Geceyi geçirdiğimiz otelin penceresinden görünen firuze kubbelerin üzerindeki sis perdesi Semerkand’ı daha gizemli bir hale sokuyor, bembeyaz sis şehrin üzerini adeta ince bir tül gibi sarıyordu. Orta Asya’nın üç güzelinden biri olan Semerkand’a tekrar kavuşmak içimde tarifsiz bir sevince neden olmuştu. Şehir daha uyanmamışken sabahın bu saatinde uykumu kaçıran da sanırım bu sevinçti. Gariptir, kadim İslam şehirlerini her ziyaret edişimde sanki bu şehirlerde daha önce uzun süre yaşamışım duygusuna kapılıyorum. Çocukluğum bu sokaklarda geçmiş gibi ilginç bir yakınlık duygusu. Semerkand da sabahın bu saatinde bir kez daha bana bu duyguyu yaşatıyor, bu şehrin hafızamın bir yerlerinde yıllarca saklandığını hissettiriyordu.
Başkent Taşkent’den yola çıkıp içlerinde Türk, Kürt ve Özbeklerin olduğu bir grup arkadaşla birlikte bir gün önce Semerkand’a giriş yapmıştık. Eski bir Özbek evi olan otelimize yerleşir yerleşmez arkadaşlara hemen Registan Meydanı’na gitmemiz gerektiğini söyledim. Heyecandan öyle hızlı yürüyormuşum ki arkadaşlar birkaç kez bana yetişemediklerini söyleyip uyarıda bile bulundular.
Semerkand’ın ara sokaklarını, geniş caddelerini aştıktan sonra Registan Meydanı tüm güzelliğiyle karşımıza çıktı. Turkuaz renkli kubbeler adeta etrafa güzellik saçmak için birbirleriyle yarışıyorlardı. Registan “Kumlu Yer” anlamına geliyor. Uluğ Bey, Şher- Dor ve Tilla-Kari Medreseleri’nden oluşan bu ihtişamlı yapıda bir zamanlar akaid, fıkıh, tefsir gibi derslerin yanında coğrafya, fizik, matematik gibi dersler de veriliyor ve öğrenciler astronomik gözlemler yapıyormuş. Meydan’daki medreselerin dört bir tarafı ayetlerle doluydu. Bir arkadaşımız burada bir zamanlar ilmi ve bilimsel çalışmalar yapılsa da ön plana çıkarılanın hep ayetler olduğunu, asıl köke işaret edildiğini söyleyince biz de arkadaşlarla uzun uzun Kur’an ile İslam şehirleri arasındaki bağı, vahyin ilim ve bilimin önünü nasıl açtığını konuştuk. Bu arada Registan Meydan’ı Semerkand’ı ışıl ışıl aydınlatmaya devam ediyordu.
Semerkand sadece Registan Meydanı’ndan ibaret bir şehir değil. Bu şehre gelindiğinde Timur’un eşi için yaptırdığı Bibi Hanım Camii’ni, Özbekleri daha yakından tanıma imkânı bulabileceğiniz Siyop Pazar’ı, pazarın ilerisindeki Hızır Mescidi’ni, şehrin biraz dışındaki Uluğ Bey Rasathanesi’ni görmeli; Peygamberimizin amcasının oğlu Kusam İbni Abbas’ın da kabrinin bulunduğu Şah-ı Zinde’yi, Gur Emir ve İmam Maturidi’yi de ziyaret etmelisiniz.
Modern kentlerde gökdelenler gökyüzünü kapatırken kadim İslam şehirlerinde göğü tüm berraklığıyla yoğun şekilde hissediyorsunuz. Semerkand’ın özellikle Eski Şehir bölümünü, Registan ve çevresini gezerken içimde hep bir gökyüzü ferahlığı vardı. Yeni Semerkand bölümüne geçer geçmez ise gökyüzü sanki birdenbire kayboldu. Tarihin farklı dönemlerinde dünyaya hâkim olan düşünce biçimiyle kurulan ilişki aslında hayatın her yönüyle hatta şehirle kurulan ilişkiyi de şekillendirir. Bugün hayatı ve şehirleri okurken mutlaka klasik dönemi alt edip ortaya çıkan modernizmin düşünce dinamiklerini de göz önünde bulundurmalıyız. Çünkü modern mimari denilen yapı gerçekte modern düşüncenin taşa, sokağa, binalara yansımasıdır. Modernizm aslında bir taraftan herşeyi tektipleştirirken diğer taraftan da ruhsuzlaştırıyor. Modern düşüncenin taşıdığı tüm paradokslar, tüm gelgit ve huzursuzluklar kutu gibi evler, siteler ve gökdelenler üzerinden hayatlarımıza boca ediliyor.
Buhara’da farklı zamanlara yolculuk
Semerkand’dan sonra Buhara’ya gitmek için yola çıktık. Buhara’dan önce Semerkand’a yarım saat uzaklıktaki İmam Buhari’nin kabrinin bulunduğu Hartenk Köyü’ne uğradık. Fakat İmam Buhari’nin kabrinin bulunduğu bölgenin genişletilme çalışmaları nedeniyle kapalı olduğunu öğrenince biz de İmam Buhari’nin hayatının anlatıldığı müzeyi gezip yolumuza devam ettik.
Sokaklarını bir zamanlar birbirinden değerli âlim ve filozofların adımladığı Buhara’ya girdiğimizde gün çoktan geceye dönmüştü. Yine yol arkadaşlarıma yönelik yoğun teşviklerimle otele yerleşir yerleşmez soluğu Kalan Minaresi’nin bulunduğu meydanda aldık. Ben iki yıl sonra Kalan Minaresi ile tekrar kavuşmanın mutluluğunu yaşarken, Karahanlıların Türkistan coğrafyasındaki en nadide eserlerinden biri olan minarenin güzelliği gözleri kamaştırmaya devam ediyordu. Semerkand’ın kalbi nasıl Registan Meydanı’ysa Buhara’nın kalbi de Poi Kalyan Meydanı’dır. Kalan Minaresi, Cuma Camii ve Mir-i Arap Medresesi’nin bir arada bulunduğu meydan şehrin adeta bir özeti gibidir.
Geceyi Buhara’nın en hareketli yerlerinden biri olan Lebi Havuz’a yakın bir otelde geçirip sabah erken saatlerden itibaren Buhara’yı gezmeye başladık. Dar sokaklardan süzülen güneş parçaları adımladığımız yollarda gölgeler oluştururken Buhara bizi sanki bambaşka bir mekân ve zamana doğru yolculuğa çıkarmıştı. Eski Çarşılar, medreseler, kervansaraylar gözlerimizi iyice kamaştırmıştı. Bir kez daha yoğun şekilde kadim İslam şehirlerinin aslında aşkın olana bir çağrı, sonsuzluğa açılan bir kapı olduğunu hissediyordum.
İslam şehirleri aynı zamanda farklı kültür ve inançların bir arada yaşama tecrübesinin en güzel örnekleriyle doludur. Buhara da bir zamanlar başta Yahudiler olmak üzere farklı dinler ve ırklardan insanların yaşadıkları bir şehirmiş. Fakat Rusların işgali ve her anlamda insanlık için büyük bir kırılma olan modernizmle birlikte şehir eski mozaiğini kaybetmiş. Modernizmin ürettiği ulusçuluk anlayışı sadece zihinlerimizi değil; genel olarak şehirlerimizi de mahvetti. Bundan yüz sene öncesinin Osmanlı şehirlerini gezen seyyahların yazdıklarını okuyunca modern dünya ile birlikte ne denli zengin, renkli ve dinamik bir yapıyı da kaybettiğimizi fark ediyorsunuz.
Baharat dükkânlarından etrafa yayılan kokuların ve demirci dükkânlarından gelen seslerin eşliğinde Buhara’nın çarşılarını, sert bakışlı bir muhafıza benzeyen şehrin kalesini gezdikten sonra Buhara’ya veda etme vakti gelmişti. Artık rotamızda Hive şehri vardı. Fakat arkadaşlar Taşkent’e geçip oradan uçakla Ürgenç üzerinden Hive’ye ulaşmayı teklif edince ben de kabul ettim. Zaten Özbekistan’a ilk gelişimde karayolu üzerinden Karakum Çölü’nü aşarak Hive’ye gitmiştim. Bu sefer uzun bir kara yolculuğu yerine kısa bir hava yolculuğu yapacaktık.
İslam medeniyetinin en zarif şehirlerinden Hive
Bir gece Taşkent’de kaldıktan sonra sabah erkenden Hive’ye uçtuk. Ürgenç’de bizi bir Özbek arkadaşımız karşıladı ve Hive’de surların içindeki bir otele götürdü. Özbekler sur içindeki kısma İçan Kale “İç Kale”, surların dışında kalan kısma ise Dışan Kale “Dış Kale” diyorlar. Hive’nin bağlı olduğu Harezm ve çevresi Harzemşahlar döneminde devasa bir ilim yuvasıymış. Hatta o dönemler Hive’nin surlarla çevrili İçan Kale bölümünde sadece ilimle uğraşan hoca ve öğrenciler barınırken normal sıradan halk Dışan Kale bölümünde ikamet edermiş. Bizim kaldığımız otel de bir zamanlar medreseymiş. Arkadaşlar hem gece hem de sabah erken vakitte yolculuk yaptıkları için iyice yorgun düşmüşlerdi. Bu nedenle otelde istirahate çekildiler. Fakat ben kendimi bir an önce çok sevdiğim Hive’nin sokaklarına atmak, o güzelim medreseleri, camileri, zarif minareleri, taş sarayları gezmek istiyordum.
Klasik İslam şehrinde hayat ile ölüm arasında dikkat çekici bir bağ vardır. Bu bağı Hive’nin sokaklarını adımlarken sürekli karşıma çıkan mezar ve türbelerden bir kez daha fark ediyordum. Modernizm bize ölümü unutturup hepimizi haz ve hız tutkunu yapmaya çalışırken İslam insana güzel bir ölüm için güzel bir yaşam ve güzel bir şehir inşa etme çağrısında bulunur. Çünkü nasıl bir hayat sorusunun cevabı biraz da nasıl bir ölüm sorusuna verdiğimiz cevapta saklıdır. Bu nedenle İslam şehirlerinde hayatla ölüm içiçedir.
Türkistan coğrafyasındaki en güzel şehirlerden biri olan Hive’nin sokaklarını uzun uzun adımladım ve şehri defalarca tek başıma turladım. Daha sonra da arkadaşlarımla ahşap camilerin şahı olan Cuma Camii’ni, medrese ve sarayları gezip Köhne Saray’ın surlarına çıkarak Hive’nin muhteşem manzarasını seyrettik. Hive buradan bir masal diyarını anımsatıyordu. Yolculuğumuzun son durağı olan Hive’deki Köhne Saray’ın surlarından şehri temaşa ederken zihnimden yine İslam şehirlerinin taşıdığı ruh ve fikrin insanlık için ne büyük bir imkân olduğuna dair düşünceler geçiyordu.
İslam medeniyeti nedir, İslam insanlık için nasıl bir imkân, nasıl bir ferahlıktır sorusunun bir cevabı da Semerkand, Buhara, Hive gibi kadim şehirlerimizde saklıdır. İslam şehri dünyaya Tevhidi hâkim kılma, yeryüzünü güzelleştirme, huzuru yayma idealinin taşa ve mimariye yansımasıdır. İslam şehrinde mahremiyete, sınırlara dikkat edilir ve şehir tabiatla ahenk içinde inşa edilir. Bu şehirlerde iman edenler imanlarının gereğini yerine getirmekle mükellefken iman etmeyenler ise güvenlik ve eminlik içinde yaşama fırsatı bulurlar.
Kadim İslam şehirleri bugün ne yazık ki turistik ve nostaljik mekanlara, ihtişamlı geçmiş anlatısına indirgenmiştir. Bu bir İslam şehrine yapılabilecek en büyük kötülüktür. Bugün bizim asıl peşinde olmamız gereken iz Tevhid’in içinde barındırdığı zengin anlam katmanlarını keşfedip bugüne taşıyacak yeni tarz ve formlar oluşturmaktır. Tevhid inancının anlam katmanlarına nüfus ettikçe önümüze farklı bir bakış ve duyuş imkânı da açılacaktır. Varlığın merkezine Allah’ı alan, tarihi peygamberlerin ürettikleri tecrübe üzerinden okuyan, insanı güzel olmak ve güzelliği inşa etmekle görevlendiren bu anlayış sadece Müslümanları değil; tüm insanlığı yeni bir geleceğe taşıyacaktır.
Semerkand
Buhara
Hive