Ortadoğu’da Modernleşme ve İslami Hareketler

Yakın zamanda yeniden basılan Alev Erkilet'e ait, "Ortadoğu'da Modernleşme ve İslami Hareketler" kitabını Fırat Taşdemir, Haksöz Haber okuyucuları için değerlendirdi.

Ortadoğu’da Modernleşme ve İslami Hareketler-Alev Erkilet

Fırat Taşdemir

Modernleşme 1500-1800 yılları arasında bir hazırlık sürecinden sonra 18. Yüzyılda ortaya çıkmıştır. Modernitenin çıkış şartlarını Batının kendi iç dinamiklerinde aramak gerekir. Modern yaşam biçimi, başta Batı olmak üzere Batı-dışı toplumların yaşam biçimine büyük tesir etmiştir. Türkiye, Mısır ve İran gibi toplumlar 1800’lü yılların ortalarında hızla toplumsal alanda belirginleşen modernleşme sürecine dâhil olmuşlardır. Bu ülkelerdeki modernleşme, Atatürk, Nasır ve Rıza Şah’ın neredeyse tek başlarına hâkim oldukları dönemde olmuştur. Modernleşme sürecine tepki olarak ortaya çıkan İslami hareketliliğin, Doğu toplumlarının modernleşme süreciyle paralellik gösterdiği söylenebilir.

Yakın zamanlarda yeni baskısı Hece Yayınları’ndan çıkan Alev Erkilet’in   ‘Orta Doğu’da Modernleşme ve İslami Hareketler’ kitabı, Türkiye, Mısır ve İran gibi ülkelerdeki modernleşmeyi ve modernleşmeyle birlikte ortaya çıkan İslami hareketleri inceliyor. Daha çok sosyoloji alanında bir çalışma olan kitapta, toplumsal hareketlerin sosyolojik analizlerine ve İslami hareketlere etkisine değinilmiştir.

Erkilet, öncelikle İslami hareketlerin, Batılı sosyologların kendi iç dinamiklerinden beslenmiş teorileriyle anlaşılamayacağını söyler. Örneğin; sosyolojik teorilerden birisine göre, “kaybedecek bir şeyi olmayanlar toplumsal hareketlere katılır”. Ancak yazar bunun, bir toplumsal hareket olan İslami hareketler için geçerli olmadığını, İslami hareketleri, “kaybedecek bir şeyleri olanların” yüklenip götürdüklerini ifade eder. Erkilet, Batılı sosyologların bu yanılgılarını bir temele dayandırmakta ve oryantalistlerin İslam bilgisinden beslenen bu sosyologların İslam hakkında temel yanlışlara düştüklerini ve İslami hareketler hakkında sağlam değerlendirme yapamadıklarını ileri sürer. Hâlbuki İslam, dolayısıyla İslami hareketler, kendi içerisinde ayrı bir gerçekliğe sahiptirler. Bu gerçeklikler göz ardı edilerek İslami hareketler hakkında isabetli görüşler ortaya konulamaz.

Türkiye’de modernleşmenin III. Selim döneminde başladığını söyleyen Erkilet, modernleşmenin ilk olarak askeri kaygılarla ortaya çıktığını daha sonra bütüncül bir şekilde kabul edilme sürecinin başladığını belirtir. Atatürk döneminde ise Doğu-İslam medeniyetinden Batı-Avrupa medeniyetine yüzünü dönme hedefinin olduğu görülecektir. Hilafetin kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıyla birlikte İslam toplumsal alandan vicdana hapsedilmeye çalışılmıştır. Nitekim cumhuriyetin ilk yıllarında Şeyh Sait isyanı ve Menemen olayı cumhuriyetin batılı değerlerine karşı bir hareket niteliği taşır. Modern yaşamın getirdiği değerlere karşı ortaya çıkan İslami hareketler aynı zamanda modern hareketler niteliği taşımışlardır. Muhalefet ettikleri alan ve araç gereçler modern bir tarzda olmuştur. Erkilet, daha çok mevcut sisteme karşı değişimi savunan radikal İslami hareketleri incelemiştir. Türkiye’nin ilk siyasal İslam kalkışması niteliğindeki MNP- MSP- RP çizgisini, Nurculuk, Süleymancılık ve diğer tarikat ve benzeri hareketleri İslami hareket kategorisine almamıştır. Daha çok Ürdün’de ortaya çıkan ve İslami Hilafeti savunan Hizbu’t- Tahrir ve Ercüment Özkan’ın İktibas çevresi üzerine yoğunlaşmıştır. Yazarın İslami hareketleri belli bir çevreyle sınırlaması ve sadece radikal hareketlere yönelmesi çalışmanın kapsamının çok geniş olmadığını göstermektedir. Yukarıda bahsi geçen İslami yapıları inceleyen Erkilet’in, birçok gruba kaynaklık eden MTTB gibi bir hareketi de mercek altına alması gerekirdi. Kitapta 1980 sonrası Türkiye İslamcılığına yönelik kapsamlı bir bilgiye de rastlanmamaktadır.

Mısır’da ise modernleşmeyi başlatan Mehmet Ali Paşa’dır. Osmanlı valisi olan Mehmet Ali Paşa özerkliğini ilan ettikten sonra Fransızlar ile yeni ilişkilere girmiş ve Avrupa yaşam tarzına ilgi duymaya başlamıştır. Daha sonra Kral Faruk, Nasır, Enver Sedat ve Mübarek diktatörlükleri döneminde modernleşme ve batılılaşma, topluma dikte edilmeye çalışılmıştır. Mısır’da İslami hareketlere baktığımız zaman Hasan el-Benna’nın kurduğu Müslüman Kardeşler teşkilatının öne çıktığını görürüz. Daha sonra Mısır’da ortaya çıkan radikal hareketlerin çıkış noktasının da İhvan olduğu görülecektir. Başta emperyalizm ve yerli kuklalarına karşı mücadele eden İhvan, İslam’ın, hayatın bütün yönlerine ikame edilmesi gerektiğini her defasında belirtir. Müslümanların en çok siyasete ilgi göstermesi gerektiğini söyleyen Benna, bugün Müslümanların zor durumda olmasının nedenini ise İslam’ın sadece vicdana hapsedilmesine bağlar. Yazarın İhvanı detaylı bir şekilde ele almasının önemi bugün daha iyi anlaşılmaktadır. Tunus’ta başlayan ve tüm Orta Doğu’da domino etkisi oluşturan, batılıların Arap Baharı diye nitelediği Orta Doğu İntifadaları’na baktığımız zaman genel olarak Müslüman Kardeşlerin büyük rol oynadığı görülecektir. Mısır’da Mübarek diktatörlüğünü deviren en büyük dinamik güç olan Müslüman Kardeşler, Suriye ve diğer coğrafyalarda da batılı yaşam anlayışına ve kukla konumunda olan zalim işbirlikçilere karşı İslami düzeni savunmaktadır. Erkilet, bu noktada derin bir İslami meşruiyet sorununun yaşandığı ve sayıları yüze varan İslami hareketlerin bulunduğu Mısır’ın, devrimci dönüşüm potansiyelinin bulunduğunu söyler.

İran modernleşmesi ise Türkiye modernleşmesi ile benzerlik gösterir. Türkiye’de modernleşmenin aydınların eliyle olması İran’da da benzeri bir durumu ortaya çıkarmıştır. Abbas Mirza, öğrencileri Avrupa’ya göndermiş ve eğitim alan öğrencilerin toplumu değiştirmesi için çaba göstermiştir. İran’ın İslam öncesi toplumun değerlerine geri dönmesi gerektiği aydınlar tarafından benimsenmiştir. Modernleşmenin halka zorla benimsetilmesi aydınların misyonunun ayrılmaz parçası olmuştur. İran’da Rıza Şah Pehlevi döneminde batılılaşma girişimleri doruğa çıkmıştır. Şah, İran’ın laik temeller üzerine oturtulması gerektiğini belirtir. Şah yönetimine en büyük tepki dini aidiyeti olan kesimler tarafından gelmiştir. Ülke aydınları üzerinde etkisi olan ve batı eğitimi almış olan Ali Şeriati çizgisi ve ulema ve muhafazakar halk nazarında itibar sahibi olmuş İmam Humeyni çizgisi Şah’a karşı en büyük muhalefet odakları olmuşlardır. Erkilet, daha çok radikal bir çizgiye sahip olan bu kişileri öne çıkarmıştır. Humeyni’nin karizmatik liderliğinin etkili olduğu İran İslam devrimi batılılar tarafından hayretle karşılanmıştır. Çünkü batı dünyası post-modern dönemde dini (İslami) karakterli bir halk hareketi ve neticesinde oluşan bir devrime pek olanak vermiyordu. İran’da oluşan devrimin diğer İslam toplumlarına ilham kaynağı olduğu söylenebilir.

Kitapta genel olarak, Türkiye, Mısır ve İran’ın modernleşme süreçleri ve bu süreçte ortaya çıkan İslami hareketlerin yapısal ve düşünsel karşılaştırması yapılarak, İslami devrimin sadece İran’da ortaya çıkmasının nedenleri çözümlenmeye çalışılmıştır. Fransız devriminin Fransa’da ortaya çıkması nasıl ki Fransız toplumunun yapısı ve iç dinamikleriyle açıklanıyorsa, İran’da ortaya çıkan devrimde de aynı faktörler etkilidir. Türkiye’de benzer bir durumun meydana gelmemesi İslami hareketlerin kitle desteğinden yoksun olmasıdır. Mısır’da ise yazarın tezini oluşturduğu dönemde Orta Doğu İntifadaları henüz cereyan etmemişti ve bir değişim talebi net bir şekilde görünmüyordu.

Haksöz-Haber

Kitap Haberleri

Norman Finkelstein’ın kaleminden Gazze direnişi
Ellinci yılında Filistin Şiiri antolojisi
Ümmetin gündemine katkı: Zeydîlikten Husîliğe Yemen
Filistin için kelimelerden bir anıt: Diken ve Karanfil
Orhan Alimoğlu’nun Gazze anıları