Osmanlı'da din-devlet ilişkisinin nasıl olduğu konusunda iki temel tez vardır: 1. Şeriata bağlılık. 2. Din ile devlet işlerinin birbirinden ayrı olması (laiklik).
Bazı ciddi tarihçilerimiz ikinci tezi savunuyor olsalar da tarihi gerçek bu değildir.
Yakın bir tarihte, bir kanalda, genç bir akademisyen de bu tezi savunduğu için konu üzerine eğilmek gerekti.
Tezlerini ispat için kullandıkları deliller "hilafet, örfî vergiler, şeyhülislam-divan ilişkisi, kanunlar" çerçevesinde görülüyor.
1. Daha Abbâsîler'in son zamanlarında hilafetin göstermelik hale geldiğini, yönetimde Türk sultanlarının etkili olduğunu, Osmanlı'da da –sonunda halifenin sultandan ayrıldığını söylüyorlar.
Doğrusu şudur: Hz. Peygamber'in devlet başkanlığına varis olmak ve memleketi bu sıfatla, bu ölçüler içinde idare etmek manasında hilafet Emevîler'in ilk sultanı ile son bulmuştur. Bundan sonra gelen halifelerin adı böyle olsa da kendileri (yönetim biçimleri) saltanattır. Ancak bir ülkenin saltanatla idare edilmesi, şeriattan tamamen ayrıldığı manasına gelmez.
2. İslam devletinde iki çeşit vergi vardır: a) Şer'î (dinin emri olan) vergiler. b) Örfî (resmî, devletin ihtiyaca binaen karar vererek aldığı) vergiler. Devlet, şer'î vergiler dışında vergi almaya muhtaç olursa ulemaya da danışarak veya daha önce verilmiş fetvalara dayanılarak örfî vergi alınır bu da şerîata uygun, bir manada onun gereği olur.
3. Osmanlı sultanları kuruluş devrinden itibaren yanlarında alimleri bulundurmuşlar ve gerektikçe onlardan fetva almışlardır. Bu alimlerin unvanlarının müfti, müfti'l-enâm, şeyhülislam olup olmaması, bugünkü karşılığı olarak bakanlar kurulunda bulunup bulunmaması sonucu değiştirmez.
4. "Farz, haram, mekruh…" gibi dini hükümlere tabi olmayan; yani mübah olan alanda gerektiğinde devlet kanun (kanunname) çıkarabilir. Bu kanunnameler şeriata aykırı olmadıkça devlet yine laik olmaz.
Vergi, tazir alanına giren ceza, idare, muhakeme usulü gibi konularda tarih boyunca çıkarılan kanunlar böyledir; devlet başkanına bırakılmış veya mübah olan sahalara ait bulunmuştur.
Bazı zamanlarda açıkça şeriata aykırı tasarruflar vardır, ancak bunlar devletin artık şeriatı terk etmeye karar vermesi sonucu değil, başka sebeplerle olmuştur ve alimler tarafından da kabul görmemiştir.
Tanzimat'tan önceki yenileşme hareketleri yine mübah alanda yürütülmüştür.
Tanzimat'tan itibaren idareden başlayarak kamu hukukunda ve daha sonra özel hukukta yapılan yenileştirmeler, değişiklikler, "Bunların şeriatın ruhuna ve maksadına uygun olduğu" gerekçesine dayandırlmıştır ve bir bakıma –daha sonra ortaya çıkan- İslam modernizminin ilk adımları mahiyetindedir.
Sonuç:
Osmanlı devletinde hiçbir padişah zamanında şeriat terk edilmemiş, ona bağlı kalındığı bizzat padişahlar tarafından gerektikçe ifade edilmiş, fetva makamı daima bulunmuş ve bu makamın yetkisi (fetva alanı) itikad, ibadet ve ahlak ile sınırlanmamıştır.
YENİ ŞAFAK