“Osmanlı’dan Günümüze Elitler ve Din”

Prof. Dr. Kemal H. Karpat’ın Timaş Yayınları’ndan çıkan “Osmanlı’dan Günümüze Elitler ve Din” isimli çalışmada daha çok Müslüman dini elitler ile modernleşme ve devletle ilişkiler boyutu değerlendiriliyor. Kitabı Ahmet Düzgün değerlendirdi.

"Osmanlı'dan Günümüze Elitler ve Din"

AHMET DÜZGÜN

Türkiye'de birçok üniversitede çalışmış olan, halen Wisconsin Üniversitesinde Tarih Bölümünde öğretim üyeliğini sürdüren Kemal H. Karpat, siyasal ve sosyal bilimler alanında uzmanlaşmış bir akademisyendir. Timaş Yayınlarından çıkan "Osmanlı'dan Günümüze Elitler ve Din" isimli çalışmada birçok ülkede konferanslarda sunduğu metinlerin birleşiminden oluşmuş. Bir makale ise ortak bir kitap çalışması için yazılmış. Bu metinler İngilizce hazırlanmış Türkçeye çevrilmiş, yazar tarafından bir önsöz eklenerek yayınlanmış.

294 sayfa olan kitap 2 ana bölümden oluşuyor. Bunlara Elitler ve Demokrasi, Din ve Laiklik isimleri verilmiş. Giriş bölümünde yazar Türk toplumunun son yüz elli yılda yaşadığı kültürel, sosyal, ekonomik ve siyasi değişimi anlama çabasının 'geleneksel tarihi bir toplum ve devlet, kendi iç gücü ile kendisini yenileyebilir mi?' sorusuna cevap olması gerektiğini vurguluyor.

ELİTLER VE DEMOKRASİ

Yukarıda alıntıladığımız soruya cevap arayışı olarak yazar ilk yazısında Türkiye'nin yapısal değişmelerini, tarihi aşamalarını teorik çerçevede tartışıyor. Modernleşme teorilerini 'Türkiye modernleşmesini' anlamamıza yardımcı olmak için tartışan Karpat, her toplumun bu şablonlara uymadığını kendi özel şartlarını gözetmek gerektiğini belirtiyor. Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşundan Cumhuriyet döneminde 1960'lara kadar devletin yönetici sınıfları diyebileceğimiz elitlerin rolünü anlatıyor.

Karpat'a göre Cumhuriyet elitleri genelde halk kökenlidir, fakat halk adına iktidarı ele geçirdikleri halde halkın değer yargılarına ve yaşam tarzına yabançılaşmışlardır. Sosyal kökeni ne olursa olsun devlet tarafına geçenler, yani devlet iktidarından pay almayı başaranlar, mutlak devlet fikrinin baş savunucusu olmakta ve vatandaşı devlet emrinde çalışan, yaşayan bir mahlûk gibi görme eğilimine kapılmaktadır. Elitlerin temsilcisi daima CHP olmuştur: "CHP'nin temsil ettiği devletçi elitler, laiklik ve Atatürk inkılâplarının korunması gerekçesinden ve son olarak ordudan faydalanarak 1960 ve 1971'de iktidarı yeniden ele geçirdi. Devletçi elitlerin 1980'deki müdahalesiyse ordu, CHP, üniversiteler ve basın arasındaki koalisyonun dağılmasına yol açtı. Dini elitlerin yükselişi ve İslam'ın olağan dışı canlanışı askeri müdahale için sürekli bir gerekçe oluşturmuştur."

Osmanlıda hükümdar -bürokrasi(seyfiye, ilmiye, kalemiye)- teba şeklinde oluşan devlet yönetim tarzı Cumhuriyet döneminde Atatürk-bürokrasi(asker, üniversite, yargı)- vatandaş şeklinde devam etti. 1800'lü yıllarda ortaya çıkan tarıma dayalı yeni orta sınıf/ayanlar, yine bu yıllarda modern okullardan mezun bürokrat sınıfla birlikte sultana karşı ekonomik ve siyasal haklar kazandılar. 1876 kurulan meclis bir dönem kapatılmasına rağmen bu sınıfların baskısıyla 1908 de meşrutiyet ilan edildi. 1913'e kadar Osmanlı da birçok fikri ekol dernek kurmuş, gazete ve dergiler çıkarmıştı. I. Dünya Savaşı kaybedilip Osmanlı İmparatorluğu

dağılma sürecine girince milli mücadeleyi yine bu orta sınıf ve yeni bürokrat kadrolar örgütledi. Fikri ayrılıklar milli mücadele döneminde geri planda kaldı, Cumhuriyet kurulduktan sonra ise İslamcılar, muhafazakâr modernleşmeciler, komünistler, Kürtler, liberal demokratlar tasfiye edildi. Pozitivist otoriter modernleşmeci grup kesin hakimiyet kurdu. Tek parti döneminde baskılardan muhalefete çok fazla imkan bulamasalar da tarıma dayalı orta sınıf ve muhafazakar modernleşmeci bürokratlar çok partiye geçişten itibaren devlet yönetiminde söz sahibi oldular. Bu gelişim süreciyle ilgili birçok veri ve tablo ortaya koyan yazar, eğitim alanındaki, tarımda ve ticarette ki gelişmenin sosyal ve siyasal hakları kazanmadaki rolünü göstermeye çalışıyor.

Karpat, Türkiye'yi Osmanlı'dan ayrı düşünmüyor. Türkiye'nin modernleşme serüvenini anlatırken Abdülhamid dönemine dikkat çekiyor. O dönem (1876-1909) "karanlık" bir gerileme ve dağılma dönemi olarak bilinir. Oysa Karpat'a göre bu dönemde, eğitim ve okuryazarlık, kitap ve gazete yayını, sivil kurumların oluşturulması, kentleşme, ulaşım imkanının artması, haberleşmenin yaygınlaşması ve ticaret açısından hızlı bir gelişme yaşanmıştır.

Bu tezlerine bağlı olarak Karpat ikinci yazısında Osmanlı da ilan edilen anayasa ve meşrutiyetin iktisadi olarak güçlenen Müslüman orta sınıfın desteğiyle oluştuğunu iddia ediyor. Birçok tarihçinin Osmanlı modernleşmesinde gayrimüslimlerin etkili olduğu iddiasına katılmıyor. Yeni bürokratlar, okumuşlar ve güçlenen Müslüman orta sınıfın önemini vurguluyor. Bu yeni elitler ekonomik ve siyasi haklarını almak için 1876 anayasasının ortaya çıkmasının önemli sebeplerindendir. Karpat, Osmanlı'da demokratik haklar isteğinin başlangıç tarihini bu olaylarla başlatıyor.

DİN VE LAİKLİK

Birinci Bölüm'de modernleşme sürecinde elitlerin etkisi tartışıldıktan sonra, İkinci Bölüm'de bu elitlerden olan ilmiye sınıfının yani din adamlarının modernleşme karşısındaki tutumları değerlendiriliyor. Karpat'ın bu bölümde tartıştığı konuda ayrıntılı çalışmalar yapılması gerekir tespiti önemli. Ahmet Cevdet Paşa'yı örnek veren Karpat, onun hakkında bile çok fazla çalışma yapılmadığını belirtiyor.

Cumhuriyet'in kuruluşunda dini çevrelerin etkileri, daha öncesinde ortaya çıkan dini yayınlar ve ekoller, Abdülhamit'in modernleşme politikaları genel olarak anlatılıyor. Karpat elitlere eklendiğini gösterdiği Müslüman orta sınıfın taşrada kendisine bağlı devletten bağımsız bir din adamı sınıfı ürettiğini ve bu sınıfın resmi devlet ulemasından farklı davrandığını söylüyor. Merkezdeki resmi ulema, devletin modernleşme çabalarını destekleyip meşrulaştırma gayreti içindeyken, taşradaki ulema, özellikle gayrimüslimlere verilen iktisadi imtiyazlardan başlayarak birçok konuyu eleştiriyor. Cumhuriyet kuruluşuna kadar taşradaki ulema ve 1908'den sonra kendilerine ilmiye yerine İslamcı denilen ekoller gücünü ve etkinliğini korumuştu. Cumhuriyet rejimi jakoben batılılaşmayı, pozitivizmi dayatınca tarikatlar başta olmak üzere bu sınıfı tasfiye etti. Ilımlı modernist İslamcıların Osmanlı'dan Cumhuriyete geçişte üstlendikleri rol kitapta şöyle anlatılıyor:

''İsmail Hakkı İzmirli (1868-1946) ve Mehmet Ali Ayni(1868-1945) gibi başka İslamcılar da Sırat-ı Müstakim ve Sebil-ür Reşad' da yazdılar ve bugün geçerli olan resmi İslam anlayışının yaratılmasında kritik roller oynadılar. Akseki ve Günaltay örnekleri, Osmanlı İslamı'nın büyük oranda değişmiş biçiminin modern Türkiye'de nasıl devam ettiğini ve yeni bir ulusal, yarı laikleşmiş ilmiyenin nasıl ortaya çıktığını fazlasıyla gösteriyor. Osmanlı'da olduğu gibi,bugün d , Diyanet'in yetki alanının dışındaki bir çok popüler sufi tarikatın da içinde olduğu çok sayıda İslamcı grup var. Fakat göründüğü kadarıyla resmi ve gayrıresmi İslam'ın temsilcileri arasındaki ilişki iyi.''(s. 234)

Yukarda ki alıntıda ismi geçen Ahmet Hamdi Akseki ve Şemsettin Günaltay da Sebil-ür Reşad' da yazdılar biri Diyanet'te Başkan'lık diğeri de Başbakan'lık yaptığı 1949-1950 dönemlerinde devlet din uzlaşmasında etkili oldular.

Karpat diğer kısa üç yazısında 19. yüzyılda laiklik, modernizm ve inanç; daha sonrada Cumhuriyet dönemi laiklik uygulamalarını tartışıyor. Son yazısında ise Akparti deneyimini, Müslümanların moderniteyle uyum sağlıyanlarının durumunu tartışıyor.

GENEL DEĞERLENDİRME

Kitap benzer başlıkları işleyen farklı dönemlerde yazılan metinlerden oluşmuş. Bu yüzden kitap bir bütünlüğe sahip değil,bir çok konuda kaçınılmaz olarak tekrarlar var.Batıdaki ilgili toplantılarda sunulması hedef kitlesini zaten gösteriyor.Çevirisi pekte başarısız olmamasına rağmen okunması çokta rahat değil.Tartışılan tezler genel olarak tarihi bilgi verme dışında elitlerin rolü üzerinde yoğunlaşmış olması nedeniyle ilk yazı hariç -bu tez bir çok tablo veriyle destekleniyor-zayıf kalmış.

Karpat, yaptığı çalışmada Osmanlı'da 19. yüzyılda oluşan Müslüman orta sınıfın o zamandan beri Cumhuriyet dönemi de dahil etkilerini göstermeye çalışmış. Merkezde yeni bürokrat sınıfın çoğalmasıyla gücü azalan ilmiye sınıfı taşrada bu Müslüman orta sınıfın desteğiyle kendine yeni bir destek bulmuş. İlmiye sınıfının Cumhuriyet dönemi durumu da, direnmeyi seçip tasfiye edilen birkaç kişi dışında karşıtına sığınarak var olma şeklinde tezahür etmiştir. Osmanlı'dan devralınan diriliğini yitirmiş Müslüman kimliği bu uzlaşmadan sonra iyice devletçi ve modern yoruma açık olarak varlığını devam ettirebilmiştir.

Resmi din adamı sınıfı dışında da sağcılık, devletçilik destek bulmuş, modern olana karşı geleneksel olan din yorumuyla karşı çıkılmaya çalışılmıştır. Geleneksel din yorumunun modern olana karşı duramadığı ve çözüldüğü de vakıamızdır. Türkiye Müslümanları olarak bu zaafları taşıyan Müslüman kimliği ıslah etme çabaları içinde olmalıyız. Modern dünyaya cevap vermede ve geleneksel olanın ıslahında bize gereken ölçü ve dinamizm kaynağı vahiyde bulunmaktadır. Önemli olan bu bilgiyle günümüz dünyasında vahyi değerleri sosyal, siyasal, iktisadi alanlarda örnekleyebilen bir diriliği ve derinliği yakalamaktır.

HAKSÖZ-HABER

Kitap Haberleri

“Sâsanî’lerden Safevîler’e Kadar Şîa’nın Tarihi" kitabı çıktı
Wael Hallaq'ın Şeriat kitabı Ekin Yayınları etiketiyle çıktı
Norman Finkelstein’ın kaleminden Gazze direnişi
Ellinci yılında Filistin Şiiri antolojisi
Ümmetin gündemine katkı: Zeydîlikten Husîliğe Yemen