Anayasa'nın bazı maddelerinde değişiklik yapan tasarının Meclis'te oylanması, üç önemli gerçeği bir defa daha gün yüzüne çıkardı.
Bu üç gerçekten ilki şudur: CHP, Türkiye'de sistemin halk çoğunluğuna ve dînî-millî değerlerimize rağmen devam etmesi için var olan bir partidir. Onun varlık gayesi ve fonksiyonu budur. Ne var ki, Türkiye'deki ve dünyadaki gelişmeler, her zaman bir kuruluş, bir güç tarafından kontrol edilebilir değildir. Bu sebeple, halkın farklı yönelişlerini yine sisteme entegre etmek, sistemin devamına hizmet edecek yöne kanalize etmek gerekmektedir. Bu da, söz konusu yönelişleri sahiplenir görünen partilerin, derneklerin ve STK'lar gibi benzer daha başka kuruluşların varlığını gerekli kılmaktadır. İşte, tabanda farklı kesimleri ve yönelişleri temsil etmeleri gerektiği için farklı "söylem"lere sahip görünen CHP, MHP ve BDP arasında temel maksat ve yönelişte ciddî farklılıklar bulmak zordur. Türkiye'de sistemin halk çoğunluğuna rağmen devam etmesi için 1960'larda CHP kendini "resmen" "sol"da konumlandırırken, 1940'ların CHP'sinin ana fonksiyonunu, elbette mevcut şartlarda bazı farklılıklar taşıyan MHP yüklenmiş ve 1970'lerde Türkiye'de gençlik bu iki yöne sevk edilerek vuruşturulmuş, neticede 12 Eylül darbesiyle sistem kendisini bir defa daha sağlama almıştır. Tabii bu derin gerçek, söz konusu gençlerin ve MHP'de yer alan her ismin gayri samimî oldukları manâsına asla gelmez. Ama "ülküleri" yolunda can veren gençlik ve hattâ dünden bugüne MHP tabanı ne kadar samimî olursa olsun, onların bu samimiyeti, CHP'nin yetersiz kaldığı alanlarda MHP'nin sistemi koruma vazifesi gördüğü gerçeğini de değiştirmez.
BDP ve anası olan partilere gelince: Bunlar da, genelde şu veya bu seviye ve nitelikte dindar olan Kürt tabanını İslâmî yönelişler noktasında kontrol ve sisteme entegre etme adına vardır. Nasıl PKK hiçbir zaman Kürt halkımızın hayrına olarak kurulmamış ve çalışmamış, tam tersine daima onların aleyhine faaliyette bulunmuşsa, BDP de, asla yine Kürt halkımızın hayrına kurulmuş bir parti değildir. Aynı şekilde, tek "söylem"leri "Sünnî İslâm" karşıtlığına dayanan, kendi hak ve özgürlüklerini Sünnî çoğunluğun hak ve özgürlüklerinin sınırlanmasında bulan bazı Alevî kuruluşları da, Alevî tabanda BDP'nin Kürt tabanında gördüğü fonksiyonu görmektedir. Bu gerçek, hükümete bir şey öğretmelidir: "Kürt ve Alevî açılımı" ve benzer açılımlarda hükümet, doğrudan tabana ve tabanı temsil eden kuruluşlara yönelebilmeli, bunlarla diğerlerini açığa çıkarabilmeli ve tabanı temsil eden, temsil yelpazesi çok daha geniş kuruluşlar var olmalıdır.
Oylamanın ortaya koyduğu ikinci gerçek şudur: Partilerin kapatılmasıyla ilgili 8. maddenin düşmesini sadece "Ergenekon"la izah etmek mümkün değildir. Bu sütunda zaman zaman dile getirildiği gibi, AK Parti genellikle Türkiye'deki İslâm hassasiyetli kesimlerin içinden çıktığı için, ona da İslâm adına, meselâ 28 Şubat'ın belli kararları aleyhine adım attırılmamaktadır. Ve, 8. maddenin düşmesiyle, kapatılma tehlikesi AK Parti ve benzeri partilerin tepesinde Demokles'in kılıcı gibi tutulacak ve BDP gibi kapatılmaktan da nemalanan partiler, bundan kendileri ve sistem adına istifadeye devam edeceklerdir.
Bir diğer gerçek de şudur: İsrailoğulları, Hz. Musa'dan 3-3,5 asır sonra peygamberleri rehberliğinde nihaî hedefe yürürken, tam Şeria nehrini geçecekleri zaman komutanları Talût, nehirden su içmeyi men eder. Çölde, sıcakta savaşa giden ordu, aslında suya muhtaçtır. Fakat orada susuzluğa katlanamayacak bir ordu ile, insanlarla çok daha ileri sabır ve fedakârlık isteyen hedeflere yürünmez. Nitekim Talût'un ordusunda sudan içen büyük bir çoğunluk, serilip yolda kalmıştır. Kadın, evlât düşkünlüğü, servet, kazanç, makam, meslek, statü, korku, gelecek endişesi, yaşama sevdası gibi "su"lara dayanamayanlar, dayanamayacaklarla büyük hedeflere yürünmez. Bu sulara dayanamayanlar, siyasîler içinde her zaman çok olmuştur.
ZAMAN