“Osmanlıdan Günümüze İktisat”

Gaziosmanpaşa Özgür-Der 2018/19 yılı faaliyet dönemi programlarından “Osmanlıdan Günümüze İktisat” konusu sanatçı, yazar, akademisyen Doç. Dr. Ömer Karaoğlu’nun anlatımı ile gerçekleştirildi.

Ömer Karaoğlu sunumunda özetle şu konulara değindi:

Türkiye 1980’lerden itibaren neoliberalleşme dalgasına girince Müslümanlar islam ve iktisat bağlamını yitirdiler. İdeolojik tartışmaların çok yoğun yaşandığı hızlı bir politikleşme süreci idi fakat ona eşlik edecek şekilde düşünsel çalışmalar üretemedik. Hatırı sayılır eserleri girişimleri tenzih ediyorum. Hala da yeterli bir imalatımız olduğunu ya da bu işi dert ettiğimizi söyleyemem. Yaşadığımız iktisadi süreçlerin üzerimizdeki baskın payı da var. Zihinle uygumalar arasındaki ilişki tavuk/yumurta ilişkisine benziyor, yaşadığınız gibi inanmaya başlıyorsunuz. Düşünceler ile eylemler iki yönlü birbirini besliyor. Zihniyet tanımının ortak bir paydası yok o yüzden tasavvuru tercih ettim. Zihniyetin düşünce ile, ideoloji ile, inançla imanla ilişkilendirildiği muhtelif tanımlar var. Ancak zihniyetin yapılara ve işlere eşlik eden bir sonuç mu olduğu yoksa bunları biçimlendirmede rol mü oynadığı hep tartışıla gelmiştir.

David Urquhart, literatürde bir Türk dostu olarak geçen, İngiliz liberalizminin önde gelen isimlerinden birisi, Türkiye’de liberal düşüncenin taşıyıcı figürlerindendir. Gümrükleri liberalize ederek ekonomi üzerinde yıkıcı etki eden bir anlaşma olan Baltalimanı için epey emek sarf etmiştir. Ukhard bir türk hayranıdır, Marx bu durumu “manyaklık” olarak tanımlar. Ukhard bir liberal müminidir, içtenlikle bu iş için çalışır. Osmanlı-İngiltere arasında samimyietle tarım/sanayi ticareti için uğraşır.

Parvus Efendi - Aleksander Helphand (Rus Yahudisi), Türkiye’yi ziyaret ediyor. Marxist hareketin fikir öncülerinden sayılacak birisi. Rosalid Luxemburg’un çizgisinde, Lenin’in ülkeye girmesini sağlayan fakat Lenin’in ülkeye girişini yasakladığı bir adam. Sosyalist, antimeperyalist yazılarını Osmanlıda yazmak için bir mecmua ararken Türkyurdu dergisi ona sayfalarını açıyor. Osmanlı borçlanmasının mali bir esaret olduğunu izah eden yazılar yazıyor. Ulusalcı vurguları da var.

Akiyitoğlu Musa (Kazanzade) – Milliyetçi vurguları ile dikkat çeken, iktisatta korumacı ekol dediğimiz yerli ve milli bir iktisat üretilmesi gerektiği tezini işleyen bir isim.

Mizan Gazetesi – Bir dönemin muhalif sayılabilecek bir gazete, Murat Bey’in Osmanlı iktisatına ilişkin fikirlerini yayımladığı gazetedir.

Osmanlı Batı ilişkilerinin Müslümanların aleyhine bozulmaya başladığı 18. YY sürecinde bir zihinsel kargaşaya düşülüyor. Batı karşısında fiziki askeri maddi anlamda yenilgi tatmaya başlanıyor, bu mağlubiyetin çaresini yeni yol ve yöntemlerle aramaya başlıyoruz. Buradaki kritik soru “nasıl oldu da biz bu dayağı yedik.?” Bu soru daha sonrasında “Nasıl geri kaldık iktisadi anlamda, batı bizi nasıl ezdi geçti?” sorusuna evrilecek. Artan mali problemler, devletin gelir gider dengesinin bozulmaya başlaması, vergi kaynaklarının klasik işletme yöntemlerinden toprakların ihaleye açılarak vergi gelirinin özelleştirilmesi (intizam), devletin mali gelirlerinin giderlerine yetmemeye başlaması ve sonrasındaki arayışlar. Avrupa fiyat devriminin (fiyatların ciddi artması). ABD’nin Aztek, İnka gibi medeniyetlerinin kaynaklarının talan edilmesi ve insanları katletmesi bu dönemde oluyor. Bu fiyat yükselişleri Osmanlıyı da etkisi altına aldı. Bu bozukluklarla birlikte Anadoluda iç sorunlar, Celali isyanları, vs toprak ve vergi düzenini alt üst etti.

O dönemde genel itibarıyla tarım ekonomisi var, ayrıca savaşa dayalı bir zirai ekonomi de diyebiliriz. Bu zirai ekonomi vergiyi kaynağından yerinde askeri harcamalara yönlendirildiği muazzam bir sistem. O yüzden Osmanlının merkez bütçeleri oldukça mütevazıdır, bu yanıltıcıdır, merkez hazineye yansımayan büyük bir sistem var, vakıf sistemi de buna dahildir, vakıflar içerisinde büyük bir ekonomi çalışmaktadır. Merkezi memur vs oldukça azdır ve maddi yük azdır.

Osmanlı iktisadı yazmaz yaşar, isimlendirmeye çalışmak modern zorlamadır. Çocuklara okuttuğumuz neo-klasik iktisattır aslında, bu hakim paradigma bizim kendi kelimelerimizle konuşmamıza ya da düşünmemize müsaade etmiyor. Bugün yazılan telif eserler, Müslümanların da içinde bulunduğu literatür, okuduğumuz şeyler (teorik ya da politik)  bu hakim paradigmadan beslenir.

18. YY’dan itibaren bu dengeler bozuluyor meselesi devlet düzeyinde de sorgulanıyor. (İlave moderleşme hareketlerini sağlamak Abdulmecit ve Abdulhamit’e kısmet olacaktır.) Bürokratlar bu dönemde lahialar (rapor) hazırlamakla görevlendirilirler. 1600’lerde de benzer problemler vardı, biraz daha geriye gidelim, Osmanlı ilk enflasyonik dalgayı 1580’lerden itibaren belirgin şekilde yaşamaya başlar. 1585 yılı para üzerinde oynanan bir oyun (paranın madeni içeriği hafifletme) parayı devalüe ederek enflasyon etkisi ulaştı. Özellikle maaşlarını sabit alan yeniçeriler çok sert hissediyor ve kazan kaldırma dediğimiz olaylar yaşanıyordu. Bu tip durumlarda bizim nasihatnameler dediğimiz mesele ortaya çıkar, dönemin vezirlerinin yazdığı (veziri azam lütfü efendi gibi) eserlerle devlet bürokratlarına ve örtülü olarak sultana devletin kötü giden işleri ve bunların çözümleri anlatılırdı. Rüşvet, iltimas, intizam vs şeyler konu alınıyor bunlarda. Nasihatname literatürü kanuni kadime dönmeyi öneriyor çözüm olarak.  Literatürde kanuni kadim için “Kanuni Kadim odur ki Andan evvelini kimse hatırlamaz” ifadesi kullanılır. Oysa 3. Selim’in görevlendirdiği ıslahat raporlarında kanuni kadim vurgusundan vazgeçilmiş, yönelim batıya dönüştür:

Fatih, Yavuz ve Kanuni dönemleri idealize edilen dönemdir. Aynı dönem sorunların da başladığı dönemdir. 18. YY’da yaşanan Islahat raporları bu krizin yakından hissedildiği dönemdir. Savaşların bir gider kaynağı haline geldiği dönemdir.

Osmanlıdan batıya giden sefirler mimariyi sokakları halleri görüp şaşırdıkça, gördükleri modern figürleri hayranlıkla raporlarına yansıtırlar. 18. YY artık batıya bakmanın vaktidir. Bu yönelişin elbette dil değimine yol açacağı aşikardır. Dilde ıstılahlarda kelimelerde ciddi değişim yaşanır, onların kelimeleri ile konuştuğumuzda kurduğumuz cümleler de bizim olmuyor. 18. YY pozitivizmin etkisiyle bilimsel çalışmaların da öne çıktığı bir dönemdir. (Bizde şu an bile geç kalınmış bir pozitivizm yanılgısı hala görünüyor.) Bunun izdüşümünü Osmanlıda aramayın boşuna, biz orada varsa bizde de var arayışına giriyoruz. (icat-imitasyon) İslam ekonomisi son yıllarda yine popülerlik kazandı siyasi liderliğin de etkisiyle. Bu tür tanımlamalar özünde arızalı isimlendirmelerdir.

Ekonomi: Yürüyen mevcut durum, Ekonomiks: Ekonomi bilimi

Batı iktisat teorilerinin bize girdiği kanallarda bahsedersek bunlardan bir tanesi diplomatik temaslar. Osmanlının batıya elçiler göndermesi, batılı elçiliklerin payitahtta açılması, bunların sultanla ve bürokratlarla irtibatı. Mustafa Reşit Paşa önemli isimlerden bu etkiye açık olma konusunda, II Mahmut gibi. Diğer bir kanal dönemde çıkan gazete ve mecmualar, Takvimi Vakai ile başlayan diğer gazetelerle devam eden gazete yazıları tefrikaları. Bu yazılar üzerinden batılı iktisadi fikirlerin ülkeye aktığını görüyoruz. Bir kurtuluş reçetesi olarak iktisadi çözüm olarak savunulduğunu görüyoruz. Bu mecmua faaliyeti II. Meşrutiyet ile hız kazanacak. Diğer bir kaynak da batıdan yapılan tercüme eserler, ve sonrasında Osmanlı aydınlarının eserleridir, Ahmet Mithat bu konuda önemli. Bu tercüme eserlerin önemli bir kısmı batı iktisat kuramının kurucu babalarının birebir fikirleridir, telif süsü verilmiş eserler bile birebir tercümedir.

Fransızca Osmanlı içinde aydın olmanın ilk kuralıdır. Liberalizm inançlar manzumesidir. Bizim şu ya da bu ideolojiye eklemlenmek gibi bir arayışımızın doğru olmadığını düşünüyorum. Batılı sosyal bilimler etkisi bizim dünyamıza nüfuz ettiğinde, çeviriler ilk okunan iktisat teorileridir. Modern İktisadın babası kabul edilen Smith’in tercümesi yok bu arada, muhtemelen Fransızcanın yaygın olması ve Smith’in teknik olması sebebiyle çeviride kabul görmüyor.

İktisadi anlayışta iki ana eğilim var, birisi doğrusal ilerlemeci bir anlayış, insanlık ilkeldi kamil oldu. Mevcut zamandan geriye bakarak iz sürmeye çalışmışlar, mevcut tarih en mükemmel kabul edilerek kadim dönemler ilkel, iptidai, az gelişmiş/gelişmemiş geri toplumlar kabul edilmiş. Bu bize ait bir görüş olamazken bu zokayı yuttuk ve hala kurtulamadık. Kalkınmış muasır medeniyetler seviyesi söylemi gibi. Muasır medeniyetlerin sadece ekonomisi ele alınmamalı, ekonomi ekonomiden, teknoloji teknlojiden ibaret değil. Batı elinde bu araçlar bir büyük amacı gerçekleştiriyor, işleyen bir zulüm mekanizmasını meşrulaştırdığını görüyoruz. Bizim için en yüksek ideal daha zengin daha kalkınmış daha “ileri” bir toplum değil, daha ahlaklı daha düzgün bir toplum olmak olmalı.

Biz ütopyasını yitirmiş bir topluluğuz, bugün bu dünya değişmeli. İktisat düşüncesinin tasavvurunun sistemin aletlerin araçların politikaların topyekûn değişmesine ihtiyaç var. Üzerimize abanmış bir küresel sistem var. Biz iyi bir niyeti ortaya koymalı ve bu konuyu besleyerek mütevazı adımlar atmalıyız.

Varlık sahibi, zengin birisi cemiyete girince ayaklanıyor herkes, oklar işaret ediyor adamı. Bu bir arızadır sapmadır Müslümanlar için. Rabbimizin değerli gördüğü, kıymetli dediği kıymetli görmeye başlayınca bir iktisat kurmak mümkün. Türkiye’de İslam İktisadı çalışmaları yapan titirleri olan adamlar tanıyorum, “çok zor” diyorlar. “Buna bir yol bulamayız” diyorlar, sisteme bir biçimde eklemleneceğiz. Mevcut katılım bankacılığı denen şeyin önüne islami koyunca islami olduğunu zannediyoruz, başına islami koyunca islami olmuyorlar. Sadece mutlak karlılık söz konusu olan bir sistemde İslamilikten söz edemeyiz, karından fedakarlık olmalı önce. Körfezden gelen özel finans kurumları, sonrasında katılım bankaları başta iyi niyetli olsa da şu anda istenen idealize edebileceğimiz bir durum değil.

Diğer bir iktisadi eğilim, iktisadi politikalar zaman ve mekana göre üretilmeli ve bunlardan bağımsız olamayacağını söyleyen yaklaşım. Ahmet Mithat bunu deniyor, “Batılı iktisat düşüncesini buraya taşıyamayız. Kendimize uygun bir şey yapmalıyız, batıdan taşıyamayız” diyor.

Biz güçlü iken batı iktisadını hiç merak etmedik. Mağlup olunca 1500 lerden başlayarak Avrupayı okumaya başladık. Gavur bugün yenik olsaydı bunları konuşmayacaktır bugün bile. Mevcut tablo düşünme biçimimizi etkiliyor ve belirliyor. Osmanlı bu dönemde iktisada bir bilim olarak yaklaşmaya başlıyor. Batı karşısında mağlubiyete son vermek için. Liberal düşünce bu coğrafyaya giren ilk ideolojik yaklaşımdır. Tanzimat ve İngiliz ticaret anlaşması ancak bu politikaya elverir zaten. Uzun süre türkiye gümrükleri üzerinde bir tasarrufta bulunma hakkını kaybetti. 19. Yy boyunca yerli/milli denebilecek politikalar uygulamak uluslararası dengeler açısından pek mümkün değildi. Kırım savaşınını takiben dış borçlanma süreci de Abdulhamit döneminde mali bir iflas ile sonuçlandı ve duyunu umumiye kuruldu. Ancak devletin direnişinin de kuruluşu kadar uzun sürdüğünü söyleyebiliriz.

Kapütülasyonlar ile ilgili yanlış bir algı var, kanuni döneminde verilen kapütülasyonlar ile sonrakiler aynı değil. Güçlü iken yapılan transit işlemler farklıdır. Ülke içerisinde bol ve ucuz mal bulundurmak Osmanlının temel prensibidir. Batılılar ithalatı kısarken Osmanlı tam ters politika izliyor. İhracatı yasaklıyor. Çünkü Osmanlı ithalatı çok sınırlı lüks mallarla ya da çok ihtiyaç duyulan mallarla ilgili idi. İhracat kısıtlanırdı çünkü ucuz ve ihtiyaç duyulan malzemelerin ülke dışına çıkması istenmezdi (barut, buğday vs). Buna rağmen Osmanlı geç dönemlerine kadar ihracat ithalat dengesinde sorun yoktu. Ayrıca ülke içerisinde geçen mallardan ciddi vergi geliri elde edilir. Osmanlı nerede bir faaliyet varsa vergisini takip ederdi, vergi politikası uygulardı. Osmanlının vergide kayba tahammülü yoktu.

İslam terakkiye manidir, islamın bunlarla işi yoktur. Kuvvet üretelim ancak kuvveti kutsamadan üretebilecek miyiz? Kutsayınca Müslümanın kuvveti olmuyor. Bugün çok kutsanmış durumda. Ümmetin kuvveti varsa kuvvettir, bireysel gücün kudretin ne olduğu yeniden hatırlamamız gerekiyor. Servetin bir değer olarak ortaya konması zihnimizi bulandırıyor. Servet ve iktidar ne kadar artarsa o kadar başarılıyız diyoruz ancak öyle olmadığı tecrübe ediyoruz. Medyen kavmini bir daha okumamız lazım. Mülkün servetin insanlar arasında artırılıp eksiltildiğini hatırlamamız lazım. Ne kadar iktidarı kutsarsak o kadar esiri haline geldik. Servet için de aynı tehlike var. Kahir ekseriyetle insanların Allahtan daha çok iktidara, makama, görünürlüğe daha çok iman ettiğini düşünüyorum.

Seminer soru-cevap, katkılar ile son buldu.

Etkinlik-Eylem Haberleri

Bursa’da Suriye devrimi ve Gazze konuşuldu
"Sürünün İçinde Dijital Dünyaya Bakışlar"
Başakşehir’den Gazze direnişine bin selam!
Adana Özgür-Der’de “Emperyalizm ve Siyonizm İlişkisi” konferansı düzenlendi
Özgür-Der Gençliği “İslami Perspektiften Psikoloji” kitabını değerlendirdi