Yusuf Sami Kamadan / TRT World
Osmanlı dönemi İstanbul'unda yabancılar Ramazan'ı nasıl yaşadı?
1840 yılında ABD'den 28 yaşında bir Hıristiyan misyoner olan Horatio Southgate, başpiskoposunun emriyle Osmanlı topraklarını ziyaret etti.
Southgate, hatıraları aracılığıyla öğrendiğimize göre, özellikle Ramazan ayında hareketli bir ticaret merkezi olan İstanbul'daki yaşam hakkında önemli gözlemlerde bulunuyor. Anılarından birinde, "Pazarlar açık ve iş, istenilen hareketlilik ve canlılıkla olmasa da devam ediyor" diye yazıyor.
"Gündelik uğraşlarla birleşince orucun yorucu etkileri dünyevi faaliyetleri bastırıyor. Tüm bunlar koşulların izin verdiği ölçüde fiziksel olarak "hareketsizlik zamanı" ortaya çıkartıyor. Daha dindar olanlar bu zamanın çoğunu camide ya da evde Kur'an okuyarak geçirirler”.
Amerika Protestan Piskoposluk Kilisesi ile Süryani Ortodoks, Doğu Asur, Nasturi ve diğer Hıristiyan mezhepleri arasında bağ kurmakla görevlendirilen Southgate, yolculuğunu iki kitabında aktardı.
Gayretli bir Evangelist olan Southgate, Hıristiyan meslektaşlarıyla bağlantı kurma hedefini sürdürürken, Kur'an'ı ve İslam hukukunu incelemeye de büyük ilgi duydu - kitaplarından biri oruç tutmayı emreden Kur'an ayetiyle başlıyor.
Soutgate'in yolculuğu, Batı'nın Doğu'yu anlamaya yönelik uzun süredir devam eden ilgisini somutlaştırıyor. Bir Batılının gözünde İslam dünyası, şüphesiz yüzyıllar boyunca Osmanlılar tarafından temsil edildi.
Suda yuvarlanan ezan sesleri
Southgate, özellikle sabahtan akşama kadar çalışmak zorunda olan yoksul işçiler için yaza denk gelen Ramazan orucunun çok zor geçtiğini söylüyor.
Bir anekdot paylaşan Southgate, bir keresinde uzaktaki bir köyü ziyaret etmek için iki kürekçiyle birlikte kayık kiraladığını söylüyor. Kayıkçıların bütün gün teknede kürek çektilerini aktaran yazar gün batımında top sesinin ardından yüzlerce müezzin tarafından okunan büyüleyici ezan sesleri orucun bittiğini söylüyor:
“Görünüşe göre oldukça yorgun olmalarına rağmen, Türklerden beklenmeyen bir sabırla küreklerini çeken kayıkçılar, şimdi koltuklarına yaslandılar ve oruçlarını açmaya hazırlandılar. Müezzin'in sesi suda yuvarlanırken, sakin bir tebessümden başka hiçbir duygu ifadesi olmadan, yoksunluğun acısını dindirmeye yetecek kadar yiyip içtiler ve sonra küreklerini çekmeye devam ettiler."
Southgate, iftardan sonra İstanbul'daki renkli havayı aktarmayı da ihmal etmiyor. Ona göre gün batımı günün en ilginç olayıdır.
Onun sözleriyle: "Güneş batarken, tüm Müslümanlar birdenbire uyanmış gibi görünüyor. Gün içinde Hristiyanlara bırakılan kahveler Türklerle dolmaya başlar ve ellerinde bastonlarıyla sakince sahuru beklerler. Sokak köşeleri alışılmadık bir canlılıkla dört bir yana akın eden kalabalıklarla, fırınların etrafı ise müşterileriyle dolu. Tatlıcılar ise renkli çizgilerle güzelce dekore edilmiş tezgahlarında en seçkin lezzetlerini sergiliyorlar."
Binbir Gece Masalları'nın bin saniyesi
İstanbul'da Ramazan'a şahitlik eden Batılılardan biri de 1866'da vefat eden İngiliz devlet adamı Edmund Grimani Hornby'nin eşiydi. Hornby, "In and Around Stamboul" adlı eserinde İstanbul'un Ramazan'ını bir Batılı naifliği ile gözlemleyen biri olarak karşımıza çıkıyor. Hornby'ye göre, Avrupa'da modernleşmenin kültürel asimilasyonu özgünlüğün kaybolmasına yol açmıştır. Hornby, bu yıkıcı rolden trenleri ve buharlı gemileri sorumlu tutuyor ve Avrupa'nın bir ucundan diğer ucuna seyahat etme imkanına sahip olan bir kişinin artık bu ülkelerde farklı bir şeyle karşılaşamayacağından yakınıyor.
Ona göre bu durum Türkiye'de tam anlamıyla başarılı olmamıştır. Osmanlı coğrafyası hala yeterince özgündür. Özellikle Ramazan ayı "oryantal havanın" yeniden canlandığı bir dönemdir. Hornby eserinde şöyle yazıyor:
“…Ramazan, ciltleri incelemekten ziyade sokaklarda dolaşarak Muhammedî hayatın karakterine dair daha fazla fikir sahibi olmak isteyen bir Avrupalı için en ilginç zamandır…”
Hornby anlatımına iftar sonrası izlenimleriyle devam ediyor. İftardan sonra eller yıkanır ve sigaralar yakılır diyor. Bir süre sonra müezzinin keskin sesi müminleri teravih namazına çağırıyor.
Hornby'nin Ramazan hakkındaki anılarında İstanbul'daki camilerin nasıl parlak bir şekilde aydınlatıldığını aktarıyor. Sayısız kafe, bakkal ve restoranın dondurmalar, limonatalar ve şekerlemelerle nasıl dolup taştığını da anlatıyor.
Hornby'ye göre, binlerce kişinin elinde tuttuğu kağıt fenerlerin ve yaydığı sayısız ışığın yarattığı fantastik görüntü, katıldığı son Roma Karnavalı'nın en ilginç anından bile daha dikkat çekiciydi. Hornby, camilerden birine yaptığı ziyaretle ilgili düşüncelerini de paylaşıyor.
“Ramazan camileri gezmek ve görmek gereken bir zamandır... Doğu mimarisinin başyapıtlarından bazılarının sade ihtişamı, tarif edilmek için değil, sadece hissedilmek içindir. Müslümanın duasını karakterize eden (namazı kast ediyor) çevredeki tüm dünyevi nesnelerden bu ciddi soyutlama, en şüphecileri bile korkuyla etkileyen bir tür anlatılması güç coşkuya yol açar”.
Namazdan sonra "anlaşılması güç coşkuyu" daha iyi hissettiren dışarıdaki sahneyi anlatıyor.
"Herkes herkesi ziyaret ediyor, kalabalık anayollardan zar zor geçilebiliyor, kafe ve dükkanların önündeki tüm koltuklar dolu, her yerde ilahi, şarkı ve müzik duyuluyor. Camilerin aydınlığı arttı. Bir minareden diğerine gerilmiş bir ipin üzerinde, ustaca asılı kandillerden oluşan, çiçekleri, hayvanları, kuşları, gemileri ve diğer nesneleri temsil eden figürler, havada yükseklerde sallanıyor” diye yazıyor Hornby ve sözlerini şöyle bitiriyor:
"Her yerden Buyouroun, (Buyurun demek istiyor) sesleri yükselir. Dükkan sahipleri sizi içeri davet eder ve kalabalığa karışırsınız. Ve tüm bu ordu, hareketlerini yönlendirecek kimse olmaksızın, düzenli ve sessizdir; itme kakma, rahatsız edici gürültü yoktur. Bu durum gecenin belki de en harika kısmıdır ve sahneye gizemli bir hava katar ki bu da sizi neredeyse Binbir Gece Masalları'nın bin ikincisine tanık olduğunuz inancıyla etkiler."