Suriye diyarı, 1917 yılında Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetinden çıkışının 100 yılında..
Henüz birkaç ay önceydi, bazı yabancı ülkelerin askerlerini ülkesine davet ederek Suriye’deki 54 yıllık Baas rejimini ve 50 yıllık (Baba- Oğul) Esed Hanedanı’nı kurtarmaya çalışan Beşşar Esed, yine de, ‘Ben bağımsız bir ülkenin başkanıyım’ diyordu.
Bu bağımsızlık iddiasının bir kukla gösterisine dönüştüğünü 12 Aralık günü Suriye’ye giden ve Lazkiye civarındaki Rus askerî üssü Hmeymim’de Beşşar Esed’le görüşen Rusya lideri Putin sergileyiverdi.
Bu konudaki haber filmini izledim elemle... Beşşar’la görüşmesi sonrasında Putin, oradaki Rus askerî birliğini selamlamak üzere tören platformuna doğru giderken, Beşşar da Putin’in arkasına takılmıştı ki, bir rus komutan Beşşar’ın kolundan çekip, orada durmasını hatırlattı. Beşşar önce şaşırır gibi oldu ama anladı ki, Suriye’nin gerçek patronu, fiilen Putin’dir ve kağıt üzerinde ülkesinin bağımsız başkanı olan Beşşar, verilen emre uydu.
Ve.. Putin, askerlerine hitaben yaptığı konuşmada, ‘Hmeymim ve Tartus üslerindeki askerî birliklerinden ayrı bir güç bulundurmaya gerek kalmadığını ve gerektiği zaman hava bombardımanlarına devam edeceklerini’ söyledi.
Üç sene öncesine kadar sadece Tartus Üssü’nde sınırlı bir hava gücü bulunduran Putin Rusyası, şimdi Suriye’de ve Doğu Akdeniz’de hiçbir zaman olmadığı şekilde en etkin güç haline geldiğini ve hattâ, fiilen Suriye’ye hâkim olduğunu göstermeye çalışıyor şimdi... Amerikan emperyalizmi şimdi bu tabloyu seyretmekle yetiniyor.
Beşşar’ı ayakta tutmakta tek başına yeterli olamayacağını anlayınca, üç sene önce, General Qaasım Suleymanî’yi Moskova’ya gönderip, Suriye’ye müdahale etmesi için Putin’i ikna ettiğini iftiharla açıklayan İran yönetimi, bu tablodan hoşnutluk duyacak mıdır?
***
Evet, özellikle Ortadoğu coğrafyasında asırlardır daha bir yoğunluklu olarak devam eden ve bitmeyen bir savaşın yeni bir merhalesine gelindiğinin resmidir, bugün karşılaşılan tablo..
Aslında bu oyun, hep vardı da, özellikle Osmanlı’nın ilk kez bir yenilgiyi bir anlaşma imzalayarak ve toprak düşmana toprak kaptırarak kabullendiği 1699 - KarlofçaAnlaşması’ndan beri daha bir vardı. Gerçi Osmanlı’nın daha önce de yenildiği oluyordu ama mağlubiyeti kabullenmiyor, kısa süre sonra onu telafi etmek için derhal tekrar savaşa giriyordu. Karlofça’dan sonra ise düşmanın kılıcı kanın tadını almıştı ve kırılmadıkça geri çekilecek değildi.
Ünlü İngiliz tarihçi-filozofu Arnold Toynbee (1889-1975), Karlofça’yı, kemendin Osmanlı’nın, Müslümanların elindeki bu büyük gücün boğazına geçirilmesi olarak değerlendiriyor ve amma, bu kemendin sıkıştırılmasının 250 senelik bir zaman dilimine ihtiyaç duyulduğunu ifade ediyordu.
***
Tarihî hadiselerin seyri, denilebilir ki, Toynbee’nin dediği çizgi üzerinde gelişti. Ve bu zaman dilimi boyunca müslüman dünyaya en büyük darbeyi vuran devletlerden birisi de Rusya oldu. Ve Rusya’nın Hristiyan halkı Ortodoks olsa da, onun zaferlerinden Katolik dünyası da sevinç duyuyordu. Çünkü temelde aynı inancın, aynı dünya görüşünün bağlılarıydılar.
***
Geçen hafta Tayyip Bey, Mehmed Âkif’ten ilginç bir anekdot aktardı.
Mehmed Âkif,1917’de Viyana’dadır ve Pazar günü olmadığı halde, kiliselerden çan sesleri yükselmeye başlar. Âkif bunun sebebini sorar. Bir Avusturyalı, İngiltere ordularının Kudüs’e girdiğini söyler. Halbuki, o anda Avusturya İngiltere ve müttefiklerine karşı savaşmaktadır; ama, İngiltere’nin Kudüs zaferi onları da sevince garkeder.
İnanç beraberliği toplumları derinden böyle kuşatır, devletlerin siyasetleri farklı olsa bile..
***
Putin Rusyası’nın Ortadoğu’daki bu güç gösterisi, USA ve yörüngesindeki devletlerden tepki alsa bile, Hristiyan dünyasında sevinçle karşılanacaktır. Ve Sovyetler Birliği döneminde, 40 yıl öncelerde güçlü olduğu Ortadoğu’dan kovulan Rusya bugün bu bölgeye güçlü şekilde dönmenin heyecanını sergilemektedir.
***
Bu durum, inşaallah Müslüman dünyasının da uyanmasına vesile olacaktır.
Star