Sitemizde Özgür-Der'in referanduma ilişkin tutumu tartışılmaya devam ederken Özgür-Der, yaptığı açıklamada referandum konusuna ilişkin yaklaşımını bir kez daha ortaya koydu.
Sistemin anayasal ya da yasal mevzuattan öte topyekûn değişiminin gerekliliğine inanan bir anlayışı savunduğunu belirten Özgür-Der, bu itibarla sistem içi değişikliklere çok fazla bel bağlamanın, yasal mevzuat değişiklikleriyle her şeyin değişeceğini umut etmenin gerçekçi ve sahih bir tutum olmadığını ifade etti. Bununla birlikte mücadele zeminimizi genişletecek ve haklı taleplerin daha özgürce yansıtılabileceği bir vasatın oluşumuna katkı sağlayacak her düzenlemeyi de ileri bir adım olarak değerlendirdiğini bildiren Özgür-Der, anayasa değişiklik paketini hangi saiklerle desteklediğini açıkladı.
Özgür-Der Genel Merkezi'nin tüm şubeleriyle istişare edip hazıradığı ve ortak yaklaşımı yansıtan açıklamasının tam metni:
KEMALİST OLİGARŞİYİ GERİLETECEK DEĞİŞİKLİKLERİ DESTEKLİYORUZ!
19 Ağustos 2010
Türkiye 12 Eylül 2010 tarihinde referanduma gidiyor. Kemalist sistemin restorasyonunu hedefleyen darbeden tam 30 yıl sonra, 12 Eylül rejiminin önemli kalıntılarından biri olan 1982 Anayasasının kimi maddelerine ilişkin değişiklikler oylanacak. 12 Eylül tarihinde gerçekleştirilecek olan referandum Türkiye'de statükonun sorgulanması ve sarsılması açısından önemli bir fırsat sunuyor. Referandum neticesinde anayasada yapılmak istenen değişikliklerin halktan onay alması bilhassa yüksek yargıdaki otoriter-bürokratik yapının tasfiyesine yönelik bir ilk adım olabilir.
Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK)'nın yapısına ilişkin değişiklikler halkoyuna sunulan düzenlemelerin omurgasını oluşturuyor. Ayrıca değişiklik paketi, 12 Eylül darbecilerinin yargılanmalarından mahkeme kararı olmaksızın yurt dışına çıkışların sınırlandırılmamasına, YAŞ kararlarına yargı yolu açılmasından milletvekillerinin partilerinin kapatılmasına sebep olsa da milletvekilliklerinin düşürülmemesine, sivillerin askerî mahkemelerde yargılanmalarına son verilmesinden kamu çalışanları için toplu sözleşme hakkına kadar bir dizi konuda hak ve özgürlüklerin alanını genişleten düzenlemeler içermekte.
Elbette hak ve adalet eksenli bir perspektiften değerlendirildiğinde anayasa değişikliklerinin yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Önemli değişiklikler gerçekleştirilmekle beraber, başlı başına bir hukuksuzluk sürecinin ürünü olan 1982 Anayasası, Kemalist oligarşik sistemin temel beslenme kaynağı olma konumunu sürdürmekte; ideolojik içeriği ve otoriter-bürokratik bütünlüğüyle dayatmacı bir metin olma özelliğini korumaktadır.
Kemalizm'i resmi ideoloji konumuna oturtarak, bu ülkede yaşayan her kesimden insanı ve gelecek nesilleri baskıyla, tehditle biçimlendirme, şartlandırma zihniyetini içeren TC Anayasası, değişmez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeleriyle tam manasıyla dogmatik bir metin mahiyetine sahiptir. Farklı dinî, ideolojik, etnik kimlikler yok sayılmakta ve laik-Kemalist Türk ulusal kimliği tüm topluma dayatılmaktadır. Halkın egemenliğine dayalı olduğu iddia edilen devlet, oluşturulan bürokratik mekanizma ile halka ve halkın taleplerine kapalı hatta düşmanca bir yapı arz etmektedir.
Kısacası asıl sorunun anayasanın kimi maddelerinde değil, özünde, ruhunda olduğu gerçeği gözden kaçırılmamalıdır. Bununla birlikte sorunun büyüklüğü ve bütüncüllüğü anayasa metninde yapılacak değişiklikleri önemsiz, değersiz ve anlamsız kılmıyor. Sistemin tepeden tırnağa kapsamlı bir değişim geçirmesi ihtiyacını karşılamamakla birlikte, değişiklik paketi doğru yönde atılmış bir adım olarak görülebilir.
Bilhassa oligarşik bir yargı mekanizmasına yol açan AYM ve HSYK'nın yapısına ilişkin düzenlemelerle, bu iki kurumun siyaset ve toplum üzerinde vesayet kurumları niteliğinin sona erdirilmek istenmesi ve kastvari yapılanmalarının terk edilerek nispeten de olsa çoğulculaştırılmaları önemli bir gelişmedir.
Başta başörtüsü olmak üzere, İslami kimliğin izharını içeren her türlü talep önüne tam bir duvar örmeye yönelik yaklaşımı ile AYM halka karşı hukuk kılıfına büründürülmüş yargı despotizminin baş aktörü konumundadır. 367 dayatmasından ülkeyi siyasi parti mezarlığına dönüştürme tutumuna kadar verdiği sayısız karar AYM'nin mevcut haliyle Kemalist bürokratik oligarşinin kılıcı işlevini yüklendiğini net biçimde ortaya koymaktadır.
Yine Ergenekon davasını yürüten hâkim ve savcıları sürmek, darbe çetelerini soruşturanları açığa almak, askere dokunanı meslekten ihraç etmek gibi icraatlara imza atan HSYK'nın yargıda nasıl oligarşik bir yapı arz ettiği de ayan beyan ortadadır. Tüm bu hastalıklı yapının kısmen de olsa değişmesi, otoriter zihniyet ve işleyişin bir nebze dahi geriletilmesi elbette muhalif kimlikli tüm oluşumların ve halkın lehinedir.
Bu gerçeklikten hareketle Özgür-Der, 12 Eylül tarihinde yapılacak olan referandum neticesinin halkın iradesinin etkin kılınması ve özgürlüklerin alanının görece de olsa genişlemesi açısından önem içerdiğini düşünmektedir.
Şüphesiz biz sistemin anayasal ya da yasal mevzuattan öte topyekûn değişiminin gerekliliğine inanan bir anlayışı savunuyoruz. Bu itibarla sistem içi değişikliklere çok fazla bel bağlamanın, yasal mevzuat değişiklikleriyle her şeyin değişeceğini umut etmenin gerçekçi ve sahih bir tutum olmadığını düşünüyoruz. Bununla birlikte mücadele zeminimizi genişletecek ve haklı taleplerin daha özgürce yansıtılabileceği bir vasatın oluşumuna katkı sağlayacak her düzenlemeyi de ileri bir adım olarak değerlendiriyoruz.
Bu noktada bir kere daha anayasa değişikliklerini olumlamanın ve bu düzenlemeleri desteklemenin laik-Kemalist anayasayı kabullenme anlamına gelmeyeceğinin altını çiziyoruz. Öncelikle şurası net görülmeli ki, referanduma sunulan şey laik-Kemalist bir anayasayı kabul edip etmemek sorusu değil; zaten mevcut olan, cari olan bir düzenlemenin yeni bir düzenlemeyle değiştirilmesine onay verilip verilmediğidir.
TC Anayasasının, Kemalist resmi ideolojiyi önceleyen yapısıyla bir bütün olarak dayatmacı-baskıcı bir metin olduğu açıktır. Dolayısıyla sınırlı birtakım değişikliklerle mevcut anayasaya özgürlükçü ve sivil sıfatlarını kazandırmak mümkün değildir. İslami kimlikli muhalifler açısından ise İslami ilke ve talepleri dışlayan, farklı kimlikleri inkâr ederek etnik temelde bir ulusal kimlik dayatan, değişmez değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeleriyle tabularla örülmüş bir metinde yapılacak değişikliklerin, düzenin anayasasına meşruiyet kazandırması asla söz konusu olamaz.
Hiç kuşkusuz anayasanın halk iradesine ipotek konulmadan tam bir serbesti ile yapılmasının zemini sağlanmadıkça, halkın egemenliği iddiası-söylemi bir aldatmaca olmaktan öteye geçmeyecektir. Bununla birlikte şu aşamada tepeden tırnağa değişmesi için şartların elvermediğinin de bilincinde olarak, yapılmak istenen değişikliklerin olumlu düzenlemeler olduğunu, en azından mevcut statükonun sarsılmasına katkı sağlayacağını görüyoruz.
İslami kimliğin azılı düşmanı, yasakçı üst yargı mekanizmasını ve militarist kurumsal işleyişi zayıflatacak, bir bütün olarak bürokratik oligarşik yapıyı geriletecek ve halkın özgürlük alanını genişletecek düzenlemeler olarak değerlendirdiğimiz değişikliklerin mücadele zeminimizi geliştireceğini düşünüyoruz. Bu gerekçelerle, Kemalist oligarşik işleyişi kısmen dahi olsa gerileteceği kesin olan anayasa değişikliklerini destekliyoruz.
ÖZGÜR-DER