Ortadoğu’yu tanımadan olmaz

Serdar Demirel

Ortadoğu’da istikrarlı bir barış sağlanmadan dünya barışının sağlanamayacağı biliniyor. Bu bölgenin doğal zenginlikleri, jeostratejik konumu, kültürel ve dinî derinliği bu coğrafyayı hep paylaşılmaz kılmıştır. Bugün bu bölgenin ürettiği petrol ve gaz hacmi bile dünyanın buraya nasıl bağımlı olduğunu göstermeye yeter.

Bölgenin kültürel ve dinî derinliği ise yazmakla bitmez. Dünyadaki üç büyük dinin; Musevîlik, Hıristiyanlık ve İslâm’ın doğduğu ve kutsal mekânlarının olduğu coğrafya burası. Burada meydana gelen hâdiseler dolayısıyla bütün dünyayı bir şekilde ilgilendirmektedir.

Bu bölgede mukîm olan halklar da farklı etnik yapılardan, farklı dillerden ve farklı din müntesiplerinden meydana gelir. Halkın kahir ekseriyeti Müslümandır. Müslümanlar ise birbirine çok yakın (Ehli Sünnet içi mezhepler) ve birbirine çok uzak (Şiî fırkalar, Hariciler) mezheplere tabiler.

Bu coğrafya bu yüzden özel bir ihtimamı gerektirmektedir. Buranın siyasi, sosyal ve etnik yapısını, inanç temelli fay hatlarının haritasını bilmeden buraya yönelik yapılacak bütün projeler akim kalacaktır.

Sözün özü, bölgeyi anlamak için bölge halklarını, dinlerini, mezheplerini, kültürlerini, tarihlerini iyi incelemek gerekir. Bu halkların zihin kodlarını şekillendiren temel etmen bunlardır çünkü. Kültür dokusu, tarih mirası, dinî inancı hakkıyla deşifre edilmeden bölge halklarının ne bügün ne de ileride alacakları siyasi pozisyonları tahmin etmek mümkün değildir.

Epeydir Suriye’de kan gövdeyi götürüyor. Nusayrî azınlık çoğunluk olan Sünnileri kanlı yöntemlerle tahakkümü altında tutmaya çalışıyor. Dünyanın olduğu gibi Türkiye’nin de dikkatini çeken ve yakından etkileyen bu durum “Nusayrîler kim, neye inanırlar, Caferi mezhebiyle ilişkisi ne, Suriye ve İran arasındaki bağ neye tekâbül eder?” gibi soruları gündeme taşıyor.

Tam da burada coğrafyamıza dair cehâletimiz ortaya dökülüyor.

Coğrafyamızın tarihî bir hakikati olan ve özüne siyaset mündemiç bu dinî yapının pek de bilinmediğini görüyoruz. Konuyla ilgili yazanların çoğu internetten bir iki ansiklopedi karıştırıp ahkam kesmeye başlıyorlar. Kaynak olarak kullanılan bu ansiklopediler de genelde ya oryantalistler tarafından hazırlanmış ya da onların çalışmasına istinaden oluşturulmuş.

Bir anlamda bizim coğrafyamızın bir gerçeğini yine Batılılar bize öğretiyor. Bu çalışmaların genelde bir kodlama çalışması olduğu akılda tutulursa durumun vahâmeti ortaya çıkar.

Ortadoğu’nun Ehli Sünnet’ten sonra en büyük dinî yapısı “On iki İmamcılar / Caferi Mezhebi” diye meşhur olan Şiî fırkadır. Bugün İran ve Irak’ta hakim olan bu mezhebin bile pek bilinmediğini söylemek durumundayım.

Medya İran’ı enine boyuna ele alıyor, İran’da Şiîlik temelli dinî bir rejimin olduğunu, bu devleti mollaların yönettiğini bize öğretiyor ama Şiîliği bilmiyor. İtikat sistemini, tarihsel süreçlerini, dinî kaynaklarını, bunların muhtevasını ve Şiî halkların kolektif hafızasında muharrik güçlerin neler olduğunu bilmiyor. Ne Ehli Sünnet’le olan ittifak noktalarına ne de ihtilaf meselelerinin derinliğine vakıf, ama ahkâm kesmekten de geri durmuyor. Sizce de bu durum garip değil mi?

Bizim demek istediğimiz; bölge ister sosyolojik ister siyasi anlamda tahlil edilsin bunu yapabilmek için içeriden bir okuma şart. Bilmeden hakiki çözümlemeler yapılamaz, siyasi çalkantıların alacağı şekil ve halkların buna tepkisi kestirilemez.

YENİ AKİT