Kendilerini ‘direniş ekseni’ olarak isimlendiren Rusya, İran ve Esed/Baas rejimi bu hafta Tahran’da savunma bakanları düzeyinde askeri ve stratejik düzeyde bir dizi toplantılar düzenledi. Rusya ve İran merkezli ajansların geçtiği habere göre Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu ile İran Milli Güvenlik Kurulu Sekreteri Ali Şamkhani de özel bir görüşme gerçekleşti. Görüşme sonrası Şamkhani şöyle bir beyanda bulundu: "Ben Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Suriye’de terörizme karşı kapsamlı ve etkin şekilde atan adımlarının övgüye layık olduğunu düşünüyorum.”
Şamkhani’nin övgüye layık gördüğü stratejik adımlar esasen sadece Esed/Baas rejimine değil büyük oranda İran ve Hizbullah’a da vakit kazandıracak adımlar elbette. Rusya ordusunun hava kuvvetleri marifetiyle, İran ve Hizbullah’ın kara kuvvetleri birlikleriyle Suriye’nin hemen tamamında koordinasyon halinde işledikleri cinayetleri karşılıklı olarak ‘övgüye layık’ görmesinde fazlaca bir tuhaflık yok aslında. Tuhaf olan şey koskoca bir ülke ve milyonlarca insana karşı işlenen bütün bu cürümlere itiraz etmenin uluslararası toplum denilen işleyin dışına düşmekle eş anlamlı olduğunu bilemeyecek kadar saf olmakta saklı duruyor.
Tuzak Var Ama Sinsi Değil
Suriye ve Irak’taki gelişmeler öteden beri Amerika ve Rusya’nın öncelikle İran ve PKK üzerinden bölgeyi kontrol altında tutmak üzere son derece kaba, çirkin ve kanlı adımlar attığını gösteriyor. Amerikan ordu birliklerinden sonra Fransız özel harekât birliklerinin de PKK-PYD’nin önünü açmak üzere Suriye’nin kuzey bölgelerinde konuşlandığına dair artan haberler tehdidin nitelik ve önceliğini işaretliyor. Amerika her ne kadar Türkiye’de Hükümet düzeyinde sürekli ‘dost ve müttefik’ vurgusu yapılarak anılıyor ve ‘bize kesin söz verdi’ gibi sitemkâr beklentilerle anılıyor olsa da PKK’ya verilen destekle Suriye’nin kuzeyinde hem etnik hem de siyasal bir kuşatma hızla örülüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu meseleye dair “Suriye’nin kuzeyinde çok ciddi bir proje uygulanmaktadır” cümlesine ilave ettiği şu vurgu kuşatmanın paydaşlarını işaret etmektedir: “Bu plan ve proje üzerinde de ne yazık ki dost gözükenlerin de sinsilikleri yatmaktadır.” Ne var ki ‘dost gözüken sinsiler’ hiçbir surette hak hukuk dinlemedikleri gibi bu türden sitem, sitayiş hatta şikâyetlerden bile hiç ama hiç alınmamaktadırlar. Pişkinlikleri zirve yapmış bir siyaset ve diplomatik teamülle Suriye ve Irak’ı kan denizine dönüştürenlere karşı etki düzeyi yüksek kanallardan cevap verilemez mi? Çok yönlü baskılarla Türkiye’nin pozisyonu pasif ve edilgen bir dış politika çizgisine doğru çekildikçe çevreleme harekâtı daha bir hız kazanıyor ve cesaret buluyor.
Benzer bir kriz alanı olarak Irak’ta da yaşanan gelişmeler aynı senaryo ve aynı aktörler eliyle icra edilmekte. “Felluce’yi kurtarma operasyonu” adı altında sergilenen barbarlıklar silsilesi cenderenin Irak ayağında sergilenmekte. Güya IŞİD’e karşı başlatılan ve neredeyse Amerika, Rusya, İran, Bağdat yönetimi, Şii milisler vs. müttefiklerinden hangisinin icra ettiği belli olmayacak tarzda bir işgal, tehcir ve imha harekâtı yürütülmekte. Irak Müftüsü Rafi er Rıfai’nin gösterdiği tepki karşı karşıya olunan büyük kıyımın kodlarını izah etmekte: “Bu Felluce'yi kurtarma operasyonu değil. Bunun adı Felluce'yi imha operasyonudur. Bunlar Felluce'den intikam almaya geldi. Felluce'den çıkan sivillere işkence yaptılar, aşağıladılar ve öldürdüler.”
Sahaya İnmeden Sahada Olmak
Felluce başta olmak üzere özelde Sünni bölgeleri genelde bütün bir Irak’ı kim tarumar ediyor, kimler harabeye ve kan gölüne çeviriyor? Müftü Rıfai hepimizin bildiği hakikati bir kez daha ve yüksek sesle ifade ediyor: “Başbakan İbadi ve Ayetullah Sistani’nin hiçbir etkisi bulunmuyor. İran lideri Ayetullah Hamaney ve General Kasım Süleymani intikam alıyor.” İran, Suriye’de doğrudan Rusya’nın, Irak’ta ise doğrudan Amerika’nın desteğiyle bu kanlı filmleri çevirebiliyor. PKK’nın da pozisyonu daha küçük çaplı ve daha dar manada olmakla beraber aynı düzlemde seyrediyor.
Bu parçalayıcı, kanla, yıkımla ayrıştırıcı stratejik dayatmadan nasıl çıkılabilir? Sahaya inmenin, açıktan cephe oluşturmanın muhakkak çok ciddi riskleri ve tehlikeleri mevcuttur. Ancak gözle görülen, elle tutulan hakikat gelişmelerin Türkiye ve İslam toplumlarının tamamen aleyhine işletildiğini bağıra çağıra haykırıyor.
Türkiye’nin içeride PKK’nın tamamen elini kolunu kırmaktan, bütün mekanizmalarını felç etmekten başkaca bir seçeneği bulunmuyor. Süreç Kandil’den ziyade Suriye’nin kuzeyine iyice odaklanmış durumda. Ancak mesele salt PKK-PYD üzerinden kurgulanan bir kuşatma olarak okunamayacak kadar kapsamlı. Bu sebeple Türkiye hem PKK’yla, hem IŞİD’le hem de Esed rejimi ve destekçileriyle çarpışan İslami muhalif cepheye daha açık ve daha güçlü destek sunmak mecburiyetindedir. Suriye’deki İslami muhaliflerin sistematik ve stratejik düzeyde silahlandırılması ertelendikçe tehditlerin artması kaçınılmazdır. Suriye muhalefeti Türkiye’den ordu, askeri birlik değil haklı olarak stratejik silah talep etmektedir. Savaş uçağı uçurmadan, tank sokmadan da işgale ve katliama karşı direniş en güçlü imkanlarla desteklenebilir.
Amerika, Rusya ve elbette İran’ın Suriye ve Irak’ta tam donanımlı ordu birlikleri, karada kendi hesapları adına cephe açan lejyoner birlikleri mevcutken Türkiye güneyinden girişilen kuşatmayı nasıl engelleyebilir? Tehdit fiili bir kuşatmaya hatta işgale dönük sinyaller veriyor. ‘Sinsi dostlar’ın tuzaklarını bozmak için Suriye ve Irak cephesini gücendirmemek fakat illaki güçlendirmek elzemdir. Hem Türkiye’nin hem de İslam coğrafyasının selameti için.
Yeni Akit