Özgür-Der Programları “Dini Anlamada Esas ve Ölçüler” Konusuyla Başladı

Özgür-Der’in 2017-2018 programları  “Müzakereli Usulu’d-Din Programları” başlığı altında  “Dini Anlamada Esas ve Ölçüler” konusu ile mini sempozyum şeklinde Ali Emiri Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi.

Prof. Dr. Faruk Beşer ve Hamza Türkmen’in konuşmacı, Ramazan Beyhan ve Bülent Gökgöz’ün müzakereci olarak katıldığı panel, Mustafa Yılmaz’ın moderatörlüğünde gerçekleştirildi.

Konuşmacıları tanıtarak söze başlayan Mustafa Yılmaz, (AID Genel Sekreteri) dinin anlaşılması etrafında dönen tartışmaların yeni olmadığını bu konuda geçmişten gelen bir tarihinin olduğunu ve bu müktesabatla birlikte günümüzde yaşadığımız sorunları da birleştirerek bu meseleyi incelememiz gerektiğini söyledi. Bu konuda en çok öne çıkan soruların; ‘Dinin sabiteleri ve değişkenleri nelerdir?’, ‘Ne önceliklidir ne değildir? ’Kur’an neyi amaçlıyor, vahyin maksadı nedir?’ gibi sorular olduğunu belirterek sözü Faruk Beşer’e bıraktı.

Faruk Beşer, İslamı anlamada büyük bir kriz yaşadığımızı, bir fetret devri geçirdiğimizi, farklı grupların ve farklı fırkaların çıktığını ve cemaat kavramının önemini kaybettiğini söyledi. Usulu’d-Din’in akide esasları, Usulu’l-Fıkıh’ın dini anlama usulü olduğunu belirttikten sonra “İslam; Allah’ın Elçisi’ne gönderdiği Kur’an’dır. Allah Kur’an’da gönderdiği elçiyi örnek alacaksınız diyor. Bu örnek alışın adı ise Sünnet’tir. Vahyi hayata tatbik biçimimiz Sünnettir. Peygamber Efendimiz canlı Kur’an’dır. Rasul’e itaat eden Allah’a itaat etmiştir. Bunu Kur’an söylüyor. Ve sizden olan Ulu’l Emr’e de itaat edin diyor Kur’an. Ulu’l Emr, ulemadır. Fakat Allah tek bir alimden bahsetmez. Tek bir kişi İslamı temsil edemez. İslam; Kur’an, Rasulullah’ın Sünneti, Ulu’l Emr, Ulu’l Elbab, Ehli Zikir’dir. Ulu’l Elbab, aklı selim kişi demektir. Ehli zikir ise bilen ve bildiğini yaşayan kişidir. Meseleyi Kur’an’dan öğrenecek olursak bunların hepsi birden İslam’dır. Kur’an İslamı diye bir adlandırma çıktı, biz o adlandırmayı kabul etmiyoruz. İslam’ın değişmeyen sabit esas kısmı ve değişen bir kısmı vardır. Sabitelerin birincisi akidedir. İkincisi ibadetlerdir. Üçüncüsü ise ahkamdır. Ahkamın şartları vardır, şartlar varsa uygulanır yoksa şartlar beklenir. Bid’atler ise sabitelere eklemeler veya çıkarmalardır.” dedi.

Beşer, İslam’da birden fazla cemaatin olamayacağını ancak tek bir cemaatin olduğunu ve bu cemaatin Ulu’l Emr etrafında birleşen topluluğu ifade ettiğini söyledi. Ayrıca cemaatin karşıtının farklı fırkalar dolayısıyla tefrika olduğunu belirtirken, bu tefrikaların adeta ideolojik İslam anlayışlarını doğurduğunu söyledi. İdeolojik İslam sahiplerinin din anlayışlarını, Kur’an’a kendi edindikleri fikir çerçevesinden bakarak kotardıkları bilgiler ile inşa ettiklerini ve bu ideolojik İslam’ın tefrika ile birlikte fırkalaşmayı beraberinde getirdiğini söyledi. Beşer konuşmasını şu sözlerle bitirdi: “Kur’an-ı Kerim’e göre; Kur’an önce bütün insanlar için hidayet kaynağıdır. Sonra muttakiler için yani imanını eyleme dönüştürenler için hidayet kaynağıdır. Ve en sonunda muhsinler için hidayet kaynağıdır. Kur’an yaşanarak, takvaya ve ihsana ulaşma ile anlaşılır.”

Faruk Beşer’in ardından diğer konuşmacı Hamza Türkmen, İslam’ın anlaşılması ile ilgili konuların, sosyal medyada ve tv ekranlarında genellikle adap, üslup ve usul zindeliği taşımayan kişilerce tartışıldığını, bir nevi reyting malzemesine dönüştürüldüğünü ve bu durumun toplumsal algıda ve genç dimağlarda bilgi kirliliği oluşturduğunu belirtti. Türkmen devamında tevhidi bilinçlenme yolumuzun üzerinde kirli barikatlar oluşturan bu tür yorumların beş kümede toplanabileceğini belirtti: “Bu yorumların ilki vahyin algılanmasını hermenötik ile, kendi entelektüel yorum bilgisiyle sınırlandıran, salt aklıyla fikir jimnastiği yapan bireyci ve akılcı yorumlardır. İkinci olarak üst sınıf/havas entellektüalizmi; bu, bugün için ilerlemeci modern felsefenin etkisidir; geçmişte ise batıni düşüncelerdir. Üçüncü olarak entelektüel algıya özenen çözülmedir. Dördüncü olarak kör taklit yani ammilik derecesindeki delilsiz-tahkiksiz dindarlık ve bu yorumların sonuncusu da Şura’dan kopukluk ve meşreh ve mezhep taklitçiliğidir.”

Ümeyye Oğulları döneminde başlayan ulema-ümara ayrışmasını daha sonra bâtini ve mezhepçi iç hastalıkların takip ettiğini; nimetten uzaklaştıkça da son asırlarda Batılı söylemin etkisinde kalındığını belirten Türkmen, Müslümanlar yaşadığımızı  bilgi kirliliğini aşmak için “İslam adına sabit olan nedir? Yorum ve içtihad yani değişken olan nedir?” sorusunun hayati olduğunu, bu soruya ancak temel kaynağımız Kur’an’dan cevap bulabileceğimizi söyledi.

Türkmen, subutu kat’i yani korunmuş olan ve Allah katından geldiği kesin olan Kur’an’an’dan kalkarak Kur’an’a göre gayp, Resul, fıkıh, ahlak ve toplumsal yasaları kavramaya ve anlatmaya çalışacağımızı; bu görevin salih, muslih, alim, ulu’l-elbab olarak nitelenen tüm mü’minlerin görevi olduğu, müşkül ve daha zor konularda da ilimde derinleşen rasihunun ortak aklına ihtiyacımızın bulunduğunu belirtti.

Alimlik, rasihun, muttakilik, ortak akıl, ulu’l elbab üzerinde durulma sebebinin; dini anlama ve yaşama konusunda Kur’an’da sabikun/hayırda öne geçenler denilen istişari bir akılla ilgili özlemlerimiz olduğunu söyleyen Türkmen, müşküllerimizin  çözümünün Kur’an’daki Şura teşvikinin en-Nisaburi, Fahreddin Razi, Taftazânî, Muhammed Abduh, Reşid Rıza aktarımlarıyla, çoğul olan Ulu’l-Emr emri ile irtibatı üzerinde durdu, bu kişilerin de bilgileri yanında amelleri-şahidlikleri maruf olmaları gerekliliğini belirtti.  Ulu’l-Emr veya Ehlû’l-hal ve’l-akd Meclisi’nin ihtilafını çözmekte bugün için “Kur’an ve Sünnet” demenin yeterli cevap olmadığını, zaten nizalaşmaların bunları anlama sürecinde ortaya çıktığını belirten Türkmen, Kur’an’ı ve Muhammedi Sünnet’i anlamada ihtilaf boyutunu ve ihtilaflar boyutunun üstündeki her mü’minin gayb ve amel konusunda anlaşabileceği ortak kabulleri dini algılamada tartışmasız sabiteler olarak aktarmaya çalıştı. Son temennisi de şuydu:

“Tartışmalı yorum ve içtihad olarak karşımıza çıkan değişkenlerimizi, İslami sabitelerle; yani Kur’an bütünlüğü içinde muhkem nassların, aslı Kur’an’da olan Mütevatir Muhammedi Sünnet’in bağlayıcılığı çerçevesinde ıslah etme erdemini yakalayabilmeliyiz.”

Daha sonra Faruk Beşer’in konuşmasını Bülent Gökgöz  (Çorum Özgür-Der Başkanı) müzakere etmek için söz aldı. Gökgöz, Beşer’in konuşmasını özetledikten sonra Hadis ilminde sahabe kavramı üzerinde bir ihtilaf olduğunu,  rivayet ekolünden bazı muhaddislere göre Rasulullah’ı bir kere görmüş kişilerin bile sahabe tanımı içinde yer aldığını ve sahabe dairesinin oldukça geniş tutulduğunu bunun sonucu olarak hadis külliyatı içinde Resulullah’ı bir kere görmüş ama ilmi seviyesi veya zabt gücü bilinmeyen kişilerin de daha kaynağından bazı ihtilaf ve tartışmalara neden olduğunu belirtti. Dirayet ekolünden alimlerin ise sahabe tanımını daha dar bir çerçevede tutup en başından itibaren Rasul’ün yanında yer almış zorluklara onunla birlikte göğüs germiş, Rasulullah’ın tedrisatından geçmiş kimseleri ancak sahabe diye isimlendirdiklerini bu iki yaklaşımın ise yine kaynağından ihtilaflar doğurduğunu söyledi. Rivayet merkezli anlayışı dirayet merkezli bir anlayışa dönüştürmek için neler yapılabilir sorusunu soran müzakereci, Necm suresi 3. ve 4. ayetleri delil gösterilerek Rivayet Ekolünün, “Hadis ve sünnet aynı şeylerdir ve Peygamberin söz ve fiilleri vahiy mahsülüdür” şeklinde bir görüşün yer aldığını, bu görüşün esas alınması halinde Resulümüzün örnek alınamayacağının, Resulün adeta irade dışı bir insan olacağı ve hayatında hiç içtihad etmediğinin anlaşılacağının altını çizdikten sonra Faruk Beşer’e “hadis ile sünnet aynı şeyler midir?” sorusunu yöneltti.

Diğer müzakereci Ramazan Beyhan (MAZLUMDER Genel Başkanı) da Hamza Türkmen’in konuşmasını özetledikten sonra, değişkenlere örnek vermek için Enbiya suresinden Davut Aleyhisselam ve Süleyman Aleyhisselam kıssasını hatırlatarak aralarındaki içtihad farklılığının asıla sorun teşkil etmeyeceğini söyledi. Ayrıca Beyhan bu tür tartışmaların içe dönük gerçekleştiğini dışa dönük istişarelere de önem verilmesi gerektiğini belirtti. Ve Türkmen’e Şura’nın dinin asıllarından olup olmadığını ve Ulu’l-emr Heyeti ile ihtilaf halinde nasıl bir çözüme gidilebileceğini sordu?

Müzakerecilerin soruları ve değerlendirmelerinden sonra konuşmacılar sorulara kısaca cevap verdiler. Faruk Beşer, cevap faslında; “Usulu’l Fıkıh, anlama esaslarıdır. Bu sadece fıkıhta değil tüm ilim alanlarında geçerlidir. Yazıya geçtikten sonra bütün her şey hadis olarak isimlendirilmiştir. Sünnet hadis ayrımı doğru değildir. Rivayet meselesi üçüncü asırda bitmiştir. Bundan sonra mesele hadisleri anlama meselesidir. Hadislerle alakalı iki mesele vardır. Birincisi bu söz Rasulullah’a mı aittir. İkincisi nasıl anlayacağız. Birinci mesele halledildi. Sahih hadisler kayıt altına alındı mevzu ve zayıf hadisler ayıklandı. Asıl sorun ikincisidir. Bu ise hadisleri nasıl anlayacağımızdır. Hadis’in hangi şartlarda söylendiğini bilmezsek hadis sahihte olsa uygulamada yanlışa düşebiliriz. Bu konuda Aişe annemizin hadis düzeltmeleri örnek verilebilir. Peygamberimizin sohbetine, sohbetin yarısında gelen bu sebeple hadisi yarım rivayet eden sahabelerin rivayetleri sahihtir. Fakat eksik olduğu için anlaşılmasında sıkıntı vardır. Sorun burada düğümlenmektedir. Diğer bir husus Rasulullah’ın söylediklerinin vahiy olması meselesidir. Peygamberimizin vahiy mahsulü sözleri vardır. Bunlara kutsi hadis diyoruz. Ayrıca peygamberimizin onayladığı davranışlara takriren sünnet dendiği gibi, peygamberin Allah’ın vahiy gönderip düzeltmediği diğer tüm davranışlarına da takriren vahiy diyebiliriz. Ama bunlar gayr-ı matluv vahiy değildir.” diyerek konuşmasını sonlandırdı.

Hamza Türkmen ise son bölümde “Hadisin vahyi boyutu bir yorumdur. Bir çıkarımdır. Sünnet ve hadis ayrımını atlamamalıyız; zira Sünnet Resulullah’ın vakii pozisyonu, hadis ise o vakıadan genellikle siyak ve sıbakı olmadan ve büyük bir çoğunlukla da mana üzere ahad yani galip zanla aktarımlar, haberlerdir. Hadislerin ilahi yönünü izah ettiği bu yorumlarını gayr-ı metluv vahiye bağlamaması takdire değer bir yaklaşımdır. Belki biz de bu yorumlarını Resulullah Aleyhisselam’a Rabbimizin verdiği Hikmet gücü ile irtibatlandırabiliriz. Yani hadisler sünnetten bir cüzdür. Kesin, bağlayıcı ve zamanı aşkın Sünnet ise aslı Kur’an’da olan bir hükmün Allah Elçisi tarafından uygulanması ve namaz, örtü, haccın menasıkı gibi bize subut-u ka’ti yani mütevatir bir yolla gelmesidir. Ramazan Beyan’ın Şura ile ilgili sorusuna da, Şura hükmünün kesin bir emir değil yönlendirme olduğunu ama bunu kesin emir olan Ulu’l-emr’e itaat etme ayetiyle birleştirdiğimizde anlamını da bağlayıcı olarak tefsir etmiş olacağımızı belirtti. Ulu’l-emr Heyeti’nin ihtilafında çözüm için de fıkıhçılarımızın ahkamussultaniyye bahislerinde ele aldıkları Mezalim Mahkemesi’ni yeniden değerlendirerek bir yol bulabileceğimizi belirterek sözlerine son verdi. Türkmen’in konuşmasının ardından program nihayete erdi.

* * *

İki ay sonraki “Müzakereli Usulu’d-Din Programları”nda “Kur’an ve Sünnet Algımızı Anlaşılır Kılmak” konusunun tebliğcileri Ramazan Yazçiçek ve Oktay Altın. Müzakerecileri Şuayp Mekeç ve Musa Üzer. Oturum Başkanı ise Kenan Levent.

Özgür-Der Genel Merkezi’nin müzakereli sempozyum programları iki ayda yapılacak. İki ayda bir de “Siyasi-Sosyal Analiz Panelleri” var. 2017 Kasım ayındaki panelin konusu ise “Hukuk Düzenindeki Çarpıklık”. Konuşmacılar: Av. Yasin Şamlı, Av. Gülden Sönmez, Av. Serdar Bülent Yılmaz. Oturum Başkanı ise Av. Mehmet Alagöz.

HABER: ÖMER FARUK ŞEKER

FOTO: AFGANİ TÜRKMEN

 

Etkinlik-Eylem Haberleri

Bursa’da Suriye devrimi ve Gazze konuşuldu
"Sürünün İçinde Dijital Dünyaya Bakışlar"
Başakşehir’den Gazze direnişine bin selam!
Adana Özgür-Der’de “Emperyalizm ve Siyonizm İlişkisi” konferansı düzenlendi
Özgür-Der Gençliği “İslami Perspektiften Psikoloji” kitabını değerlendirdi