Özgür-Der Diyarbakır Şubesi İnsan Hakları Komisyonu'nun periyodik olarak yayınladığı aylık insan hakları raporu Mayıs Ayı ihlalleri ile devam etti.
Hak ihlalleri bilançosunun yanında bir değerlendirme yazısı da yayınlayan Komisyon, değerlendirme kısmında; "Sivillere Yönelen Saldırılar Derhal Son Bulmalıdır" diyerek Kürt illerinde kimi dindar kurumlar ile işyerlerine yapılan molotofkokteylli ve taşlı saldırıları kınanmakta."Yasakçı Sistem Tasfiye Edilmedikçe, Hak İhlalleri Bitmeyecektir" başlığı ile başörtüsünde yaşanan ihlallere dikkat çekilmekte. Ayrıca KCK operasyonlarına da "Gözaltı ve Tutuklama Furyasına Dur Denmelidir" başlığıyla değinilen yazıda çocukların gözaltına alınıp tutuklanmalarına işaret edilmekte.
Bilanço ve değerlendirme olarak iki dosya şeklinde hazırlanan raporu ilginize sunuyoruz...
MAYIS 2011 İNSAN HAKLARI DEĞERLENDİRMESİ
Sivillere Yönelen Saldırılar Derhal Son Bulmalıdır
Mayıs ayı insan hakları ihlallerinin genel çerçevesine bakıldığında, bu ay içinde hem Tunceli'nin Pülümür ilçesi kırsalında hem de Şırnak'ın Uludere ilçesinde PKK militanlarının öldürülmesinin ardından yapılan gösteriler sırasında kolluğun aşırı güç kullanması ve göstericilerin de sivillere, kurumlara yönelik saldırıları nedeniyle fazlaca hak ihlali yaşanmıştır. Ayrıca bilançomuzda bu ay, seçim süreciyle birlikte tırmanan örgütlü şiddetin; seçim bürolarına, STK'lara, sivillere yönelmesi sonucu yaşanan ihlaller de epeyce yer tutmakta.
Pülümür'de PKK'lilerin güvenlik güçleri tarafından öldürülmesi nedeniyle Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde düzenlenen gösteriler sırasında, göstericiler arasından açılan ateş sonucu, Mustazaf-Der Yüksekova Şubesi Başkan Yardımcısı Ubeydullah Durna hayatını kaybetmiştir. Bölgede birçok yerde hemen her protesto gösterisi sırasında Mustazaf-Der şubelerine molotoflu, taşlı saldırılar düzenlenmekte, yakın zamana kadar da dernek binalarında sadece maddi tahribatlar yaşanmaktaydı. Mustazaf-Der şubeleri yıllardır BDP destekli göstericilerin bilinçli hedefi oluyordu. Yüksekova saldırısı ile birlikte bu saldırıların bir insanın hayatına mal olacak derece ileri bir seviyeye taşındığını kaygıyla izlemekteyiz. Yaşam hakkına dönük kasti saldırılar kimden gelirse gelsin şiddetle kınanmayı hak etmektedir.
Ubeydullah Durna'nın öldürülmesinin ardından cenaze töreni sırasında taziye için gelenlere yapılanlar, Yüksekova'yı adeta savaş alanına çeviren protesto gösterileri, dışarıdan taziye için gelenlerin taşlanıp araçlarının yakılması ve nihayetinde Yüksekova Mustazaf-Der'in altındaki dükkanlarla birlikte tamamen ateşe verilmesi; tahammülsüzlüğün, vahşetin ve körleştiren şiddetin ne düzeyde olduğunun açık örnekleridir. Hiçbir gerekçeyle açıklanamayacak bu gözü dönmüşlüğün bir an evvel son bulması için, aklıselim sahibi yetkililerin derhal devreye girip kitlelerini kontrol altında tutmaları gerekmektedir. Bu şiddete duyarsız kalınması; yaşanan hak ihlallerinin bilinçli bir politikanın eseri olduğu ve bu kesimlerin de bundan rahatsız olmadıkları anlamına gelecektir.
Bunun dışında, özellikle İslami kimlikli kurumları hedef alan saldırılar da her geçen gün artmaktadır. Cizre'de İmam Hatip Lisesi öğrencilerinin kaldığı yurdun gündüz vakti bir grup saldırgan tarafından molotoflarla ateşe verilmesi ve üç öğrencinin yaralanması İslami kesime yönelen şiddetin çarpıcı boyutlara ulaştığını işaret etmektedir. Araçların, işyerlerinin, bankaların yakılması, sivil toplum örgütlerine saldırılar düzenlenmesi sistemin yol açtığı hak ihlallerinden şikâyetçi olan bir kesimin kendince muhalif gördüklerine yaşam hakkı tanımayacağı anlamanı gelir. Seçim sürecinde çeşitli parti binalarının kundaklanması, ses bombalarıyla sivillere saldırılması, insanların açıktan tehdit edilmeleri, bölgede yeni bir statükocu dalganın yayıldığının açık kanıtlarıdır.
Statükonun kurumsallaştığı yerde, ötekileştirilen kimliklere yönelik şiddet kaçınılmazdır. Bu nedenle, bölgede daha önceden başlayan ve seçim süreciyle birlikte ivme kazanan, özellikle de Kürt milliyetçi kesimlere muhalif görülen yapılara ve kişilere yönelen şiddet siyasetinden ve uygulamalarından vazgeçilmediği takdirde, hâkim statükoya öykünen bölgesel bir despotizmin inşası maalesef ki uzak bir ihtimal olmayacaktır.
Yasakçı Sistem Tasfiye Edilmedikçe, Hak İhlalleri Bitmeyecektir
Başörtüsü zulmünün yol açtığı hak ihlallerine, başörtülülerin maruz kaldıkları saldırganlık ve mağduriyet örneklerine her geçen gün yenileri ekleniyor. Son olarak Balıkesir Burhaniye Sağlık Meslek Lisesi'nde okul çıkışında iki kız öğrencinin başörtülerinin bir öğretmen tarafından zorla çıkarıldığı ve bir öğrencinin de kafasının duvara vurulduğu öğrenilmiştir. Başörtüsü nefretinin açık bir tezahürü olan bu vahim hadise, yasakçıların sınır tanımaz düşmanlıklarını faş etmektedir. Tipik bir faşist uygulama olan bu zor kullanma yoluna başvuran öğretmen hakkında soruşturma açılması tek başına anlam ifade etmemektedir. Başörtüsü yasağını uygulamayı kendilerine sunulmuş kutsal bir vazife gibi telakki eden yasakçı idarecilerin keyfi tutumlarına; sınav dönemlerinde, üniversite kapılarında, kamu kuruluşlarında ve yaşamın birçok alanında rastlamaktayız. Şüphesiz kraldan daha fazla kralcı kesilen bu yasakçıları cesaretlendiren asıl unsur, söz konusu zorbalıklarının her defasında cezasız kalması ve başörtüsü yasağı söz konusu olduğunda yetkililerin ortaya koyduğu vurdumduymaz tutumlardır.
Bilindiği gibi sistemin genel yapısı, özgürlükleri yasaklamak ve bunun için gerekirse her türlü şiddete başvurmak üzerine kuruludur. Bir bütün halinde toplumda mevcut olan tüm farklıları düşman olarak algılayan ve farklıları baskıyla denetim altında tutma yöntemini merkeze alan bu sistemin katı-despotik niteliğini tasfiye eden gerekli yasal düzenlemelerin yapılması ve özgürlüklerin önündeki engellerin tamamen kaldırılması gerektiği artık gün gibi ortadadır. Yasakçılıkla ve zulümle varılabilecek bir yer yoktur. Özgürlük ve hak talepleri, baskılara ve sindirme girişimlerine rağmen asla son bulmayacaktır. Her defasında vurguladığımız gibi, başörtüsü sorunu da, başörtüsüne hayatın her alanında koşulsuz biçimde özgürlük tanınmadığı sürece son bulmayacaktır.
Gözaltı ve Tutuklama Furyasına Dur Denmelidir
KCK operasyonları kapsamında yapılan baskınlar sonucu bölgede binlerce kişinin gözaltına alınması, birçok kişinin tutuklanarak cezaevlerine konması, bölgede tansiyonun yükselmesine neden olmaktadır. Neredeyse hemen her gün, birçok yerde, kolluk tarafından evlere baskınlar düzenlenmekte, gösterilere karıştıkları gerekçesiyle insanlar gözaltına alınmaktadır. Bir yandan yargının çok basit gerekçelerle kolayca tutuklama kararları vermesi öte yandan içinden çıkılmaz bir hal alan KCK davaları, zaten gergin olan siyasi ortamı daha da kışkırtmaktadır.
Örneğin İHD'nin yayınladığı bir bilançoya göre YSK vetosundan sonra 19- 29 Nisan tarihleri arasındaki on gün içinde 198'i çocuk 831 kişi gözaltına alınmıştır. Gözaltına alınanların çoğu da tutuklanarak cezaevlerine konmaktadır. Keyfi gözaltı ve tutuklamalar, bölgede zaten gergin olan toplumsal havanın artmasından öte bir işlev görmemektedir. Gösterilere katılmayı "terör örgütü propagandası" olarak anlayan yasal zihniyetten derhal vazgeçilmelidir. İnsanların toplantı ve gösteri yapma özgürlüklerine engel olunmamalıdır. Bölgenin siyasi ve sosyal dinamikleri göz önünde bulundurularak, kolluk ile halk karşı karşıya getirilmemelidir. Gösteriler sırasında yaşanan çatışmalar her defasında bahane kılınarak had safhaya ulaşan gözaltı ve tutuklama furyasına bir an evvel son verilmesi gerekmektedir.
Özgür-Der Diyarbakır Şubesi
İnsan Hakları Komisyonu