Otoriterlikten, despotluktan yakınan resmi ideoloji savunucularının tutarsızlığı

Hakan Albayrak yazısında, Türkiye’de yönetime muhalif birtakım kesimlerin otoriter, despot ve demokrasiden uzak tanımlamaları yapmalarının yanı sıra yeri geldiğinde darbeleri ve zor kullanmayı desteklemelerini yorumluyor.

KARAR / Hakan Albayrak

Bak şu konuşana!

Demokratik açılımların öne çıktığı yıllar yok sayılarak AK Parti iktidarının 18 yılı külliyen zulüm dönemi ilan edilince, bir zamanlar Recep Tayyip Erdoğan’la yoldaş iken sonra özgürlük ve adalet davasından döndüğü gerekçesiyle onunla yollarını ayıranların samimiyetsizliğinden dem vurmak da kaçınılmaz oluyor.

Bunu yapanların pek çoğu, Kemalist tek parti -hatta tek adam- diktatörlüğü yıllarını yücelten ve 27 Mayıs ile 28 Şubat’ı hasretle yâd eden kimseler. 

Asıl onlar istedikleri kadar özgürlük, adalet, demokrasi, hukuk devleti desinler; samimiyetsizlikleri aşikâr

Evvelce yazmıştım, tekrar olacak:

Onların derdi otoriterliğin, despotluğun kendisi değil, bunu ‘öteki’nin sergilemesi; baskıcı yönetim tarzının kendisi değil, baskının kendilerine de yönelmesi.

Hasretle andıkları günlerde olduğu gibi onlar adına başkalarına baskı uygulayan bir yönetim olsaydı bugün, o yönetimi öpüp başlarının üstüne koyarlardı.

Genel olarak insanı ve insanın haklarını değil, sadece kendilerini ve kendi haklarını, daha doğrusu kendi ayrıcalıklarını önemsiyorlar.

Erdoğan’a garezleri insan hak ve özgürlükleri ile ilgili sorunlardan kaynaklanmıyor; esas meseleleri Erdoğan’ın ‘öteki’liği.

AK Parti iktidarının 1 numaralı gündem maddesinin demokratik değişim olduğu zamanlarda bile Erdoğan’a azılı düşmanlık ederek o süreci tıkamaya kalkıştılar.

Düzenledikleri “Cumhuriyet Mitingleri”nde, ‘öteki’nin iktidarına imkân tanıyan demokrasiden ‘arınmış’ bir cumhuriyet peşinde olduklarını ortaya koydular.

“Atatürk’ün ordusu nerede?” deyip durarak, demokrasinin tanklarla ezilmesini talep ettiler.

Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül’ün eşinin başörtüsünün askeri darbe sebebi ilan edildiği 27 Nisan Muhtırasını ayakta alkışladılar.

Tam demokratik anayasa çalışmalarına, Kürt açılımına, demokratikleşme paketlerine rağmen AK Parti ve Erdoğan’a karşı “topyekûn savaş” yürüttüler.

17-25 Aralık sürecinde darbeci FETÖ kadrolarına dört elle sarıldılar.

Say say bitmez.

***

Hedef aldıkları kişilerden biri olarak, kendi adıma söylüyorum:

Redd-i miras edenlerin demokratik söylemleri başım gözüm üstüne, ama bu mirası reddetmeden demokrasi havariliğine soyunanlara itibar edecek değilim.

Onlar bu mirasa sahip çıkmaktan utanmayacaklar, özeleştirinin ö’süne dahî yanaşmayacaklar; ben ise, vesayetsiz demokrasi için mücadele ettiği, özgürlükleri genişlettiği ve şovenizmi ayakları altına aldığı zamanlarda AK Parti iktidarına taraftar olduğum ve Erdoğan’ın yanında durduğum için utanıp özür dileyeceğim; öyle mi?

Tabii ki hayır!

AK Parti iktidarının en parlak günlerinde yapılan işler arasında da yanlış, çirkin, kötü işler vardı, bunu kabul etmekten geri durmam; son yıllardaki baskılara, haksızlıklara, adaletsizliklere karşı çıkmaktan zaten dilimde tüy bitti; ama AK Parti’yi bütün geçmişiyle beraber mahkûm etmeye kalkarsam hem ona hem de kendime haksızlık etmiş olurum.

Ve yıllardır hürriyet namına, adalet namına, insaf ve vicdan namına tenkit ettiğim hükümet şimdi “ekonomi, hukuk ve demokraside yepyeni bir seferberlik” başlatacağını söylüyorsa, hem de tekrar tekrar söyleyerek vurguluyorsa, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın o damara çok yabancılaştığını düşündüğüm için pek ümitvâr olmamakla beraber bunu elbette memnuniyetle karşılarım; “Hadi inşaallah” derim; ıslahat ve ‘faal nedamet’ yolunda somut adımların atılmasını dilerim.

Muhalefet partilerinin bunu teşvik etmesini de dilerim.

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu evvelki gün yaptığı gündem konuşmasında hükümete demokrasi, hukuk ve ekonomide somut adımlar önerirken her öneriden sonra ‘Bu adımı atın, sonuna kadar destek verelim’ dedi ya; bence doğru tavır budur.

Mustarip olduğumuz fenalıkların şimdi ve burada sona ereceğine veya hiç değilse azalacağına dair bir umudun zerresi bile varsa, ‘Aman iktidara prim vermeyelim ki gelecek seçimlere imajını düzelterek girmesin’ demeden, ‘Milletin maslahatı ertelenemez’ anlayışı içinde o zerreyi büyütmeye çalışmak gerek.

İltifat marifetin garantisi değilse de “Marifet iltifata tabidir” sözüne itibar edilmeli.

Söz konusu marifete -yani özgürlük ve adaleti ihya veya inşa marifetine- hiç kıymet vermediklerini, Erdoğan ve arkadaşlarının o marifeti gösterip göstermemesini hiç umursamadıklarını geçmişteki tavırları ve de geçmişe ilişkin mevcut tavırları ile sarih bir şekilde ortaya koyan çevrelerle bu konuda da anlaşmamız mümkün değil tabii.

Onların davası kin ve intikamdan ibaret; ne yazık ki her hâlükârda öyle kalacağa benzer.

Yorum Analiz Haberleri

Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango
Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!