HAZİRAN 2011 İNSAN HAKLARI DEĞERLENDİRMESİ
Hatip Dicle'yi Mahkûm Eden Anlayıştan Derhal Vazgeçilmelidir
Genel seçimlerin ardından ülkenin siyasi gündemi YSK sayesinde bir kez daha alt üst oldu. Diyarbakır'dan bağımsız aday olarak seçime giren M. Hatip Dicle'nin yaklaşık seksen bin oyla milletvekili seçilmesine rağmen YSK tarafından vekilliğinin düşürülmesi birçok kesimde ciddi rahatsızlığa yol açtı.
Hatip Dicle kararı, yargının siyaset üzerine tahakküm kurma ve siyasete yön verme çabasının önemli bir örneği niteliğindedir. YSK'nın aday belirleme sürecinde 12 bağımsız adayın adaylıklarını veto etme çabası ve sonra artan tepkiler nedeniyle bundan dönmesi, aslında planlı yürütülen bir müdahale çabasının ilk işaretleriydi. Bunun ardından alınan Dicle kararı, YSK'nın bu plandan, egemenlerin istekleri doğrultusunda siyaseti şekillendirme hevesinden vazgeçmediğinin açık bir kanıtıdır.
Hatip Dicle'nin vekilliğinin düşürülmesine gerekçe gösterilen davanın seçimlerden hemen önce karara bağlanması, Yargıtay'ın bu kararı YSK'ya iletmede gecikmesi(!) gibi bahaneler ardı ardına sıralanabilir ama özünde hem Dicle'nin yargılandığı davaya sebep olan konuşması hem de yargılanma süreci başlı başı ihlallerle doludur. Hatip Dicle basına verdiği bir mülakat nedeniyle, yani düşüncelerini ifade ettiği için mahkum edilmiş ve yaklaşık 2 yıl ceza almıştır. Ve bu fırsat bilinip halkın büyük kesiminin oyları ile seçilmesine rağmen vekillik hakkı elinden alınarak ihlaller zincirine yeni halkalar eklenmiştir.
Kürt sorunu konusunda öteden beridir fikirlerini beyan eden siyasetçiler, yazarlar, aydınlar ve sanatçılar yargının despotik kararları ile mahkûm edilmektedirler. Soruna dönük yapılan hemen her açıklama savcılar-hâkimler tarafından "terör örgütünü övme" şeklinde yorumlanmakta ve bu nedenle birçok kişi keyfi biçimde cezalandırılmaktadır. KCK operasyonları kapsamında tutuklananların çoğu da aynı mantıkla yargılanmakta, seçilmiş siyasiler de bu gibi davalardan sürekli cezalara çarptırılmaktadırlar. Düşünceyi ifade etme hürriyeti gibi temel bir hakkın, yargının keyfi-katı tutumu sayesinde katledilmesinin önüne biran önce geçilmelidir. Hatip Dicle'nin yargı eliyle bir nevi gasp edilen hakkı, gerekli değişiklikler yapılarak iade edilmelidir.
İhya-Der Hakkında Alınan Karar Asla Kabul Edilemez
Bürokratik yargı oligarşisi, muhalif kesimleri baskı altına alma ve sindirme işlevini hukuku katlederek yerine getirmeye devam ediyor. İhya-Der davası olarak bilenen ve Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından görülen davada 19 kişiye toplamda yaklaşık olarak 150 yıl hapis cezası verilmesi kararı, Yargıtay 9. Dairesi tarafından da onanarak bir hukuk katliamına imza atılmıştır.
Davaya esas teşkil eden iddianamede suç olarak tarif edilen etkinlikler; birçok kesiminin ortak duyarlılığını yansıtan ve yasalara göre legal olan faaliyetlerdir. Bu davada, zorlama yorumlarla, yapılan bu etkinlikler, bir örgüt bağlantısı kurularak "terör suçu; yasadışı örgütsel faaliyet" kapsamında değerlendirilmiş ve birçok üye ve yöneticiye yıllarca hapis cezası verilmiştir. Davanın görüldüğü ilk günden itibaren duruşmaların seyri, adeta daha önceden alınan bir kararın bir an evvel kayıt altına alınması için oynanan bir oyunu andırmaktaydı.
İhya-Der mensupları ile ilgili alınan karar; yargının, istediği anda, herhangi bir derneğin-düşüncesinin-kişinin yasal faaliyetlerini, kurmaca bir örgüt bağlantısı ve hukuksuz yorumlarla cezalandırabileceği anlamına gelmektedir. Yargıtay 9. Dairesi'nin vermiş olduğu bu karar ne hukuk mantığı açısından bir zemine oturtulabilir, ne de hukukun genel kaideleriyle bağdaştırılabilir.
Yargı, muhalifleri cezalandıran bir despotik kurum olma mantığını bir an evvel terk etmelidir. En azından hükümetin, yargı reformu ile başlattığı süreç, hızlıca bu yöne evirilmelidir. Yargının sözde sistemi-devleti müdafaa maksatlı aldığı keyfi kararlarla işlenen hukuk katliamları bir son bulmalıdır.
Özgür-Der Diyarbakır Şubesi
İnsan Hakları Komisyonu