‘Oyuna Gelmeyelim’ Oyunu

KENAN ALPAY

Umman’a resmi bir ziyarette bulunan Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un dudaklarından “Suriye'deki hava saldırılarına son vermek için henüz bir sebep göremiyorum” cümlesi çok rahat bir biçimde dökülüyordu yine. Böylesi bir rahatlığın sonucu olarak hemen ardına malum olduğu üzere “Suriye'yi  terör örgütlerini yenene dek bombalayacağız” cümlesini eklemesi hiç de zor olmuyordu. Esed rejimi ve PYD dışındaki hemen tüm muhalif grupları ‘terör örgütü’ kategorisinde gören Rusya ve elbette ki İran’ın Suriye’yi limitsiz bir bombardıman sahasına dönüştürdüğü çok bariz. AB ve ABD açısından ise Suriye’ye ilişkin temel sıkıntı bombardımanın Batı’ya yönelik kontrolsüz bir göç dalgasına sebebiyet vermesinden gayrısı değil.

Hürriyet’in Washington temsilcisi Tolga Tanış’ın bir kez daha teyid ettiği üzere Washington ve Moskova arasında Suriye’de ‘düşmanlıkların durdurulması’ mutabakatının içerisinde tek bir dert görülüyor: Rejimle çarpışan savaşçıların/cihatçıların Suriye’den ayrılması. Tanış’ın Türkiye kamuoyuna servis ettiği mutabakat Amerika, Rusya ve İran’ın Suriye’ye ilişkin Esed rejimi ve PYD dışında hiçbir aktöre hayat hakkı tanımayacağına dair temenni ve tehditleri de içeriyor. Dolayısıyla Türkiye’nin bu geniş mutabakata karşı direnmesinin ne kadar anlamsız ve sonuçsuz olduğunun altı kalınca çiziliyor. Nihayetinde Batılı müttefikler ve sözcülerinin teklif ve tavsiyelerine bir yenisi daha eklenmiş oluyor: “Tecavüz mutlaksa (boşuna direnme) keyfini çıkar.” Eh bu çirkin teklife biraz akademik ve stratejik sos katalım denince tipik Batıcı teamüllerin “Sünni-İslamcı Araplardan uzak dur, Seküler Arap ve Kürtlerle ittifak kur” konsepti dikilmektedir karşımıza.

Kuşatma ve Yarma

IŞİD’le mücadele adı altında Suriye’de çok boyutlu ve derin bir etnik-mezhebi temizlik harekâtı yürütülüyor. Bu etnik-mezhebi temizlik harekâtı önce İran ve Hizbullah’ın Esed rejimini tahkim etme hamlesiyle başladı. Sonra ABD’nin IŞİD’le mücadele koalisyonuyla derinleşti. Sonunda Rusya devasa bir ölüm ve yıkım mekanizması olarak Suriye’nin üzerine çullandı. Birbirini bütünleyen bu silsile ilk etapta Suriye’yi İslamcı-Sünni çoğunluğu seküler-Batıcı bir azınlığın tahakkümü altında tutmaya devam edecek bir işleyişi hedefliyor: Nusayri-Baasçı despotizmini Kürtçü PYD-PKK’nın desteğiyle renklendirmek. İkinci etapta ise AB ve ABD’nin sinirlerini iyiden iyiye bozan Türkiye’nin bölgeden tamamen tecrit edilmesi hedefleniyor.

İsrail’le yaşanan gerilimin ardından Türkiye ile Amerika’nın ittifakını bozan, ayrışma ve çatışma riskini yükselten temel meselelerden birinin de Suriye’de alınan askeri-siyasi pozisyon olduğu ortada. Amerika, hem İran hem de PKK-PYD marifetiyle Türkiye’yi terbiye etmeye daha ötesi tecrit ve tedip etmeye soyunmuş durumda. PYD önce Kürtlerin sonra da Suriye halkının temsilcisi sıfatıyla donatılıp hemen herkesin ‘sevgilisi’ rolüyle güçlendiriliyor.

Gelen Dalga Kimi Yıkacak?

Sahada alan hâkimiyetini genişletmesi yönünde teşvik ve desteklenen PYD-PKK’nın Türkiye’yi güneyden kuşatacak bir tampon unsur şeklinde beslendiği besbelli. Fakat buna rağmen Türkiye’nin PKK-PYD üzerinden derinleştirilen kuşatmaya karşı sessiz, saygılı ve sadık olması dayatılıyor. Kuşatma adım adım gelirken bu rezil kuşatmanın yarılmasına, yıkılmasına yönelik hazırlıkların hızlandırılmasına da şaşmamak icap ederdi.

Cenevre ve Münih görüşmelerinde Amerika ve Rusya’nın yeniden hayat vermeye kalkıştığı Esed rejimi ve yedeğindeki PKK-PYD karşısında Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’la çözüm üretme politikasına daha bir hız verdi. Bunun alt yapısı önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ardından Başbakan Davutoğlu’nun yanına Genelkurmay Başkanı Akar’ı da alarak gerçekleştirdiği Suudi Arabistan ziyaretidir. Türkiye ve Suudi Arabistan’ın en üst düzeyde dile getirdiği tepkiler Suriye’deki dayatmalara teslim olunmayacağı yönünde giderek arttı. Öyle ki gerek Esed rejimi gerekse hamileri Rusya ve İran açık açık muhtemel bir kara operasyonuna karşı pozisyon belirleyeceklerini daha sık tekrarlar oldu.

Dün itibariyle Azez bölgesindeki PYD-PKK mevzilerine yönelik yoğun top atışlarına başlanmış olması iyiden iyiye kemiğe dayanan bıçağın göstergesi sayılmalıdır. Sınır bölgesine kaydırılan zırhlı birliklerin geçen her gün arttırılması basit bir gövde gösterisi sayılmamalıdır.  Suudi savaş uçaklarının İncirlik üssüne nakledileceğine dair haberler, sıklığı artan bir biçimde telaffuz edilen kara operasyonu hazırlıkları Esed ve hamileri için güçlü ve yıkıcı bir dalganın gelmekte olduğunu haber veriyor olmasın!?

Türkiye’nin topçu atışlarıyla PYD-PKK kuşatmasına Rusya ve İran’dan önce Amerikan Başkan yardımcısı Joe Biden’ın müdahale etmeye kalkışması hiç de şaşırtıcı değildi. Topçu atışlarını tahrip gücü yüksek diğer silah sistemlerinin takip etmesi gidişatı çok bilinen bir işleyiştir. Dahası Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın “Rusya ve İran işgalinden kurtarılmış Esedsiz bir Suriye” mutabakatı sadece Suriye için değil aynı zamanda kendileri için de bir ölüm-kalım savaşının deklarasyonudur. Çokça söylenenin aksine Türkiye, Suriye’deki direnişi desteklemekle değil uzak durmakla, desteklememekle tuzağa düşmektedir.

YENİ AKİT