8 Mart Kadınlar Günü dolayısıyla, kadın sorunlarının konuşulduğu hafta boyunca, ben de bu köşede Batılılar ve feministler tarafından İslam'a haksız bir eleştiri olarak yöneltilen bir konuya, İslam'ın hükümlerinin ve din dilinin "erkek egemen" olduğu yolundaki iddiaya "dil" üzerinden cevap vermeye çalıştım. Dediğim şu:
Vahy Allah'tan gelen bir bilgi ve haberdir, İslam inancına göre Allah'a cinsiyet izafe edilemez. Vahyi bize tebliğ eden peygamberdir, peygamber bize vahyi olduğu gibi aktarır, ayrıca Allah'ın muradına göre açıklar ve hükümlerinin nasıl ete kemiğe bürüneceğini gösterir. Dolayısıyla Hz. Peygamber erkek de olsa, dinin hükümlerinde ve dilinde erkek egemen bir tasarrufta bulunamaz.
Vahy dili olan Arapça da tek başına eril bir dil değildir, hem eril hem dişildir. Kadınların özel varoluşsal veya toplumsal/bireysel durumlarıyla ilgili olmadıkça, bütün zamirler, sigalar eril (müzekker) olarak gelir, ancak bu Tağlip kaidesince, kadınları da içine alır. Mesela "Ey iman edenler!" hitabı eril gelse de, hitap aynı anda hem erkeklere hem kadınlara yapılmış demektir, mesajlar ve hükümler de öyledir. Yine mesela yaratılışın başlangıcında Allah'ın meleklere "Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim" (2/Bakara, 30) buyurduğunda kastettiği salt erkek değildir, murad edilen sıfatlara ve donanıma sahip olduğunda erkek ve kadındır, yani Eşref-i Mahlukat olan "insan"dır.
Bütün bunlardan İslam'ın hüküm ve din dilinin "erkek egemen" olamayacağı sonucu çıkar. Tabiatıyla erkek egemenlik iddiasına "Erkeklerin kadınlar üzerinde kavvam olması" (4/Nisa, 34) delil getirilecekse, bu söz konusu iddiaya mesnet teşkil edemez. Zira toplumsal rolle ilintili olarak kavvam, 'sorumlu-gözetici' demektir.
Vahy dilinin "müennes/dişil" ve "müzekker/eril" olmasının kriteri kelimelerin "güneşe (şemsi)" ve "aya (kameri)" göre nispet edilmesidir. Dişil/müennes kelimeler şemsidir, eril/müzekker kelimeler de kameridir. İnce bir nükte olarak belirtmek gerekir ki, "güneş"in ve "ay"ın kendilerine özgü özellikleri var. Arapçada aya "nur", güneşe "ziya" denir. Nur bir başka kaynaktan gelen ışıktır, ziya ise ışığı kendinden olandır. Başka bir ifadeyle ay, nurunu güneşten, güneş ise ziyasını kendinden sudur ve zuhur eder ki, ona bu özelliği veren "Göklerin ve yerin nuru olan" Allah'tır. Yani kozmosta ay gibi nurunu başkasının ziyasından alan nice varlık olsa da, hepsinin ziyasının kaynağı başka hiçbir varlıktan etki almayan Allah'ın nurudur. Allah'ın nuru güneşte tecelli eder, oradan aya geçer. Şüphesiz ki, bu Allah'ın takdiridir ve nasıl ilk insan Adem'in menşei, yani ilk varlık tohumu olan "nefis (Nefs-i vahide)" dişi idiyse, ay da ışığını güneşten almaktadır. Ay müzekkerdir, Adem erkektir, ancak erkek ilk ışığı güneşten, yani dişil cevherden almıştır. Güneşin mi, ayın mı daha aydınlatıcı olduğunu sorarsanız, tabii ki "güneş": "Bu ümmetin hayırlıları çoğunlukla kadınlardır." (Buhari, Nikah, 4.)
Erkek ve dişi biri birine karşıt/zıt değil, tamamlayıcı iki parçadır: "Erkek olsun kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam. Siz birbirinizdensiniz" (3/Al-i İmran, 195.)
Hiç kuşkusuz Allah canlıları çift yaratmıştır. Çift iki ana parçadan oluşur ki, her biri diğerinin eşi(ti)dir. Eşlerin ontolojik ve ruhsal eşliği olmasaydı, izdivaç da (çiftleşme ve üreme) olmazdı; çünkü biri diğerine göre eksik veya fazla olan iki parça birbirlerine eş değildir.
Bu karşılıklı denklik veya mütekabiliyet "Onlar sizin için elbise, siz de onlar için elbisesiniz" (2/Bakara, 187) benzetmesiyle pekiştirilmiştir. Hz. Peygamber (sas) kadın ve erkeğin ontolojik ve ruhsal eşliğini şöyle dile getirmektedir: "Kadınlar erkeklerin diğer yarısıdır." (Tirmizi, Taharet, 82.) Yani kadın erkeğe ve erkek kadına nispetle "öteki ben" hükmündedir. Eşlerden biri "öteki ben"ini ötekileştirecek olursa, şeytanın tuzağına düşmüş olup hakikatte kendi kendisiyle, yani öz varlığıyla çatışma içine girmiş olur. Çünkü kadın ile erkek (ve genelde insanlar) arasına düşmanlığı sokan şeytandır.
Zaman