Özgür-Der: Gezi Parkı protestoları Kemalist despotizmin ihyasına yönelik bir kalkışmadır!

Özgür-Der’den Taksim açıklaması: “Gezi Parkı protestoları Kemalist despotizmin ihyasına yönelik bir kalkışmadır!”

HAKSÖZ-HABER

Özgür-Der, Taksim Gezi Parkında başlayan ve birçok şehre yayılan olaylar hakkında bir açıklama yaptı.

Çevre duyarlılığı ya da dikta karşıtlığı yalanına sarılarak Müslüman halkın değerlerine karşı sergilenen düşmanlığa dikkat çekilen açıklamada polis şiddeti ve hükümetin zaman zaman kâr hırsıyla imza attığı uygulamalar da eleştirildi.

Özgür-Der, en nihayetinde Kemalist despotizmin ihyasına yönelik bir kalkışma olarak nitelediği gösterilerin 28 Şubat yürüyüşleri ve Cumhuriyet Mitingleriyle yakın akrabalığına dikkat çekti. Hizmet Cemaatinin tutumunun da eleştirildiği açıklamada darbe özlemcilerinin sureti haktan gözükerek öne çıkarttıkları süslü, cilalı söylemlerin ardındaki asıl hedeflerini, kirli niyetlerini görmemenin büyük bir basiretsizlik; azgınlıklarına ve tahammülsüzlüklerine sessiz kalmanınsa bağışlanamaz bir suç olduğu ifade edildi.

Özgür-Der Genel Merkezinden yapılan açıklama:

Gezi Parkı Protestoları Kemalist Despotizmin İhyasına Yönelik Bir Kalkışmadır!

4 Haziran 2013

Hükümetin Taksim Gezi Parkında yapmak istediği düzenlemeye tepkilerle başlayan ve geniş çaplı bir isyan görüntüsüne bürünen protestolar ülke genelinde büyük bir gerilim ortamına kaynaklık etmektedir. Kemalist Cumhuriyetin yapısal çarpıklığından kaynaklanan nedenlerle Türkiye her ne kadar siyasi ve toplumsal gerilimlerin sürekli biçimde yaşandığı bir ülke olarak bilinse de sokaklara yayılan şiddet olgusunun ciddi bir toplumsal çatışma riski barındırdığı görmezden gelinemez.

Gezi Parkı tartışmaları geçmişten bugüne Kemalist resmi ideolojinin muhafızlığını üstlenmiş kesimlerin mevzi addettikleri belli mekân ve kurumları kutsama tutumlarının yeni bir örneği olarak karşımıza çıkmıştır. Dün Çankaya özelinde yaşanan kutsama çabalarını, bilahare AKM’den Emek Sinemasına kadar çeşitli düzeylerde sürdüren kesimlerin uzun bir süredir Taksim’i inançlarının öngördüğü hayat tarzının bir sembolü ve kalesi addettiğine şahitlik etmekteyiz. Bu çerçevede bizzat Gezi Parkı düzenlemesine muhalefet eden grupların da ikrar ettiği üzere, konunun ağaç-park meselesini fazlasıyla aşan, Hükümet ve temsil ettiği düşünülen toplum kesimleriyle, laik-Kemalist ideoloji savunucuları arasında yaşanan bir iktidar hesaplaşması olduğu açıktır. Bu iktidar hesaplaşması bazen AKM, Emek Sineması, Gezi Parkı gibi mekânlar üzerinden, bazen İmam Hatip Okullarına yönelik engellemelerin kaldırılması girişimleriyle, bazen de alkol veya kürtaj düzenlemesi gibi konular üzerinden kamuoyuna yansımaktadır.

Şüphesiz Taksim’de ortaya konulan protestolara ilk andan itibaren güvenlik güçleri tarafından gösterilen aşırı tepkinin olayların hem büyümesinde hem de yaygınlaşıp tırmanmasında etkili bir amil olduğu görmezden gelinemez. Ancak polisin meydandan çekilmesi sonrasında da göstericiler tarafından sergilenen dizginsiz şiddet ve protestoların organize bir şekilde diğer şehirlere yayılması, meselenin bir hak arama ve meşru itiraz boyutlarını çoktan aştığını şüpheye hiç mahal bırakmayacak biçimde ortaya koymuştur. Bu noktada gelişen manzaranın polis şiddetinin doğurduğu bir infial hali, haklı bir isyan şeklinde yorumlanmasının siyasal gerçeklikle alakasız bir yaklaşım oluşturacağı açıktır.   

Sokaklara yansıyan protestoların AK Parti ve Başbakan Erdoğan tarafından 10 yılı aşan iktidar sürecinde sergilenen baskıcı tutuma tepki olduğu iddia edilmektedir. Oysa şiddet merkezli olarak ortaya konulan eylemlerde Ergenekon-Balyoz davalarıyla darbeci kadroların yargılanıp hapsedilmelerine paralel işleyen ve Kemalist-ulusalcı partilerin üst üste seçim kaybetmiş olmalarının verdiği moral bozukluğu, ümitsizlik atmosferinin asıl belirleyici olduğu ortadadır. Halk desteğine güçlü bir biçimde zaten hiçbir zaman sahip olmayan laik-Kemalist ideoloji savunucuları ve onların çeperinde büyüyen sol çevreler, asker-sivil kadrolar eliyle muhafaza ettikleri bürokratik iktidarın da kaybedilmesiyle tümden çaresizleşmiş ve asabileşmişlerdir. Sokaklara taşan yakıp yıkma görüntülerinin, öfke patlamalarının ardında aranması gereken asıl unsur budur!

Çevre Duyarlılığı Ya da Dikta Karşıtlığı Yalanının Altındaki Gerçek:

Müslüman Halkın Taleplerine, Değerlerine Düşmanlık!

Bir haftadır yaşanan olaylar bazılarının söylediği gibi hiç de karmaşık değildir. Aksine söylem ve eylem biçiminden örgütlenme şekli ve hedefine değin her şeyiyle gayet açık ve nettir. Müslüman halkın bir kısım hak taleplerinin siyaset nezdinde karşılık bulmasına duyulan öfke, kibir ve düşmanlık ‘doğal hayata sadakat ve betonlaşmaya tepki’ bahanesiyle sokak ve meydanlara taşınmıştır. Üstelik sokak ve meydanlar temel hak ve özgürlükleri teminat altına almak üzere değil, tersine gayrı meşru şiddet sarmalıyla kuşatma altına almak istedikleri siyaset ve toplumu en temel haklarından mahrum edip yeni bir askeri vesayete kapı aralamak üzere tepe tepe kullanılmıştır.

Ülke genelinde şiddet ve korkuyu hâkim kılan eylemlerin belli kesimlerce haklı bulunması ve “halk tepkisi” kavramıyla meşrulaştırılması da dikkat çekicidir. Halkın oyuyla iktidara gelmiş olmasına rağmen mevcut hükümetin bu çevreler nezdinde bir türlü kabul edilememesi ve icraatlarının sürekli biçimde meşruiyet testine tabi tutulması söz konusu iktidar seçkinlerinin geçmek bilmeyen hazımsızlıklarını ortaya koymaktadır. Şimdi bu kesimler sokaklara yansıyan vandalist eğilimler içeren görüntülere baktıklarında bir türlü sandıktan çıkartmaya muvaffak olamadıkları iktidarın kokusunu alıp heyecana kapılmaktadırlar. Ve bu heyecanla/telaşla dayatmacılığı, ölçüsüzlüğü, şiddeti meşrulaştırma çirkinliğine düşmektedirler.

Kuşkusuz, en üst perdeden şiddetin kamusal alanı işgal ettiği geceli gündüzlü bir haftayı naklen yayınlayan ekranlar-manşetler “Beyaz Türklerin” yol açtığı yıkımı başka hiçbir kesim için asla normalleştiren, makulleştiren, masumlaştıran bir literatür kullanmaz, buna asla izin vermezlerdi. Elbette ki böylesi bir “imrendirici”, “teşvik edici” dili ancak Beyaz Türkler için kullanırlardı ve öyle de yaptılar. Öyle ki, ulusalcı-faşistlerle birlikte despotik bir yönetimi talep ederek güya faşizme karşı mücadele edenlerin, ulusal sermaye sınıfı tarafından sırtları sıvazlanarak kapitalizme karşı isyan bayrağı çekenlerin hiçbir çelişkisi görülmemekte, mantık dışı şiddet ve askeri vesayete duyulan özlemin eleştirisinin bahsi bile edilmemektedir.

Müslüman Halkların Özgürlük Sembolü Tahrir’in

Kemalist/Baasçı Zihniyetin Taksim Kutsaması İle Karşılaştırılması Yanlıştır! 

Sadece Hükümeti değil, toplumun geniş kesimlerini de tahrik ederek öfke ve düşmanlıklarını izhar eden Beyaz Türkler, muhalefetlerini ortaya koyabilecekleri hangi meşru yollar/kanallar engellenmiştir ki “Taksim’den Tahrir çıkartma” telaşesine düşmüşlerdir? Tahrir direnişleri despotizmin sonunu getirmek üzere ateşlenmişti. Oysa Taksim direnişçileri despotizmin Kemalist versiyonunu hortlatmak için sahaya inmişlerdir. Taksim merkezli protestoların 28 Şubat yürüyüşleriyle, Cumhuriyet Mitingleriyle yakın akrabalığı ve ortak hedeflere yöneldiği gayet nettir, açıktır.

Ağaç sevgisi, park sevdası olarak maskelenmek istenen şeyin resmi ideolojiyi ve laik-Batıcı iktidar sınıflarının ayrıcalıklarını koruma stratejisinin bir aracı olduğu gizli değildir. Bu stratejinin hayatımıza yansıyacağı ilk alanlar İslami kimliğin kamusal alandan tecrit edilmesi ve Kürt sorununda inkâr ve asimilasyon politikalarına dönüştür. Bu süreçteki çevreci kaygılardan bin misli fazlası militarist-laik kaygılar olarak somutlaşıp karşımıza dikilmiştir. Karşımıza dikilen bu heyulanın halkın İslami kimliğine yönelik Kemalist-laik; Kürt kimliğine yönelik ulusalcı-Türkçü bir tahakküm olduğunu anlamamak için akıl ve mantıktan hepten yoksun olmak gerekir.

Sivil değil militarist bir organizasyon var orta yerde. Özgürlükçü değil bilakis despotik söylemler eşliğinde Kemalist oligarşiyi tahkim hedefi ağır basan bu hareketliliğin sahibi Müslüman halk değil devlet sınıfları ve paralelinde konuşlanmış sol-Kemalist, sosyalist veya liberal unsurlardır. Hükümetle ilişkilerinde son dönemlerde sorunlar yaşayan ve bu yüzden bir müddettir abartılı bir tarzda muhalif bir söylem ve tutum geliştiren Hizmet Cemaatinin de bu koro ile birlikte aynı kulvarda koşması anlaşılmaz bir tutumdur. Bu noktada duyarlı ve samimi tüm kesimleri gelişen süreçte dar örgüt çıkarlarını, kişisel ihtirasları, popüler olma kaygılarını değil, asli kimliğini merkeze almaya ve halkın İslami değerlerine ve kimliğine düşman bir anlayışı güçlendirecek tutumlardan kaçınmaya çağırıyoruz. 

İslami kimliğimiz doğrultusunda mevcut laik-Kemalist sistemin işleyişine muhalif duruşumuz da AK Parti Hükümetinin adalet ve hukuk ekseninde gelişmeyen birtakım icraatlarına karşı duyduğumuz rahatsızlık da Kemalist darbe özlemcilerinin politik manevralarına, mevzi kazanma gayretlerine karşı asla duyarsız, sorumsuz kalmamızı getirmemelidir. Polisin yer yer aşırı şiddete başvurmasını da hükümet kadrolarının kâr hırsıyla zaman zaman gayet çirkin bazı uygulamalara imza atmasını da eleştirmek bir hak, daha ötesi sorumluluktur. Mamafih halkın tercihlerine, kimliğine değer vermeyen, bilakis her fırsatta düşmanlık eden darbe özlemcilerinin sureti haktan gözükerek öne çıkarttıkları süslü, cilalı söylemlerin ardındaki asıl hedeflerini, kirli niyetlerini görmemek, idrak etmemek büyük bir basiretsizlik; azgınlıklarına ve tahammülsüzlüklerine sessiz kalmaksa bağışlanamaz bir suçtur.

ÖZGÜR-DER

Basın Açıklaması Haberleri

Türkiye’nin göç raporu yayınlandı
“Çocuk katliamlarına, ayrımcılık ve şiddetine dur de!”
İslami STK'lar: Gazze için meydanlara inmekten vazgeçmeyeceğiz
Ey Sisi, Gazze halkının açlık ve susuzluktan ölümünü daha ne kadar seyredeceksin?
ANFİDAP: “Sisi Gazze’deki soykırıma sessiz kalma utancından kurtulmalıdır”