Özbekistan'da geçmişin izleri: Hive

Taha Kılınç, Özbekistan'ın Hive şehrinin tarihini anlatırken geçmişten günümüze yansıyan izlerin peşinde gidiyor.

Taha Kılınç / Yeni Şafak

Ölümün gölgeleri

Yanına yaklaşıp tam dibinde durunca, heybetini ve güzelliğini, tevazu içinde etrafındaki turkuaz kubbelerle paylaşmış olduğunu fark ettim. Uzaktan seyrederken, etrafını saran binalar ağının arasından yükseliyor gibiydi. Yakından bakınca ise, çevresinden tamamen sıyrıldı; gözümde büyüdükçe büyüdü, tek başına göklere doğru uzanan nazenin bir sütuna dönüştü. Cesaretimi topladım. Yeşil, mavi, beyaz ve kahverengi tonların ustaca işlendiği tepe noktasına doğru tırmanmaya koyuldum. Tam 118 basamağı sabırla çıktıktan sonra, İpek Yolu güzergâhındaki kadîm şehirlerden Hîve, nefes kesici güzelliğiyle gözlerimin önüne serilmişti.

Kaidesiyle birlikte yüksekliği 56 metreyi bulan İslâm Hoca Minaresi, Hîve’yi somut bir şekilde kavramak için mutlaka çıkılması gereken bir zirve. “Zirve” kelimesini sadece mimarî anlamda kullanmıyorum, minareyi yaptıran İslâm Hoca, günümüzde Özbekistan’ın batısında küçük bir şehre dönüşen Hîve’de vaktiyle hüküm süren Hîve Hanlığı’nın en dikkate değer isimlerinden biri:

1511’den 1920’ye kadar Hîve ve çevresinde hâkim olan Hanlık, 1873’te Rus Çarlığı tarafından “himaye” yönetimi altına alındıktan sonra, Hîve eşrafının Ruslarla yakın teşrik-i mesaisi başlamış. Rusların gelişinden bir yıl önce doğan Seyyid İslâm Hoca, klâsik medrese tedrisatının yanı sıra, Batılı tarzda eğitim de almış. St. Petersburg ve Moskova’yı defalarca ziyaret eden İslâm Hoca, 1898’de Hîve Hanlığı’nda başbakanlık vazifesine atandığında henüz 26 yaşındaymış. İslâm Hoca, önce II. Muhammed Rahim Han’a, ardından 1910’da tahta geçen oğlu İsfendiyâr Han’a hizmet etmiş; ayrıca kızını İsfendiyâr’la evlendirerek Hanlık ailesiyle akrabalık da kurmuş.

Kendi adıyla anılan minareyi, hemen yanındaki 42 hücreli ve iki katlı medreseyle birlikte 1908-1910 arasında inşa ettiren İslâm Hoca, özellikle eğitimin modernleştirilmesi yönünde attığı adımlar yüzünden geleneksel ulemanın hedefi haline gelmiş. Nihayet, bizzat damadı İsfendiyâr Han’ın görevlendirdiği suikastçılar tarafından 1913’ün 9 Ağustos gecesi bıçaklanarak öldürülmüş. Hem de sarayda damadının tertiplediği bir ziyafetten dönerken…

Sonrasında İsfendiyâr Han 1 Ekim 1918 günü bir ayaklanma sırasında öldürülecek, onun oğlu Seyyid Abdullah Han’ın kısacık yönetiminin ardından, Bolşevikler 1920’de Hîve’yi resmen ilhak edecektir.

Bugün ziyaretçilerin keyifle ve adeta huşu içinde sokaklarını adımladıkları Hîve’de, neredeyse her sembol eserin arkasında bir başka suikastın ve ölümün gölgesi var:

İslâm Hoca Minaresi’nin hemen batısına düşen büyük medresenin bânîsi Şirgazi Han, 1726’da kendi köleleri tarafından öldürülmüş. Hîve’nin bir başka simgesi olan Kalta Minor’un (Kısa Minare) inşaatı, bânîsi Muhammed Emin Bahadır Han 1855’te katledilince yarıda kalmış.

***

İnsanoğlu kendi yaşadığı zaman diliminden başka zamanlara öykünmeye çok meyyal olduğundan, tarihi okurken, sıklıkla muhayyilemizin bize kurduğu tuzaklara düşeriz. “Eski zamanlar”ın hep bugünden daha güzel olduğunu düşleyip dururken, o zamanlarda yaşanan dramlar, trajediler, istikrarsızlıklar, emniyetsizlikler, kaos ve krizler, suikastlar, düşman saldırıları, savaşlar ve daha birçok şey, aklımıza gelmez bile. Maziyi bugün turist kılığında kolaçan etmek ve hayaller kurmak hiçbir risk barındırmaz çünkü. Taraf tutmanın da bize kaybettireceği bir şey yoktur.

“Eski zamanlar”da muhakkak keyifli, şanslı ve nasipli hayatlar süreceğimizi düşündürür bize şuuraltımız. Oysa şimdi kitaplarda okuduğumuz hadiselerin bizzat içine düşmüş olsak, hangi safta duracağımızı asla kestiremeyeceğimiz gibi, aniden patlak veren bir savaşın isimsiz kurbanları arasına yazılmayacağımızın da garantisi yoktur. Ancak kimse bu talihsiz ihtimalleri kendisine yakıştırmaz elbette.

***

Hîve’yi bu yedinci ziyaretim. Her birinde, şehrin ruhunda ve karakterinde bambaşka pencereler açıldı benim için. Bu defa, ölümün gölgelerinin Hîve’yi ne kadar sıkı kuşattığını fark ettim. Dünden bugüne muhasebeler eşliğinde.

Siz bu yazıyı okurken, ben Kızılkum Çölü’nü geçmek için uzun bir yolculuğa hazırlanıyor olacağım. Çarşamba günü, Buhara’dan izlenimlerle bu köşede buluşmak üzere…

Yorum Analiz Haberleri

Gazze katliamında ABD'nin rolü
Endonezya’da “Değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen” madde: Filistin davası
"Mustafa Kemal'in askerleri"ne ne zaman dur diyeceğiz?
Gazze katliamı ve Hasbara’nın iflası
Medyadaki ahlaksızlığa neden göz yumuluyor?