Hani biz yıllardır, "Ne istiyorsunuz, açıkça söyleyin" diyorduk ya, Kürtler'in bir kesimi, daha doğrusu PKK-BDP kanadı ne istediğini bir taslak halinde ortaya koydu.
Ama şimdi, yıllardır "Çıkarın ağzınızdaki baklayı, ne istiyorsanız açıkça söyleyin" diye sıkıştıranlardan bir bölümü kırmızı görmüş boğa gibi saldırıyor: "Biz bunları tartışmaya açtırmayız!"
Peki ne bekliyordunuz "Ne istiyorsanız açıkça söyleyin" derken? Sadece sizin kabul edebileceğiniz kadarını istemelerini ve söylemelerini mi?
Ne kastediyordunuz "şiddetin yerini siyasetin" alması derken? Siyaset yoluyla çözüm, her türlü siyasi projenin ortaya atılıp halkın ve parlamentonun tartışmasını ve onayına sunulmasını içermeyecekse başka neyi içerecek?
Eğer kendi yasakçılığınıza yargıyı paravan yapmak niyetindeyseniz; "yasalarımız özerkliğin tartışılmasına izin vermez" diyorsanız, bilesiniz ki Anayasa Mahkemesi hiç de sizin gibi düşünmüyor. Mahkeme, Hak-Par'ın kapatılması davasında aldığı kararla, özerklikten daha da ileri bir model olan federasyonu savunmayı fikir özgürlüğü kapsamında değerlendirmiş ve Hak-Par'ın programında federasyonu savunduğu için kapatılamayacağına hükmetmişti.
Dolayısıyla zamanın, "şunları şunları tartışmaya açtırmayız; şunları şunları konuşturmayız" deme zamanı olmadığını, bu tartışmanın "kontrollü" bir tartışma olamayacağını kabul edip, bağırmak çağırmak yerine bir an önce tartışmaya başlasak iyi olur.
Tartışmaya başlarken de bir konuyu netleştirmemiz gerekiyor.
Önümüzde cevabını mutlaka bulmak zorunda olduğumuz bir soru var: Kürtler'in ve Türkler'in barış içinde bir arada yaşamaları için en iyi formül nedir?
Eğer bu soruya, "biz zaten barış içinde bir arada yaşıyoruz, Kürtler'le Türkler arasında bir sorun yok" diyorsanız, tekrar başa dönmeyi ve ilelebet savaşmayı göze alıyorsunuz demektir. Çünkü bu çatışmanın otuz yıldır bitmemesi, her iki tarafın da kazanamayacağı bir kırıma dönüşmesi, ortada bir sorun olduğunu, Kürtler'in (sadece PKK-BDP'lilerin değil, Kürtler'in) önemli bir kesiminin mevcut durumu kabul etmediğini, artık Türkiye devleti içinde eskisi gibi yaşamak istemediğini, daha adil, daha eşitlikçi ve daha özgür bir ilişki istediğini ortaya koyuyor.
Yani her şeyi unutup başa dönmek gibi bir seçeneğimiz yok. Öyleyse ileri gitmek ve yeni bir Anayasa ile yeni bir birlikte yaşama modeli kurmak zorundayız.
Ben, Demokratik Toplum Kongresi'nin çalıştayında PKK-BDP kanadının bir taslakla kendi görüşlerini ortaya koymasını bu bakımdan olumlu buluyorum.
Çalıştay öncesi yazdığım iki yazıda BDP yöneticilerinin Kürtçe konuşma meselesini epeydir gündemlerinde olan "tek taraflı özerklik ilanı" planının bir parçası olarak ele aldıklarından endişe ettiğimi yazmıştım. Bu endişemin tamamıyla giderildiğini söyleyemeyeceğim ama BDP temsilcilerinin çalıştay sonrası yaptıkları açıklamalar, BDP'nin -en azından şimdilik- özerkliği bir emrivaki olarak dayatmak yerine tartışmaya açmayı seçtiğini gösteriyor ki bu da bize teklif ettikleri tartışmaya katılma, ortaya koydukları taslağı tartışma, eleştirme görevini yükler.
Ama altını çizerek belirtmek gerekir ki, burada yapılabilecek en büyük yanlış, bu tartışmanın tek bir taslak üzerinde yürütülmesi; bu taslağın kabulü ya da reddi temelinde bir saflaşma yaşanması olur. Çünkü bu konu, Kürt-Türk hepimizin yıllardır kafa yorduğu, hepimizi yakından ilgilendiren bir konu ve sorduğumuz soruya iki şıklı cevap anahtarından doğru cevabı bulmaya çalışmıyoruz. Zaten elimizdeki tek metin de son çalıştayda ortaya konan metin değil. Tartışma masasında, daha önce Ömer Dinçer tarafından hazırlanmış ama Sezer tarafından veto edilmiş Yerel Yönetim Reformu Yasa Tasarı, bir kılavuz olarak değerlendirebileceğimiz Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı metni, bundan yıllar önce Tarhan Erdem'in liderliğinde hazırlanan Demokratik Cumhuriyet Programı'nda ortaya konan yerel yönetim modeli, yine üç dönem üst üste belediye başkanlığı yapmış tecrübeli siyasetçi Celal Doğan'ın hazırlayıp kamuoyuna açıkladığı model ve daha varlığından haberdar bile olmadığımız kim bilir kaç taslak, kaç rapor, kaç proje...
Şimdi yapılması gereken şey, bütün bu metinleri didik didik ederek, başka metinler üreterek, başka ülkelerin deneyimlerinden yararlanarak kendimize özgü bir model yaratmak için kıyasıya tartışmaktır.
Bugün bu tartışmayı tehdit eden iki tehlike var karşımızda: Bunlardan biri tartışmanın yargı yoluyla kesilmesi, diğeri PKK'nın tehdit ve baskılarıyla kesilmesi.
Çözüm isteyenlerin her iki tehdide de aynı kararlılıkla karşı çıkması gerekiyor.
Dikkat ederseniz, yazımın başından beri söylediğim her şey, hâlâ usule ilişkin...
Artık esasa girebilir, yani nasıl bir özerklik, nasıl bir yerinden yönetim, nasıl bir idari yapı soruları ışığında PKK taslağının eleştirisine girişebiliriz.
BUGÜN