27 Mayıs darbesinin, devasa bir zorbalık uygulaması olmasının yanında kendisinden sonra gerçekleştirilen darbelere de ilham kaynağı teşkil ederek kirli bir çığır açtığına dikkat çeken Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya, darbenin 50. Yılı vesilesiyle bir basın açıklaması yaptı. Kirli ve zorba mantığa rağmen belli çevrelerde hala darbeciliğin savunulduğunu belirten Rıdvan Kaya, bir parça siyasi tutarlılık ve ahlak kırıntısı taşıyanların darbe alçaklığını savunabilecek ya da mazur gösterecek bir söylem ve tutum geliştiremeyeceklerini söyledi. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un 19 Mayıs'taki açıklamalarına da atıf yapan Kaya, Genelkurmay'ın darbecilik geleneğini açıkça reddetmesi gerektiğini vurguladı.
Özgür-Der Genel Merkezi'nden yapılan açıklamanın tam metni:
Tam Yarım Asırdır Süregelen Bir Kirli Geleneğin Başlatıcısı
27 MAYIS ZORBALIĞINI LANETLİYORUZ!
26 Mayıs 2010
Türkiye'nin yakın dönem siyasi tarihi, iktidar gücüyle hareket eden elitlerin, cahil ve değersiz gördükleri halk yığınlarını zapturapt altına alma ve toplumsal mühendislik projeleriyle biçimlendirmeye kalkışmalarının türlü örnekleriyle dolu. 27 Mayıs 1960 darbesi ise bu zorbalık geleneğinin en önemli halkalarından birini teşkil ediyor. Türkiye bugün 50. yılını dolduran bu darbenin kanlı ve kirli mirasıyla her alanda boğuşmayı sürdürüyor. Tam yarım asır önce gerçekleştirilen 27 Mayıs darbesi, devasa bir zorbalık uygulaması olmak yanında kendisinden sonra gerçekleştirilen darbelere de ilham kaynağı teşkil etmiş, kirli bir çığır açmıştır.
Kendisini resmi ideolojinin muhafızı kabul eden asker-sivil bürokratların işbirliğiyle gerçekleştirilen 27 Mayıs darbesi zaten militarist bir mantık temelinde kurgulanmış Cumhuriyet'in halka güvensizliğinin ve dayatmacı zihniyetinin somut bir tezahürüdür. 1946'dan itibaren tek parti döneminin otoriter-faşizan atmosferinin sona ermesi ve harici baskılar neticesinde çok partili sisteme geçilmesinin laik-Kemalist kadrolarda derin bir tahammülsüzlüğe sebebiyet verdiği bilinmektedir.
Darbecilerin Derdi Hukuk Değil, İktidardır!
Her ne kadar bilahare darbeciler, Demokrat Parti hükümetinin muhalif siyasiler, üniversiteler ve basın üzerinde baskı uyguladığı iddialarını darbeye gerekçe olarak öne sürmüş olsalar da bunun sadece hukuksuzluğa bir kılıf, bir bahane olduğu açıktır. Nitekim bir kısım darbeci zevatın bilahare yayınlanan anılarında daha DP iktidarının ilk ayında, ezanın tekrar Arapça okunmasına izin verildiği andan itibaren orduda cuntaların oluşmaya başladığının itiraf edilmesi tahammülsüzlüğün kaynağını ve hedefini net biçimde ortaya koymaktadır.
Seçilmiş hükümeti muhalifler üzerinde baskı kurmakla suçlayanların neler yaptığına bakmak iddialarının darbeye meşruiyet kılıfı aramak olduğunu göstermeye yeter. Partiler üzerinde baskı kurulduğunu iddia edenler iktidar partisini kapatmış, mensuplarını hukuk dışı yargılamalarla mahkûm etmişlerdir. Anayasayı ihlal etmek suçlamasıyla Başbakanı ve iki Bakanı idam edenler anayasayı toptan iptal etmiş ve bu uygulamalarıyla daha sonraki darbe dönemlerinde karşılaşılan anayasayı ortadan kaldıran darbecilerin, muhalifleri "anayasayı değiştirmeye teşebbüs suçlamasıyla idamla yargılamaları" garabetinin de yolunu açmışlardır. Basına sansür uygulandığını iddia edenler, darbecilere en küçük eleştiri getiren basın mensuplarını sert cezalarla susturmuşlardır. Üniversitelere hükümetin baskı uyguladığını söyleyenler, üniversiteden atılacak hoca listeleri yayınlamışlardır. Kısacası özgürlük vaat edenler muhaliflerine her türlü baskıyı uygulamışlardır.
27 Mayıs'ta ordu içinde oluşturulan cuntalarla iktidara el koyma geleneğini başlatan askerler, sonraki yarım asır içinde ülkenin yoğun bir militarist kuşatma içinde debelenmesinin de sorumlusudurlar. Halkın seçtiği siyasi kadroları kendi belirledikleri ölçülere göre "sapkın", "gayri meşru" ve "yetkisiz" kabul edip, silah zoruyla iktidardan uzaklaştırmaya kendilerini mezun görenler 12 Martların, 12 Eylüllerin, 28 Şubatların da yolunu açmışlardır.
Ne yazık ki, aradan geçen 50 yıla rağmen bu kirli ve zorba mantığın kimi çevrelerde hala savunulduğunu gözlemliyoruz. Darbecilik "siyasiler sorumluluklarını üstlenmezlerse, ülkeyi kaosa sürükleyen adımlar atmaktan kaçınmazlarsa, rejimin temeli ile oynamaya kalkışırlarsa" diye başlayıp devam eden bir dizi demagojiyle savunulmaya, meşru gösterilmeye devam etmektedir. Oysa yaşanan bunca tecrübeden, acı olaydan sonra darbe alçaklığının hiçbir biçimde savunulmayacağını, savunulmaması gerektiğini herkesin öğrenmesi gerekirdi. Gerçekten de bir parça siyasi tutarlılık, ahlak kırıntısı taşıyan hiç kimse darbecilik denilen zorbalığı, hukuksuzluğu haklı çıkartacak, mazur gösterecek bir söylem ve tutum içerisine giremez, girmemelidir.
Genelkurmay Darbecilik Geleneğini Açıkça Reddetmek Zorundadır!
Bu vesileyle en son olarak 19 Mayıs vesilesiyle yaptığı konuşmada Genelkurmay Başkanı'nın siyasi konularda ahkâm kesme geleneğini sürdürmesinin de kabul edilemezliğine dikkat çekmekte yarar görüyoruz. Genelkurmay Başkanının siyasi partilerin Anayasanın 24. maddesine uyup, uymadıklarını denetlemek gibi bir görevi yoktur. Emri altındaki hükümetin icraatını eleştirir bir pozisyonda algılanmasına yol açacak demeç vermek Genelkurmay Başkanının haddi olmamalıdır. Hiç şüphesiz bu tür açıklamalar, söylemler darbecilik kültürünün ürettiği yanlışlardır. Genelkurmay Başkanı ülkenin güvenliğini, halkın huzurunu düşünüyorsa, hukuk dışı oluşumları cesaretlendirecek söylemlerden kaçınmalıdır. TSK'nın darbecilikle birlikte anılmasından rahatsızlık duyan bir Genelkurmay'ın yapması gereken ilk iş geçmişte gerçekleştirilmiş tüm darbeleri lanetlemek olmalıdır. Yarın bunun için gayet uygun bir gündür!
ÖZGÜR-DER