Ortadoğuda Yeni Haritalar... -6

Ayşe Hür

'Kavm-i necip'ten haine
9.yüzyıldan itibaren gruplar halinde Müslüman olan Türkler ve ardılları Osmanlılar, Arapları 'kavm-inecip'(seçkin kavim)diyenitelemişlerdir. Ancak Arapların I. Dünya Savaşı sırasında İngilizlerleanlaşarakbağımsızlık
için mücadeleye başlaması Türk kamuoyunda hiçbir zaman bağışlanmayan bir ihanet olarak tanımlanır.
Aslında Arapların 'Osmanlıyı arkadan hançerleyecekleri' çok önceleri fark edilmiştir. Osmanlı devleti başından beri Arabistan Yarımadası'ndaki egemenliğini Mekke şerifleri aracılığıyla kullanmıştı. Ancak 18. yüzyılın başında ortaya çıkan Vahabilik hareketi Osmanlıların bu egemenliğini tehdit etmeye başlamıştı.
II. Mahmud, Vahabi meselesinin hallini 1805'te Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'ya ısmarladı. Kavalalı, Suudilerden geri aldığı Kâbe'nin anahtarlarını 2 Mayıs 1813'te İstanbul'a göndererek ilk zaferini kazandı, ancak Osmanlılarla Kavalalı'nın bozuşmasından sonra Mısırlılar, Hicaz'dan çekildi ve Arabistan yeniden Suudilerin eline düştü.
1900'lere gelindiğinde Abdulaziz bin Abdurrahman bin Faysal bin Türkî tarafından kurulmuş olan üçüncü Vahabi devleti egemendi.
1902'den sonra ailenin başına geçen torun Abdülaziz bin Suud'u, Sultan II. Abdülhamid, Necd Valisi yapmıştı ancak Suud Ailesi tarafından 1912'de kurulan Vahabi eğilimli ihvan adlı dinsel ve askeri bir örgüt, bölgede tam egemenlik kurmak için mücadele ediyordu. İhvan birlikleri 1919'da Hicaz'a saldırarak Mekke şerifi Hüseyin bin Ali nin kuvvetlerini ağır bir yenilgiye uğrattılar, ardından da Kuzey Arabistan'ı ele geçirdiler.
1924'ten 1932'ye
1918'de Osmanlı devleti, Mondros Mütarekesi'nden sonra Hicaz'dan çekilince Vahabiler 1924'te Mekke ve Taif'e girdiler, ardından Medine ve Cidde teslim alındı.
1921'de kendini Necd Sultanı ilan eden Abdülaziz, 1926 yılında Hicaz Kralı oldu, 18 Eylül 1932'de Necd Meliki olarak bugünkü Suudi Arabistan Krallığı'nın başına geçti.
İngilizlerin de yardımıyla Hicaz, Taif ve Mekke'yi alan Abdülaziz bunun karşılığında İngiliz egemenliği altındaki Irak ve Ürdün'le çatışmaktan vazgeçtiğini açıkladı ve İngilizlerle bir dostluk andlaşması imzaladı.
Bu döneme kadar Şerif-Suud çatışmasında Suudlardan yana tavır alarak bölgedeki çıkarlarını garanti altına aldığını sanan İngiltere'nin yanıldığı kısa süre sonra anlaşılacaktı.
Çünkü 1930'da Suudi Arabistan petrollerine ilişkin ilk etütler yapıldıktan sonra, 1933'te ABD şirketlerine tanınan imtiyazla ARAMCO şirketi kurulduğunda İngilizler petrol işlerinin dışında tutuldular. Şirket ilk petrol çıkarma işlemine 1944 yılında başladı ve bu tarihten sonra ABD, bölgenin en önemli gücü haline geldi.


 

Kuveyt şeyhliği
Kuveyt'in Irak sınırı 1923'te çizildi. Kuveyt'in 1961'de bağımsız olmasının
ardından Irak, 'tarihsel hakları'nı öne sürerek Kuveyt'in kendisine bağlanmasını istedi. 1990'daki işgal, Körfez Savaşı'na yol açtı.
Basra Körfezi'nin kuzeybatı ucunda, Suudi Arabistan ile Irak arasında kurulu olan Kuveyt şeyhliğinin tarihi 18. yüzyıla kadar gider. 1710'da iyi otlaklar ve su bulmak için doğuya ilerlemeye başlayan Anayzah kabilesine bağlı birkaç aile arasındaki Sabah ailesinin oğullarından Abdürrahim, ilk Kuveyt şeyhi olarak tarihe geçmiştir.
Kuveyt'in Avrupalı devletlerin ilgisini çekmesinin nedeni, Almanların, Berlin-Bağdat demiryolunu o günlerde zengin bir petrol ülkesi olduğu bilinmeyen, ancak Hint Okyanusu'nun açılma noktasında olan Kuveyt limanına uzatmak istemeseydi.
Osmanlılara karşı ittifak arayışları içinde olan Kuveyt şeyhi, Almanların geleneksel düşmanları İngilizlerle ilişki kurmakta gecikmedi ve 1899'da ülkenin dışişlerini, İngiliz denetimine bırakan bir antlaşma imzaladı.
Necd ilişkileri
Antlaşmanın sonucu olarak da I. Dünya Savaşı sırasında bölgede bir
'protektora idaresi' kuruldu. Savaşın nihayetinde, sonraları Suudi Arabistan adını alacak olan Necd idaresi ile Kuveyt arasındaki ilişkiler normalleştirildi ve 1923'de Kuveyt'in Irak'la bugünkü sınırı çizildi. Ancak sınır, bölgesel konulara o günlerde duyarsız oldukları anlaşılan
İngilizler tarafından rastgele çizildiği için sürekli sorun kaynağı olacaktı. İngiltere'nin 1961'de protektora yönetimine son verip Kuveyt'in bağımsızlığını tanımasının ardından Irak, bölge üzerindeki tarihsel haklarını ileri sürerek Kuveyt'in Irak'a bağlanmasını istedi. Bu tehlike ancak Arap Birliği Teşkilatı'nın Kuveyt'i üye kabul ederek kanatları altına almasıyla savuşturuldu.
Ne var ki tehlikenin geçmediği 1990 yılında görülecek, ülke Irak tarafında işgal edilecekti.


 

Çöldeki maceracı
I. Dünya Savaşı sırasında Arap milliyetçilerinin Osmanlı'ya karşı ayaklanmalarının hemen hepsinde parmağı olan T. E. Lawrence, 1888'de
İngiltere'de doğdu. Lawrence'ın ilk ilgi alanı ortaçağ askeri mimarisiydi. Ortadoğu'ya Haçlı kalelerini araştırmak için gelmişti. Lawrence bu yıllarda İngiliz gizli servisleriyle ilişki kurdu.
1914 başlarında Gazze-Akabe arasındaki bölgenin haritalarını çıkardı. Aynı yıl teğmen rütbesiyle atandığı Kâhire'de, Bedevi ve Osmanlı tutsaklarını sorgulama, harita çizme, düşman hatlarından gelen ajan bilgilerini değerlendirme çalışmalarını yürüttü. 1916'da Şerif Hüseyin'in oğulları Abdullah ve Faysal'la tanıştı ve Kahire'ye dönüşte şeyhlerin bağımsızlık arzularını kullanarak Osmanlı devletine karşı ayaklanmalar yapılması planını sundu. Bu tarihten sonra Osmanlı birliklerine mayınlama ve baskınlar gibi gerilla harekâtı ile büyük zararlar veren Lawrence'ın
adını duymayan kalmayacaktı.
1919 Temmuzu'nda sağlık nedenleriyle terhis olmasına rağmen, 1921'de Churchill'in ısrarı ile savaş danışmanı olarak bölgeye döndü. Araplara verdiği sözleri Churchill'in de tutmayacağını anlayınca isti-fa etti. Adını değiştirerek İngiliz Hava Kuvvetleri'ne girdi, kimliği anlaşılınca görevden alındı. Başka bir isimle tekrar Hava Kuvvetleri'ne girdi ve Hindistan'a yollandı. Emekli olduğu 1935'te motosiklet kazasında öldüğünde,
arkasında çok ünlü bir isim ve heyecan dolu bir yaşam bırakmıştı.


 

Bitirirken
Önce Süveyş Kanalı, sonra da zengin petrol yatakları yüzünden Avrupalı büyük devletlerin gözünü ayıramadığı Ortadoğu bölgesindeki modern zamanların ilk paylaşımının öyküsü kaba hatlarıyla böyledir. Görüldüğü gibi Ortadoğu'da sınırları değiştirmek suretiyle çıkarları garanti altına almak hiç de kolay olmamıştır.
Cetvelle çizildiği ileri sürülen yapay sınırlar, kukla hükümetler, işbirlikçi monarşilerin karakterize ettiği yarı-özerk devletçikler
İngilizlerin asırlık sömürgecilik tecrübelerine rağmen düzeni korumakta zorluk çekmişlerdir. Birçok ülke tam bağımsızlığa, dinsel ve etnik kavgalar, kabile çatışmaları, anayasal bunalımlar, monarşik hak iddiaları ve bunlara eşlik eden sömürgeci politikalar yüzünden ancak II. Dünya Savaşı arifesinde ya da sonrasında kavuşabilmiştir. Ancak bu ülkelerin hiçbirinde Batı tarzı bir demokratik yapı gelişememiştir.
Bu arada bölgedeki aktörler sürekli değişmiş, II. Dünya Savaşı arifesinde
İngilizler ve Fransızların yerini ABD ve çokuluslu şirketler almaya başlamıştır. Şimdi 100 yıldır başarılamayanı ABD yönetimi başarabilecek midir, bunu hep birlikte göreceğiz. Ancak büyük acılar pahasına...

RADİKAL