, istemeyen üzerinde illa baskı kurmak anlamına gelmez.
Kaya, açıklamasında ayrıca Hükümete de seslenerek, dinî kimlikleri gereği yaşamak isteyen öğrencilerin başörtüsü ve mescit gibi yaşadıkları zorlukları ve zulmü hatırlattı. Kaya, sağlıklı bir toplum yapısı ve gençlik için işe öncelikle laik-Kemalist baskıları ortadan kaldırarak başlamanın gerekliliğine vurgu yaptı.
Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya’nın açıklamasının tam metni:
Dindar Nesil Tartışması Halkın Talebi Yok Sayılarak Yürütülebilir mi?
8 Şubat 2012
Başbakanın “dindar bir nesil yetiştirme” yaklaşımının demokrasiye, anayasaya, eşitliğe uygun olup olmadığı tartışması hararetli bir biçimde sürüyor. Başbakanın sözleri bu yönüyle tartışılabilir elbette, ama toplumun genelinin beklentisine, arzusuna uygun olduğu, halkın talebini yansıttığı herhalde pek tartışılamaz.
Laik-Kemalist devletin dine yaklaşımının ne ölçüde sahih ve tutarlı olabileceğine dair itirazlarımızı şimdilik paranteze alarak bu tartışmaya ilişkin ortaya çıkan kimi tutarsızlıklara, çelişkilere değinmekte yarar var.
Öncelikle dindarlığı teşvik yaklaşımını, pozitivist-Kemalist resmi ideolojik dayatmalar, okullarda bu yönde uygulanan endoktrinasyon çabalarıyla aynı kefeye koymak doğru olmaz. Çünkü resmi ideolojik çerçeve halkın özgür iradesiyle oluşturulmuş bir yaklaşımı değil, bilakis ona karşı, onu reddederek, baskı altına alarak tesis edilmiş bir anlayışı temsil etmektedir. Bu anlayış baskıcı usul ve araçlarla kurumsallaştırılmış ve militarist müdahalelerle, darbelerle sürdürüle gelmiştir.
Resmi ideolojik çerçevenin tartışmaya kapalı, eleştiriye ve itiraza tahammülsüz bir niteliğe sahip bulunduğu açıktır. Yani halkın seçme özgürlüğü söz konusu değildir. Oysa dini yönelimin, dini eğitimin teşviki zaten geniş kitlelerin on yıllardır hep ısrarlı talebi olmuş, insanlar bunun için mücadele etmişlerdir. Dini değerler bu toplumun da, başka toplumların da genelde olumlu yaklaştığı, önem atfettiği, aidiyet hissettiği, sahiplendiği değerlerdir.
Peki, benimsemeyenlerin durumu ne olacak? Onlar baskı altına mı alınmış olacaklar? Onların özgürlüğü yok mu sayılacak?
Elbette dini kimlik ve değerlerin teşviki, geliştirilmesi zorla olacak bir şey değil. En başta İslam bunu reddeder. Rabbimiz Kitap’ta “La ikrahe fiddin” (Dinde zorlama yoktur.) buyuruyor. Kuşkusuz zorlama olmamalı ama küçük bir grubun, bir azınlığın toplumun genel talebini boşa çıkartmasına da göz yumulmamalıdır.
Sol-Kemalist ve liberal aydınlar cephesinde bu konuya yönelik yoğun bir eleştiri kampanyası yürütülüyor.
Bir kere sol-Kemalist çevrenin söyleyecek hiçbir sözü yoktur, onlar öncelikle durdukları pozisyondan ve yaptıklarından, savunduklarından ötürü utanmalıdırlar. On yıllardır halka zorla din dışılığı dayatmış ve dini adeta toplumsal hayattan kazımaya çalışmışlardır. Bunca baskı ve dayatmanın sahiplerinin şimdi özgürlükçü geçinmeleri inandırıcı değildir.
Liberallere gelince, bu çevrenin de sesi çok çıkmakla birlikte toplumsal tabanının zayıf, çok zayıf olduğu biliniyor. Bu anlayışın sahipleri soyut bir özgürlükçülük, serbestlik adı altında dinin ve dini değerlerin önemsizleştirilmesi, değersizleştirilmesi tutumuna sahiptirler. Kendi hayatlarında dinin yerinin çok minimal olması, hiç mesabesinde olmasından kalkarak toplumun bütününün hayatında da dinin marjinalleştirilmesi çabası içindedirler.
Bu çevrelerin “devlet ideoloji empoze etmesin” yaklaşımı aslında çoğu zaman dinin görünmezliğine duydukları özlemi yansıtmaktadır. Örneğin başörtüsü meselesinde güya kamu alanının nötr olması ilkesi adına nasıl dayatmacı bir tavır takındıklarını, eğitim hayatının kimi evrelerinde ve memurlar için başörtüsü yasağını savunduklarını biliyoruz.
Kaldı ki eğer din sadece özel hayatta olsun, hiçbir biçimde kamu alanının düzenlenmesine etki etmesin mantığı geçerli olacaksa ortaya çıkacak manzara nasıl izah edilecek? Örneğin Ramazan ve Kurban Bayramları nereye konulacak? “Dine dayalı devlet uygulaması olmaz” denilerek, resmi tatile karşı mı çıkılacak?
Dinin toplum hayatında etkili, belirleyici bir yeri olduğu ve halkın geniş kesimlerinin taleplerine cevap vermekle görevli bir iktidarın dine ait olanı öne çıkartmaktan kaçınamayacağı görülmelidir. Sorun inanmayanlar, farklı düşünenler ise bunlara serbesti getirilerek kolaylıkla bu işin üstesinden gelinebilir. Ama ortak alanda dini görünürlüğe yer yok denilirse o zaman azınlığın çoğunluk üzerinde tahakkümüne boyun eğilmiş olunacağı ortadadır.
Bu noktada Başbakanı da sözleri üzerinde bir daha düşünmeye ve örneğin dini emirleri yerine getirdikleri için okul kapılarında engellenen, aşağılanan başörtülü genç kızların maruz kaldıkları zulme dur demeye, namaz kılmak için kalorifer dairelerine, çatılara, bodrumlara mahkum edilen öğrencilerin yaşadıkları sıkıntılara son vermeye çağırıyoruz. Bu ülkede İslami aidiyeti öne çıkartmanın her dönemde büyük bedel gerektirdiği bilinmektedir. Sağlıklı bir toplum yapısı ve gençlik için işe öncelikle laik-Kemalist baskıları ortadan kaldırarak başlamanın gerekliliği ise tartışılmaz.
ÖZGÜR-DER