12 Mayıs tarihli yazımda, tamamen İslamiyet'in, özel hayata ve mahremiyetin masunluğuna verdiği değeri anlatmaya çalıştım. Amacım, suç işleyen şu veya bu şahısları temize çıkarmak (teberi) değil, modern Batı'nın pek övündüğü "özel hayatın korunmuşluğu" ilkesinin İslam'ın ilk dönemlerinden itibaren titizlikle sivil-medeni hayatta uygulandığını göstermekti.
Bu ülke Müslüman ise konuyla ilgili düzenlemeler yapıldığında, söz konusu referansların da kaale alınması gerekir. Maalesef hükümetlerin yaptığı "ben kargadan başka kuş tanımam" misali, her şeyi Batı'dan kes-yapıştır yöntemiyle almaktan ibarettir.
Yine amacım, Batı hukuk telakkisinde savunulagelen "özel hayat" felsefesi ile İslam arasında birebir benzerlikler kurmak da değildi. Gayet açık ki, İslam'ın özel hayattan anladığı ile Batılıların ve özellikle liberallerin anladıkları hayli farklıdır. Şöyle ki:
1) Kişilerin özel/mahrem hayatlarında işledikleri suçlar başkalarının can, mal ve namus emniyetine, toplumun güvenliğine zarar vermediği sürece araştırılmaz. Bu, "ayıp ve kusurları araştırma"nın ahlaki olarak mümkün görülmemesi dolayısıyla değil, hukuki olarak da mümkün değildir. Devlet insanların evlerine kameralar yerleştirip ne yaptıklarını tespit etmeye kalkışamaz. Ancak özel hayatta içki içiliyor veya zina yapılıyor diye, içki ve zina fiili "meşru" değildir. Her halükarda içki, kumar, zina vs. fiiller haramdır. Belki gözlerden uzak içki içilmiştir, ama Allah her şeyi gören (basir), her şeyi bilen (alim) ve her şeyden haberdar (habir) olandır. Dünyada cezadan kaçabilirsiniz, ama ahirette kaçamazsınız. Hukuken korunan, ahlaki ve manevi olarak korunmayabilir.
2) Özel hayat mutlak anlamda övülen bir alan değildir. Kişi ma'rifetünnefs, ma'rifetülhalk ve ma'rifetullaha ulaşmak amacıyla kendi iç dünyasında enfüsi yolculuklara, farklı ruhi tecrübe ve tefekküre daldığı müddetçe bu iyidir; ama her tür denetim ve gözetimden uzak bir özel hayat nefsin istek ve tutkularının hükümferma olduğu günah diyarına döner. Meşhur dua şöyledir: "Allah'ım beni nefsimle baş başa bırakma!"
3) Batı telakkisine göre, kimse özel hayata karışamaz, orada her ne yapılmışsa bu, kimseyi ilgilendirmez. Sanki bir fiil "özel hayatta/mahrem alan"da yapıldı mı niteliği ne olursa olsun "meşru" olur, başkalarının ayıplamasına, hakkında olumsuz fikir yürütmelerine maruz kalamaz. Hele kişilerin bireysel özgürlükleri söz konusuysa, kimse fiilin niteliği konusunda değer hükmü bile öne süremez. Bütün suç ve günahlar bireysel özgürlüğün kullanımıyla olur, sevap ve güzel işler de. Evli kişilerin zinası veya nikâhsız beraberlikler -bireysel tercih ve özgürlüğün kullanımı çerçevesinde de olsa- günah ve suç fiilleri olma özelliklerini kaybetmezler.
4) Özel hayatlarında günah sayılan bir fiili işleyenler, bunu açıklamaktan veya teşhir etmekten kaçınmalılar. Çünkü yapanın toplum üzerindeki etki gücüne göre, günah fiili yaygınlık kazanmış; suç ve günah sevdirilmiş, özendirilmiş olur. Pop ve top yıldızlarının her gün ekranlarda sergilenen hayatları, televizyon dizilerinde ahlak dışı ilişkilerin empoze edilmesiyle, günah ve suç toplumda kanıksanır hale gelir. Zaman içinde gençler ve aileler, rol modellere bakarak benzer ilişkileri yaşamaya başlar. Said Nursi hazretleri "Batılı tasvir etmek zihinleri idlal eder" demiştir ki, doğrudur.
5) Allah-insan ilişkisi açısından bakıldığında özel hayatta sınırlı tutulan bir günah belki af ve mağfirete konu olabilir. Kul haklarını ihlal etmediği müddetçe, dilerse Allah kulunu affeder. Ama günahın bu şekilde teşhiri, itirafı ve şüyuu, başkalarının, belki milyonlarca insanın günah fiiline şahit olmasına yol açar. Günaha şahit tutulmaz. Günahın teşhiri günahkârın aleyhinedir.
6) Özellikle büyük günah işlediği sabit olan bir şahıs, bunu özel hayatında işlesin işlemesin, hemen tevbe etmeli ve bir daha asla bunu tekrar etmeye kalkışmamalıdır. Çok önemli bir mevkide ise bu ağırlıkta suç işleyen biri ehliyetini, mesela yönetici olma vasfını kaybeder.
ZAMAN