Ben (rahmetli dostum Ufuk Güldemir'in deyişiyle) "beyaz Türk"üm. Türk ve Sünni çoğunluğa mensup olduğum gibi, üstelik Rumeli kökenli, Kemalist eğilimli bir ailede büyüdüm.
Böylesine "beyaz Türk" olduğum halde gençliğimde (yani yirmilerimde), ülkedeki adaletsizlikleri ortadan kaldırmak için yapılabilecek en akıllı ve doğru işin "dağa çıkmak" olduğunu düşünebildim. Ama görece kısa bir süre sonra, silahlara ve şiddete düşman oldum; yapılabilecek en akıllı ve etkili işin siyasi özgürlük ve demokrasiyi savunmak olduğunda karar kıldım. Türkiye'de yaşayan, kimliği yok sayılan, anadili bile yasaklanan bir Kürt olsaydım da muhtemelen aynı evrimi geçirirdim... Gerek gençlikte, gerekse olgunlukta edindiğim Kürt dostlarım ve arkadaşlarım hep benimle benzer düşünen kimseler oldu.
Onları tanıdığımdan beri Kürtlere her zaman empati ve sempatiyle yaklaştım. Şiddete ve silahlara düşman olmamdan sonra ortaya çıkan PKK'ya hiçbir zaman, en küçük bir sempati duymadım. Hep şunu düşündüm: Şiddet şiddeti doğuruyor. Eğer barışçı, demokratik mücadele yöntemi benimsenebilmiş olsaydı, büyük çoğunluğuyla Kürt 40 bin insan öldürülmeden, Kürtler köylerinden sürülmeden, yurtları yakılıp yıkılmadan, Kürt kimliği üzerindeki yasak ve baskılar çoktan aşılabilir, Kürtler çoktan Türkiye'nin haklarda eşit yurttaşları olabilirdi. Kendilerine yapılan haksızlıklarla yasal, meşru yollardan mücadele etmelerinin engellenmesinin, pek çok Kürt'ü şiddetin kucağına itmesinden derin üzüntü duydum. Zaman zaman devletin, Kürt kimliğini bastırmak için onu PKK ile, şiddetle, terörizmle özdeşleştirme taktiği uyguladığından kuşkulandım.
DTP-BDP'li Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir'le tanışırım. Kendisiyle birkaç toplantıda bir araya geldim. Görüşlerimiz bazı konularda hiç mi hiç uyuşmuyor, ama bazı konularda ona hak veriyorum. Özellikle Devrim Sevimay'a (Milliyet, 11-12 Ocak) şu söylediklerine:
"Kaygım ve endişem şu ki, duygusal kopuş tehlikesi yaşıyoruz... Özellikle Sayın Başbakan'a çağrımdır... Süreci bu sefer sil baştan yeniden ve birlikte başlatalım. Çünkü şu ana kadar yaptıklarınız buranın algısını, duygusunu yanına almadı, burayı dışladı. Oysa burayı sürece katmazsanız olmaz..."
"Türkiye'de şiddetle sivil siyasete ihtiyaç var ve buna elbette Kürtlerin de ihtiyacı var... Ancak açık söylüyorum, dünyanın neresinde olursa olsun silahların konuştuğu bir yerde, aynı zeminden beslenen ve aynı tabana hitap eden biri silahlı, biri sivil iki tüzel kişiliğin tamamen bağımsız olma şansı yoktur. Bunu görmemiz ve kabul etmemiz lazım. Bunun psikolojik etkileri var, sosyolojik etkileri var. Dolayısıyla gerçekten sivil ve demokratik bir siyaset arzuluyorsak yapmamız gereken ilk şey önce çatışmasızlığı sağlamaktır."
"Evet, sevseniz de sevmesiniz de, kabul etseniz de etmeseniz de, Kürt sorununun tarafları açısından Öcalan bir aktördür. Şimdi bunu reddederseniz çözüme kolay ulaşma şansınız yok. PKK bir aktördür, BDP bir aktördür, Kürt aydınları camiası bir aktördür... Ana aktör AKP, görünen diğer aktör de BDP olduğuna göre, bu görünen aktörler görünmeyen aktörlerle direkt veya dolaylı görüşmek durumundadır... Devlet, AKP ve hatta aydınların bir kısmı BDP'ye hep şunu söylediler: Öcalan'ı reddedin, PKK'yı reddedin, siz ortaya çıkın. Bu, açık söylüyorum gerçekçi değil..."
"BDP'ye şu mesaj verilebilir, 'Tamam Öcalan bir aktördür, tamam PKK bir aktördür, ama bu iş ancak sizin üzerinizden yürüyebilir. Türk halkı ancak sizin muhataplığınızla bunu çözebilir...' Hükümetin DTP'yle yapmış olduğu görüşme, nezaketen görüşmenin ötesine gitmemiştir... Şüphesiz ki bu mesele çok basit bir mesele değildir, ama: Gelin hep beraber PKK'yı silahsızlandıralım... Bunun yegâne bir yolu var: Direkt veya dolaylı, kendisini ikna etmek. Kendisi rıza göstermeden ve buna ikna olmadan elindeki silahı nasıl alacağız?"
ZAMAN