Taha Kılınç / Yeni Şafak
Taşkent’in öbür yüzü
Özbekistan’ın başkenti Taşkent’in ana bulvarlarından birinin üzerinde, kubbelerinin renginden ötürü Gökçe (Yeşil) Mescit olarak bilinen büyük bir cami vardır. Ana avludan ilerleyip, arkadaki hazire kısmına geçtiğinizde, kabristanın karşı ucunda yüksekçe bir türbe görürsünüz. Burada Sühreverdiyye tarikatının kurucusu Ebû Hafs Şihâbuddîn Ömer’in (v. 1234) oğlu Şeyh Zeynuddîn (1164-1259) medfûndur. Uzunca bir ömür süren Şeyh Zeynuddîn, Sühreverdiyye’yi Türkistan havzasına yayan isim olarak bilinir.
Türbeye doğru adım adım yaklaşırken, sol tarafta, etrafındaki tüm kabirlerden ayrı, bembeyaz mermerden işlenmiş bir lahitten gözünüzü alamazsınız. Başına dikilen taş, merhumun kimliğini açık eder: Şâkir Han Töre oğlu Alihan Töre Sagunî - Şarkî Türkistan İslâm Cumhuriyeti Cumhurreisi, Mareşal, Büyük Özbek Edibi ve Mütefekkir. Benim gibi, mezar taşlarındaki detaylar sizi hemen uzun okumalara ve araştırmalara sevk ediyorsa, karşınıza muhteşem bir hayat öyküsü çıkacak demektir:
Alihan Töre, Özbek asıllı, Nakşî usule yatkın, kuşaklar boyu nice âlimlerin yetiştiği bir ailenin mensubu olarak, 1885’te Türkistan’ın Yedisu vilayetine bağlı Tokmak şehrinde dünyaya gelmiş. “Sagunî” mahlası, Tokmak yakınlarındaki meşhur Balasagun şehrinden. İlköğreniminin ardından dinî eğitimini Mekke, Medine ve Buhara’da tamamlayan ve Özbekçenin yanında Arapça, Farsça ve Türkçeyi de iyi derecede bilen Alihan Töre’nin siyasî çizgisi, Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte belirginleşmiş. Türkistanlı Müslüman gençlerin Rus ordusu saflarında Osmanlı’ya karşı savaşmalarının haram olduğuna dair fetva yayınlamış, ardından Doğu Türkistan’ın Kaşgar şehrine hicret etmek durumunda kalmış. Dinî ve siyasî çalışmaları sebebiyle hem Sovyet Rusya hem de Çin yönetimlerinin tazyikine uğrayan Alihan Töre, 1945-1946’da Şarkî Türkistan İslâm Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanlığını üstlenmiş. Görevi sırasında Çin yönetimine karşı aktif bir mücadele yürüten Töre, 13 Haziran 1946’da Gulca’daki Sovyet Konsolosluğu tarafından organize edilen bir operasyonla gizlice Taşkent’e kaçırılmış. 28 Şubat 1976’daki vefatına kadar Taşkent’te zorunlu ikamete tabi tutulan Alihan Töre, bu süre zarfında hem ilmî faaliyetlerini sürdürmüş ve talebe yetiştirmiş hem de hatıratını kaleme almış.
Bu sürükleyici hikâyenin ardından, kabristandan çıkıp yeniden Taşkent’in kalabalığına karışınca, insan adeta bambaşka bir zamana ışınlanmış gibi hissediyor. Üç milyonu aşkın nüfusuyla hem Özbekistan’ın hem de tüm Orta Asya’nın en büyük şehri olan Taşkent, ülkedeki diğer bölgelere oranla tarihî dokusu daha zayıf bir şehir. Geniş ve uzun bulvarlar, bitişik nizam apartman blokları ve devasa yeşil parklarıyla, Taşkent’e Rusların elinin değdiği çok belli. Ancak bu durum, bir mecburiyetin neticesinde gerçekleşmiş:
26 Nisan 1966 günü, sabah saat 05.23’te, Taşkent tarihinin en şiddetli depremlerinden birini yaşamış. Şehrin yüzde 80’lik kısmı yerle bir olurken, tarihî doku da büyük hasar görmüş. Çok az sayıda binanın ayakta kalabildiği depremin şiddeti, Ruslar tarafından 5,2 olarak açıklanmış. Resmî verilere göre, ölü sayısı yalnızca 100 civarında. Oysa yıkımın boyutları depremin şiddetinin
7 dolayında olduğunu, on binlerce insanın da hayatını kaybettiğini düşündürüyor. Nitekim bugün yapılan araştırmalar, Rusların o dönemde ciddi bir karartma uyguladığını ortaya koyuyor.
Depremden sonra, Taşkent hızlı bir şekilde yeniden imar edilmiş. Sovyet cumhuriyetlerden ve çevre ülkelerden çok sayıda usta ve işçi şehre akın ederken, imar çal ışmaları tamamlandıktan sonra Taşkent’in demografisi de büyük ölçüde değişmiş. Depremin şehir halkına bir diğer tesiri de, dindarlaşmanın ve İslâm’a yönelişin yoğunlaşmış olması. 1966 depreminden bahsedilirken, bugün bile Özbeklerin ağzından şu cümleleri duymak mümkündür: “Deprem sabah namazı vaktinde yaşandı. Namaz için uyanık olanlar ilk sarsıntıyla beraber kaçıp kendini kurtardı, gafletle uykusuna devam edenler enkazın altında ölüp gitti.”
Taşkent’i böyle bir başka yüzüyle temaşa ederken, şehrin bağrında İslâm nöbeti tutan Şeyh Zeynuddîn’e, Alihan Töre Sagunî’ye, İmam Buhârî’nin takipçisi Ebûbekir Kaffâl Şâşî’ye, Hoca Ahmed Yesevî’nin talebelerinden Ay Hoca Zengi Ata’ya ve Yesevî ahfâdından Süzük Ata’ya rahmet ve selam olsun.