Bölgesel güç oluşturmaya öncülük edebilmenin ana şartı güven verici olmaktır. Bunun için de öncelikli olarak kuracağınız altyapının oturaklı ve istikrarlı bir şekilde ilerleyeceği kanaati oluşmalı, mayınlı tarlada yürüdüğünüz düşünülmemelidir.
Bunun şartı da darbe tehditlerinden kurtulmaktır.
Sürekli darbe tehdidiyle karşı karşıya olan bir siyasi yapı ne kadar başarılı işler gerçekleştirirse gerçekleştirsin mayınlı tarlada yürümektedir. Ordunun ihtiyaç duyduğunda halkın özgür iradesini paketleyip rafa kaldırma yetkisine sahip bir güç değil, halkın tercihiyle iş başına gelmiş sivil otoritenin emrindeki savunma gücü olduğu konusunda kesin kanaat oluşmadığı sürece ortaya koyduğunuz hiçbir siyasi model güven verici olmayacaktır.
Türkiye’de her ne kadar Ergenekon davasıyla birlikte cuntacı odakların üzerine gidilmesi konusunda önemli adımlar atıldıysa da henüz, sivil toplum iradesini rafa kaldırmaya kalkışabilecek dayatmacı organların etki alanları yargının yeterince kontrolü altına alınabilmiş değildir.
Cuntacı ve dayatmacı mekanizmaya karşı verilecek mücadelenin belli bir kadronun siyasi çıkar planı olarak lanse edilmesi en başta toplumun özgür iradesine ve geleceğine haksızlıktır. Bu ülkedeki en tehlikeli irtica hareketi cuntacı ve dayatmacı harekettir. Çünkü bu hareket her şeyden önce çağın son derece gerisinde kalmış tabuları ayakta tutabilmek, toplumu bu tabuları kabullenmeye zorlamak için şiddete başvurmakta, insanlığın olumlu ilerleyişine ayak uyduramadığı için Türkiye toplumunun geleceğini karartmaktadır. Türkiye’de hâlâ cuntacı, dayatmacı zihniyetin siyasi yapılanmada belirleyici bir etken olabileceğinden korkuluyorsa bu ülkenin bölgesel yapılanmada güven verici olması zordur. Dolayısıyla Türkiye’nin geleceğini önemseyen ve uluslararası alanda yeni dönemde ortaya çıkacak yapılanmalarda etkin güç olmasını isteyen herkes en başta dayatmacı ve cuntacı zihniyete karşı durmalı, onun tabularının yıkılması için ortaya konacak cesaretli çıkışların yanında yer almalıdır.
Toplumsal güçlerin bir araya getirilmesi suretiyle oluşturulacak ittifaklarda yönlendirici etkenler ideolojik dayatmalar ve tabular değil ortak değerler olacaktır. Müslüman halkların ortak değerleri ve manevi kimliği İslâm âleminde bir güç birliğinin oluşturulmasında köprü vazifesi görebilir. Ama ideolojik tercihler ve dayatmalar bu görevi göremez. Bugüne kadar kendi ideolojik hatta mezhebi tercihlerini köprü olarak kullanmaya kalkışanların hiçbiri başarılı olamamıştır. Çünkü öyle yapanlar bir köprü kurmak yerine kendi iplerini uzatmış ve “benim ipime tutun” telkini yapmaya kalkışmışlardır.
Kültürel değerlerin, tarihi mirasın ve etnik kimliğin korunması tabiidir ve bütün halkların saygı duyulması gereken haklarıdır. Ama bunları başka halklara dayatmaya kalkışmak ve etnik kimliğini üstünlük sebebi saymak birleştirici değil, itici, yalnızlaştırıcı etken olacaktır. İslâm âleminde ve içinde bulunduğu coğrafyada güç ittifakına öncülük etmeye aday Türkiye’nin de en başta “ne mutlu Türküm diyene! Bir Türk dünyaya bedeldir!” saplantılarından kurtulması gerekir. Bu saplantıları camilerin minarelerine asılan mahyalara taşıyacak kadar bu konuda ısrarlı bir zihniyetin etkisinden tümüyle sıyrılamamış bir Türkiye’nin bölgesel güç oluşturma çabasına öncülük etmesi, halkların özgür iradesini temsil edecek bir ittifakta motor görevi görmesi mümkün değildir.
İnsanlığın yeni bir merhaleye geçiş yaptığı bu dönemde Türkiye’nin gündemine aldığı “komşularla sıfır problem” planı son derece büyük önem arz ediyor. Komşularıyla problemini halletmiş bir Türkiye uluslararası platformda kendini daha güçlü hissedecek ve bir o kadar da güven verici olacaktır. Fakat komşularla sıfır problem planının uygulamaya geçirilmesinde de adalet ve hukuk ilkesinden taviz verilmemelidir. Yani sorunların çözüme kavuşturulmasında haksızlıkların onaylanması değil hakların sahiplerini bulması hedef alınmalıdır. Bu belki kısa zamanda gerçekleşmeyecektir. Hakların sahiplerini bulması hedefi ortaya konarak çözüme doğru ilerleme kaydedilmesi için bir başlangıç yapılması da “sıfır problem planı”nda samimiyeti ortaya koyacağı için olumlu bir hava oluşmasını sağlayacaktır.
Burada şunu ifade edelim ki bir tarafta kuyruk olan Türkiye’nin diğer tarafta baş olması zordur. Bunu AB üyeliği konusundaki emelin gerçekleştirilmesi için bu birliğin dayatmalarına boyun eğilmesine itiraz babından söyleme ihtiyaç duyuyoruz. AB ile ilişkiler elbette önem taşıyor. Ama bu ilişkiler Türkiye’nin bağımsız kimliğine ve halkının özgür iradesine göre şekillendiğinde anlam taşıyacaktır.
Adalet ve hukuka saygı ilkesine dayalı bir bölgesel güç birliğinde Filistin davasının da öncelikli bir yeri olmalıdır. Bu konudaki kanaatlerimizi inşallah müteakip yazımızda dile getireceğiz.
VAKİT