Ortadoğuda aşağılanmış barış

Akif Emre

Bush İsrail'in kuruluşunun 60. yılı kutlamalarına katılarak başladı Ortadoğu turuna. Knesset'te yaptığı konuşma sanki militan bir siyonistin söylevi gibiydi. İsrail'e bu denli açık destek vermesinin ötesinde tüm Arap ülkelerini, daha doğrusu Arap liderlerini aşağılayan politikalarını temsil eden sembolik bir söylevdi.

Daha sonra Suudi Arabistan'a geçti. Görünüşe bakılırsa Suudlar petrol üretimi konusunda Bush'a rest çekti! Artan petrol fiyatları karşısında petrol üretiminin artırılması talebine karşı çıkmışlar. Oysa artan petrol fiyatlarından ortaya çıkan açık, zaten yine Arap sermayesi tarafından kapatılıyor. Arapların elinde, hakim oldukları petrodolardan elde edilen bir sermayenin olmadığını, bunun dolaşımının ve denetiminin başta Amerika bankaları olmak üzere Batılı finans devlerinin kontrolünde olduğunu belirtmeye gerek yok. 11 Eylül'le birlikte kaçan Arap sermayesinin değişik yöntemlerle tekrar Batı'nın açıklarını kapatmada kullanıldığı biliniyor. (Bu çerçevede bugünlerde başına İslam konmuş değişik finans numaralarının tedavüle sürülmesine şaşırmamalı. Son örnek olarak, Financial Times'ın haberine göre İngiltere İslami bono çıkarıyormuş).

Knesset'te 300 milyon Amerikalının İsrail'in arkasında olduğunu söyledikten sonra Ortadoğu barış turunun son durağında Mısır'da mesaj vermeye devam eden Bush kritik stratejisinin altını çizdi: Suriye ve İran bölgede yalnızlaştırılmalıdır.

Bu arada Türkiye'ye de mesajlar vermekten geri durmayan Bush, denklemde Ankara'nın da yeri olduğunu belirtmiş oldu. Türkiye'ye denklemde ne türden bir yer ayrıldığına geçmeden önce başta Lübnan olmak üzere gelişmelerin farklı açılardan takip edilmesinde yarar var.

Lübnan'da nabız yoklama kabilinden olmak üzere Hizbullah'ın alt yapısını çökertmeye yönelik bir girişim başlatıldı. Hizbullalh'ın iletişim alt yapısını bozmak başta olmak üzere silahsızlandırılmasını da amaçlayan bu uluslararası operasyon tutmadı. İç savaş günlerini hatırlatan sokak çatışmaları aslında Hizbullah'ın Lübnan'a isterse el koyabileceğinin işaretleriydi. Bu durumda geri adım atan Batı destekli hükümet oldu.

Burada tuhaf olan, Arap liderlerin Filistin konusu başta olmak üzere her alanda Amerika tarafından aşağılanmalarını açık eden senaryonun sahnelenmesidir. Batı destekli Sünni Lübnan yönetimine karşı bölgede nüfuzunu artıran, terörist (!) Şii-İran-Suriye destekli Hizbullah kuşatması vardı. Madem Ortadoğuda bir Şii tehlikesi var bu durumda Arap liderler üzerinden Sünnilik devreye sokularak İsrail'le bile ittifak kurulabilirdi.

Amerika-İsrail hattıyla açıkça işbirliği yapmayı meşrulaştıracak dini (!) gerekçe de bulunmuş oluyordu bu şekilde.

Ancak işler bekledikleri gibi gelişmedi… Hizbullah oyunu bozdu; Katar'da yapılan görüşmelerde de bir sonuç alınmayacak gibi görünüyor. Çünkü asıl mesele olan Hizbullah'ın silahsızlandırılması maddesinde görüşmeler tıkanmış durumda. Eğer Hizbullah silahsızlandırılarak bir şekilde devre dışı bırakılırsa İsrail'in İran üzerine baskı yapması ve istediği şartlara teslim olan Suriye'yi barışa zorlaması mümkün olacak. En azından Suriye'nin Annapolis'te başlatılan sisteme eklemlenmesi süreci daha kolay ve sancısız bir biçimde tamamlanmış olacaktı.

Bu süreçte önce basına sızdırılan haberlerde, daha sonra bizzat Amerika Dışişleri Bakanı'nın açıklamasıyla Türkiye'nin Suriye ve İsrail arasında arabulucu rol oynaması istendiği ortaya çıktı. Bir yanda Hizbullah'ın İsrail karşısında engelleyici güç olmasını devre dışı bırakan operasyon devam ederken diğer tarafta Suriye'yi İsrail'le anlaşmaya iterek bölgede direnen unsurları tümüyle açıkta bırakacak bir komplo stratejisi devreye konmuş oluyor. Suriye'nin Amerika-İsrail eksenine kayması, en azından İsrail'e karşı direnen güçlere destek vermekten vazgeçeceği bir anlaşmaya ikna edilmesi barış planın en temel ayaklarını oluşturuyor. Suriye'nin barışa ikna edilmesi Filistin direnişini baltalamak anlamına gelir. Suriye'nin barışa ikna edilememesi Lübnan'daki direnişin kırılması anlamına gelir. Sonuç Amerika-İsrail hattının bölgeyi istediği gibi şekillendirdiği, istemediğine rahatça dayak atabildiği bir siyasi ve askeri dengesizliğin oluşması demektir.

Bu durumda en yetkili ağızlardan Türkiye'ye verilen arabuluculuk rolünün ne anlama geldiğini düşünmek zorundayız. Ortadoğu'da rol çalma anlamına gelen arabuluculuk girişimi bölgesel aktör olmaktan çok bölgede kullanılmak anlamına gelmektedir.

Yeni Şafak gazetesi