Turgut Özal’ın ölümünü Bekaa vadisinde Öcalan’ın basın toplantısından dönerken, haberi yazdırmak amacıyla gazeteyi aradığımda öğrenmiştim. Bekaa’daki Bar Elias kasabasından Öcalan’a telefonla yeniden ulaştım. Turgut Özal’ın ölümü haber verdim. Derin bir sessizlikten sonra Öcalan konuştu: “Her şey çok kötü olacak. Turgut Özal’ı öldürdüler. Osmanlı’da oyun çoktur.” Ben, Öcalan’ın o anki değerlendirmelerini o zaman pek gerçekçi bulmamıştım. Günler geçtikçe bu konudaki şüpheler çoğaldı.
Turgut Özal, Kürt sorununu farklı bir şekilde değerlendirebilen, çözüm arayan bir siyasetçi olarak ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. Tabii, Kürt meselesi, Özal’ın sürprizlerle ve etkileyici çıkışlarla bilinen kendine özgü siyaset tarzını gözlemleme fırsatı bulduğumuz alanlardan sadece bir tanesidirÖ Özal, doğal olarak, Kürt meselesini sadece “terörle mücadele” çerçevesinde sunmayı tercih eden askerlerin ve bürokrasinin tepkisini çekmişti.
***
Özal, 1988’de, kimin tarafından örgütlendiği netleşmeyen bir suikast girişimine maruz kaldı.Tetikçi yakalandı, çok kısa süre cezaevinde yattıktan sonra serbest kaldı ve bu suikasta ilişkin hiç bir bilgi vermedi. Aradan 22 yıl geçti.17 Eylül 2010 tarihinde, Turgut Özal’ın kardeşi ve eski İçişleri Bakanlarından Korkut Özal’ın manşetlere “Kardeşimi Ergenekon öldürdü” şeklinde yansıyan açıklamasıyla birlikte bir polemik başladı.
Korkut Bey’in söylediklerinin ardından,Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal’dan son derece ilginç açıklamalar geldi... Oğul Özal, suikast girişimine, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üst kademesinden bir müdahale olduğunu isim vererek açıkladı. Dönemin Milli Güvenlik Kurulu Sekreteri Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun suikast davasının savcısına baskı yaptığını ifade eden Ahmet Özal, yalnız Sabri Yirmibeşoğlu’nun değil, başka generallerin de işin içinde olduğunu ve adlarının dosyalarda bulunduğu söyledi.
Suikast girişiminin arkasında ciddi bir devlet gücü olduğu konusunda Özal ailesi ve yakın çevresinin sahip olduğu bilgilerin Ahmet Özal’ın açıklamalarıyla birlikte kamuoyuna yansıması, “yakın tarih”i yeniden gözden geçirmemizi gerektirebilecek kadar ciddi bir gelişme.
***
Ahmet Özal bir şey daha ekledi: Bu bilgiler MİT ve Emniyetteki dosyalarda bulunuyor.
Bugüne kadarki hükümetlerin bu dosyaları açmaya cesaret edemediklerini de söyledi
Bir ülkenin Başbakanı, partisinin genel kurulunda herkesin gözü önünde, konuşma yaparken silahlı saldırıya uğruyor, ölümden kıl payı kurtuluyor. Tetikçi yakalanıyor ve ondan ötesine gitmek mümkün olmuyorÖ
***
Suikast Savcısı Uğur Tönük, tetikçi Kartal Demirağ’la ilgili gelişmeleri 2006 yılında Can Dündar’a şöyle anlatmıştı: “Afyon Dazkırı’da 1974-77 seneleri arasında Ege’de meydana gelen sol hareketleri önlemek için bir kontrgerilla teşkilatı kurulduğunu, Kartal Demirağ’ın da bu teşkilatın yetişmiş bir elemanı olduğunu tespit ettik.”
Suikastçı Demirağ, özel kamplarda emekli askerlerce eğitilmişti. “Her şeyi vatanımız için yaptık” diyor, MİT’le ilişkisi olduğunu söylüyordu.
Komisyon soruşturmayı derinleştirince Özal’ı vuran silahın Demirağ’a Kongre salonunda polisler tarafından verildiği yönünde duyumlar aldı. Afyon’daki teşkilatın üzerine gitmeye karar verdiler.
İşte tam o aşamada Tönük, Ortaköy’de bir villaya davet edildi. MİT görevlisi olduklarını sandığı üç görevli kendisine “Bu tahkikatı kesin” dedi.
Bir generalin adını verdiler ve “Paşa kararınızı bekliyor” dediler.
Tönük soruşturmadan çekildi.
Yargıtay 7. Ceza Dairesi üyeliğinden emekli bir savcı olan Tönük, o günlerde başına gelenleri bir tek Turgut Özal’a açıklamıştı. Tönük o sahneyi bütün ayrıntılarıyla anlattı:
Özal’ın Harbiye Orduevi’ndeki odasında buluşmuşlar, diz dize oturmuşlar. Tönük, kendisini tehdit edenlerin adını verdiği generali açıklayacağı anda Özal odadaki büyük ekran televizyonun uzaktan kumandasına uzanmış ve sesi sonuna kadar açmış. Sonra da Tönük, Paşa’nın ismini Özal’ın kulağına fısıldamış:
“Sabri Yirmibeşoğlu!”
***
Sonrası gelmedi. Neden gelmediğini Ahmet Özal şu sözlerle dile getiriyor: “O zamanki orduyu temsil eden insanların gücü bugünden çok farklıydı. 1980’li yıllarda daha Milli Güvenlik Konseyi iş başındaydı. Kenan Evren Cumhurbaşkanı’ydı. Konsey orada 4 paşayla oturuyordu. Bugünkü Türkiye değil o günkü Türkiye, aradan geçmiş 30 sene.”
Ahmet Özal, babasının ani ölümünün de bu suikast girişimiyle ilişkilendirilmesi gerektiğini ifade ediyorÖ
Çok eskiden beri farkında olduğumuz bir gerçek, bir kez daha doğrulanmış oluyor: Türkiye’de Başbakan olmak, Cumhurbaşkanı olmak, devlet içindeki bütün kuvvetlere tamamen hakim olmak anlamına gelmiyor.
***
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ABD’ye giderken, gazetecilere, Hakkari’deki mayın patlamasıyla ilgili devlet içindeki güçlerin suçlanması üzerine ilginç bir değerlendirmede bulundu: “Bugünkü Türkiye ortamında o tür mevzii hatalara, bireysel yanlışlıklara artık ihtimal vermiyorum. Bugün kimse devlet adına yanlışa tevessül edemez.”
Gül’ün bu sözleriyle geçmişe dair bir değerlendirmede de bulunduğunu görüyoruz. “Bunlar daha önce oluyordu. Bugün artık bunlar devlet adına yapılamaz” şeklinde özetlenebilecek bir mesaj söz konusuÖ
Tabii şu da önemli bir nokta:”Bugün artık bunu yapamazlar” diyen şimdiki Cumhurbaşkanı, geçmişte yapılanları temizlemeden, bugün yenilerinin yapılamayacağını garanti etmenin mümkün olmadığına dolaylı olarak işaret ediyor.
***
Şu konuyu artık çekinmeden tartışabilmemiz gerekiyor: Kürt sorununun çözümünü engellemek için Cumhurbaşkanını öldürmek de dahil olmak üzere her türlü yolu göze alabilecek derecede hırslı ve ısrarcı bir kuvvetle mi karşı karşıyayız?
Bu aşamada, Başbakanın ortaya çıkan bilgiler ışığında, Turgut Özal’a suikast dosyalarını MİT Müsteşarı ve Emniyet Genel Müdüründen istemesi ve gereğini yapmak üzere acilen harekete geçmesi çok önemli.
RADİKAL