31 Mart gecesi saatler 23.21’i gösterirken oyların akışını sağlayan ajans -Binali Yıldırım az bir farkla (4000 kadar) önde iken- İstanbul için birden “pause”a bastı ve ertesi gün neredeyse öğlene kadar ekranlar dondu. Bu arada Yıldırım başkanlığını ilan edip, İstanbul’un çeşitli yerlerine teşekkür pankartları asılırken İmamoğlu nispeten “sağduyulu” sayılabilecek açıklamalarla YSK’ya ve kamuoyuna seslendi. Devam eden saatlerde toplum “iktidar partisi lehine” bir takım asparagas propagandaların muhatabı kılındı. Neyse ki bu atmosfer çabuk sönümlendi.
Sabah YSK’nın İmamoğlu’nun önde olduğunu rakamlarla ifade ettiği anların ardından, iktidar partisinden “hak hukuk” açıklamaları gelirken bu defa İmamoğlu Anıtkabir ziyaretinden mazbata talebine, hatta bizzat Erdoğan ve Bahçeli’ye seslenerek “bu işi hukuk falan diyerek uzatmayın, toplumu da germeyin…” mealinde açıklamalarda bulundu. Sonuçta her iki taraf açısından da psikolojik üstünlüğün olduğu saatlerde hatırlanmayan hukuk, dengeler değişip kaybetme korkularının ağır bastığı zaman dilimlerinde kamuoyuna yüksek sesle deklare edilir oldu. Mızıkçılık ne ölçüde devam ederse etsin, neticede -gönüllü ya da gönülsüz farketmiyor- bir konsensüs havası oluşmak durumunda kaldı ki bunu sağlayan YSK’nın varlığı ve hukuku idi. Dahası, kaybetme korkusunun yaptıracağı yanlışların gerginliği ve bunun sınırlarının bilinmezliği, hukuk ihtiyacının ne ölçüde gerekli olduğunu hissettirmiş oldu.
İhtiyaç duyduğumuz şey hukuk mu, güç yitimi korkusunun telafisi mi?
Yani her iki taraf da hukuk konusunda özcü bir tutum içerisinde mi yoksa gücün kaybı endişesiyle hukuk bir araç olarak mı görülmekte? Her ne kadar ikincisi ağır bassa da, sonuçta zaten hukuk da bunun için var.
Ancak bütün bu tablo bizlere başka şeyleri de hatırlattı. Daha doğrusu içinden geçtiğimiz ama duygusal atmosfer, gerginlikler ve tarafgirlikler yüzünden görmekte zorlandığımız, daha derinlerde hissedilmesi ve ona göre tavır alınması gereken boyutları...
Bu sabah saatlerinde, Bylock’taki sorunları ortaya çıkarmada öncülük eden şahsiyetlerden birinin (Levent Mazılıgüney) twitinde şu hatırlatma yer alıyordu:
“Seçime itiraz hukuken hakları ve henüz sayım bitmeden sonuçlar kesin değil, kimse kendine ‘belediye başkanı’ demesin derlerken, daha gözaltı aşamasında masumiyet karinesini bir kenara bırakıp onbinleri ‘terörist’ ilan etmeleri..."
Hakikaten de, 15 Temmuz sonrasında pekçok örnek üzerinden muktedirlerin hatalı siyasetleri sonucu bypass edildiği açık olan hukukun oylar sayılırken bu derece hevesle hatırlanır olması manidardır. Hiç şüphesiz, hukukun, hakların, çiğnenmemesi gereken ismetlerin sınırlarının aşılmasında iktidar yalnız değil, muhalefet de -rejim kurulduğundan bu yana- dünya tarihinin gördüğü nadir örnekleri bu topluma tattırdı. Lakin, bugünün açık ve yakın gerçeği yukarıdaki tablo. Mazılıgüney’in bu hatırlatmasının ardından biz de twittter hesabımızdan bazı paylaşımlarda bulunduk ve esasen zamanla kayıtlı olmayan zorundalıklar ve itikadi netliğe ilişkin bazı hususların altını çizmeyi gerekli gördük. Şimdilik sözümüzü bunları paylaşarak noktalayalım:
“Seçimlerle birlikte hukuku yeniden hatırlar olduk! Ne güzel. Oylar için yüksek perdelerden talep edilen temel hukuk ilkelerinin, insanlar için de talep edildiği günler geldiğinde hep birlikte kazananlardan olacağız…”
“Seçim sonuçlarındaki marazlarla birlikte hatırladığımız şey hukuk mu güç kaybı korkusu mu? Buna doğru cevabı verdiğimiz gün, gücün paylaşımında (yani ADALET'de) sorun görmeyip (onu zaaf olarak algılamayıp) hep birlikte kazandığımız gün olacaktır”
“Şimdi denecek ki ‘ama güç kaybıyla birlikte hukuku da yitireceğiz.’ Peki, onca yıl hukuk çiğnenirken bunun güç kaybını da getireceğini görmedik mi? ‘Hiçbir ücret istemeden’ uyaranlara çeşitli iftiralar atılmadı mı? Anlaşılan o ki korkumuz hukukun bypass edilmesi değil güç yitimi! İtiraf edemesek de!”
“Anlayamadıkları şu: GÜÇ-AHLAK ilişkisi biri olmadığında diğerinin de kaybettiği bir ilişkidir. Ama ahlâk asıldır, diğeri araç. Araç ahlâka rağmen amaç edinildiğinde ikisi birden yitirilmekte. Ayakta imiş gibi gördüklerimiz örümcek ağlarıdır!”
“Şimdi herkes YSK hukukuna kilitlendi. İki taraf da bir ara onu da bypass etmek istedi ama sonuçta ona muhtaç olunduğu hususunda-metazorik de olsa-konsensüs oluştu. Keşke temel hakların üstünlüğü de YSK hukuku kadar değer görebilseydi! Yeni dönemin ‘yeni’liği buradan belli olacak”
Sonuç ne olursa olsun, bunu başarma azmini gösterecek olan yeni dönem hayırlı mübarek olsun!