Oryantalizmin Doğu'ya ilişkin temel yaklaşımları teker teker çökmüş olsa da Batılı zihnin arkaplanında kodlanmış olan bu bakış zaman zaman öne çıkar. Bu bakış siyaseten uygun düştüğünde olanca kabalığı ile boy göstermekten çekinmez. Doğu'ya ilişkin takdir ve beğenilerini sunarken de bu oryantalist kodlar devreye girer. Mesela "Doğu'nun durağanlığı" tezi eskisi gibi uluorta rahatça dillendirilmese de oryantalist söylemin tartışmasız kullanımda tuttuğu söylemlerin başında gelir.
Tunus ve Mısır'da ortaya çıkan halk hareketlerini anlamlandırmak üzere Batılı medyada gündeme gelen destekleyici yazıların arkaplanında bu söylem sırıtıverdi. "Bakın Araplar da ayaklanabiliyor, haklarını arıyor, özgürleşiyor... Yani evrimlerini belli aşamaya getirdiler. Kimi insani özelliklerini hatırlayıp, hak arayabiliyorlar" demeye getiren haklılaştırma söylemi.
Öyle ya, Doğulular insani özelliklerden mahrum ya da bunları henüz keşfedememişler; bir de ait oldukları din ve kültür dolayısıyla zaten bu tür evrensel kavram ve değerleri kavramaktan uzaklar. Son olaylarda bu aşamayı geçtiklerine dair emareler keşfetti Batı.
Başlarındaki yöneticilerin birer despot olduğu da yeni keşfedilenler arasında. Daha doğrusu bunca yıl destek verdikleri Batılı değer ve çıkarların temsilcisi ve koruyucusu olan bu yönetimlerin despotik monarklardan farksız olduklarını yeni keşfetti.
Aslında özelde Ortadoğu ve İslam toplumları için yeni olan şey şu: Doğu despotizmi olarak formüle ettikleri toplum-yönetim ilişkisini ait oldukları kültürün, daha açık biçimde İslam'ın bir sonucu olarak gören oryantalizm; bu kez ikisi arasında bir ayrım yapma ihtiyacı duydu: Halk Müslüman ama despotik idarecilere karşı özgürlük mücadelesi veriyor! Bu ayrımı kolaylaştıran temel unsur da sanırım, hareketlerin doğrudan İslami söylemi öne çıkarmamış olmasıydı.
Bu arada özellikle Mısır'daki sarsıntıyla romantik devrim heyecanı yaşamak isteyenler ve İslam inkılabı bekleyenlerin benzer eksiklik duygusuna düşmelerinde, oryantalist olmasa da bir tür yabancılaşma ile beraber devreye giren 'özlemler'in payı var. Yaşanmakta olan yeni durumun toplumsal içeriği ile real politik alanın acımasızlığı özlemleri aşan duvar olarak karşımızda duruyor.
Ortadoğu'da yeniden şekillenmeye başlayan toplumsal hareketleri oryantalizm bağlamında anlamlandıran yaklaşım real politikle ilişkilendirildiğinde durum daha da ilginç hale geliyor.
Ortadoğu'da yönetimle-halk çelişkisi sanılandan daha derindir ve bu çelişki ilk kez açığa çıkmıyor.
Ortadoğu'da hemen her ülkede halk ilk kez isyan etmiyor. Daha önceki başkaldırıların kanlı şekilde bastırıldığını unutmamak gerek.
Mağrip'ten Irak'a uzanan Arap ülkelerindeki halkı sindiren baskıcı yönetimlerin bugün özgürleştirici role soyunan Batılı hegemonların desteği sayesinde ayakta durabildiklerini tekrar hatırlatmak gerek.
Mübarek örneğinde olduğu gibi bu yönetimler; stratejik çıkarlar, İsrail'in güvenliği ve Mısır'ın özel koşulları gerekçesiyle halkının insanca yaşama taleplerine rağmen desteklendi.
Tunus'tan başlayarak Mısır ve diğer ülkelerde görülen hareketlilik ABD'nin halkların özgürlüklerinden yana ilkesel tavrından çok stratejik dizaynıyla ilgilidir.
Amerikan parmağı aranacaksa bu; her tür görüşten insanların meydanlarda taleplerini dile getirmelerinde değil, her seferinde bu tür talepleri kanla bastırmalarına izin verilen despotların bu kez neden aynı yönteme başvuramadıkları sorusunun cevabında aranmalıdır.
Hiçbir özgürlük talebi küçümsenemez ve komplo ile açıklanamaz; ama hiçbir siyasal toplumsal hareket de real politikten, stratejik hesaplardan, iç ve dış dengelerden bağımsız değildir.
Amerika'nın Mısır ve Ortadoğu'da halkların özgürlük arayışına göre stratejisini dizayn ettiğini düşünmek yerine, toplumsal hareketliliği bu strateji içinde nasıl değerlendirip yönlendirmek istediğine bakmakta yarar var.
Amerika Ortadoğu'da İsrail'i esas alan bir dengenin yürümeyeceğini fark etmiştir, yeni bir denge kurmaya çalışmaktadır. Eski düzenin aktörlerinin bu süreçte işlevsiz ve hatta ayak bağı olacağı gerçeğini gözardı ederek bu süreci okuyamayız.
Yeni Ortadoğu dengelerinde İsrail de tümüyle istediği gibi hareket edeceği bir denklemin çoktan değiştiğini farketse de buna direnmeye çalışmaktadır.
Bu süreçte despot yönetimleri meşrulaştırıcı gerekçe olarak gündemde tutulan İslami hareketler, bir yanda karşı propaganda ile terörize edilirken diğer tarafta makul bir düzeye çekilmeye çalışılmaktadır.
En az 50 yıldır dayak yiyen İslamcı hareketler baskıyla önce uzlaşmaya zorlanmış, ardından zihinsel olarak dönüştürülecekleri bir operasyon devreye konmuştur. Yeni düzen bu zihin dönüşümü gerçekleşmeden tesisi edilemeyecek gibi.
Yeni Ortadoğu düzeni, bölgenin talepleri ile bölge dışı küresel aktörlerin gittikçe büyüyen zafiyetleri arasında şekilleniyor şimdilik. ABD bölgedeki stratejik çıkarlarını toplumsal muhalefete rağmen sürdüremeyeceğini anlamıştır. Irak işgali bu durumdan önceki son çıkıştı.
YENİ ŞAFAK