Küresel ekonomik kriz, kendi dünya düzenini şekillendiriyor. Bugünlerde; 'aşıldığı', 'atlatıldığı' kanaati yaygın olsa da, konunun uzmanları en kötüsünün yaşanmadığında, ikinci ve daha şiddetli bir sarsıntı beklendiğine dair açıklamalar yaparken, krize bağlı yeni siyasal düzen şekilleneceği, bloklaşma yaşanacağı, bölgesel oluşumların güç kazanacağı gerçeğini şimdiden kabul etmemizde yarar var.
Bu yüzden; önümüzdeki dönemde, geleneksel güç ilişkilerini aşan yenilikler kendini hissettirecek, bazı ezberler bozulacak, sürpriz öne çıkışlar gerçekleşebilecek, siyasi tarih yeni aktörlerle tanışabilecektir. Çünkü kriz sadece ekonomik değil aynı zamanda siyasi tezi her geçen gün daha gerçeğe dönüşüyor.
Bu dönemde en küçük somut girişimlerin, önerilerin, çabanın ciddi sonuçlar doğurma ihtimali çok yüksek. Toplumların, devletlerin kendini fark etmesi, gücünü fark etmesi, geçmişini keşfetmesi, dar olsa da bölgesel işbirliklerini öne çıkarması, küçük olsa da öz kaynaklarına ve yakın bölge ekonomik işbirliğine önem vermesi çok önemli. Çünkü bu dönemde, küresel oluşumlar kadar çok sayıda bölgesel siyasi ve ekonomik oluşumların belirleyici olacağı, hesapları değiştireceği bir gerçek.
Kriz, Avrupa Birliği düşüncesini derdinden sarsıyor, hırpalıyor. AB içinde yeni ortaklıklar, yakınlıklar, ittifaklar inşa ediyor. AB hem ayrışıyor hem dar ittifaklara yöneliyor. Avrupa Parlamentosu seçimlerinde muhafazakarların, aşırı sağın öne çıkması, Türkiye'nin üyeliğinin seçim malzemesi olarak istismar edilmesi, Avrupa düşüncesinin jeopolitik eksenden kültürel, dini eksene kayması, dahası, dar ulusal ittifaklara yönelmesi, Avrupa düşüncesinin vizyondan değil kriz ve diğer faktörlerin zorlamasına bağımlı hali geldiğini gösteriyor. Dolayısıyla Türkiye'nin üyeliğinin yeniden değerlendirilmesi ciddi bir zorunluluk olarak önümüzde duruyor.
Kriz Amerika'yı değiştiriyor. İstilacı, tek yanlı dünya düzeni inşa etmeye girişenler, zoraki boyun eğdirmeye yeltenenler kaybetti. Amerika'ya da kaybettirdi. ABD, kendi zaaflarını, zayıflıklarını, kendi içindeki düşmanı keşfetti. Bu yüzden de, zoraki dönüştürme yerine işbirliğini, emretme yerine ikna etmeyi, istila yerine ortaklığı tercih etmek zorunda kaldı. George Bush'tan sonra Barack Obama işte bunu deniyor. Bu bir zorunluluğu, Amerika'yı kurtarma telaşını ele veriyor. Ve Washington, işbirliği ya da ortaklığın, bir zamanlar savaşla hizaya sokmaya çalıştığı Atlantik'ten Pisifik'e uzanan Müslüman ortak kuşaktan geçtiğini çok iyi biliyor. Kriz ABD'ye diz çöktürmeseydi bunları kesinlikle görmeyecektik.
Büyük Ortadoğu Projesi'ni tartıştık, Büyük Orta Asya Projesi'ni tartıştık, Afrika Projesi'ni tartıştık. Bütün bunlar birkaç başkentte planlanan projelerdi ve hiç biri planlandığı gibi uygulanamadı. Şimdi krizle birlikte tamamen çöktü. Oysa ABD politikalarındaki yeni yapılanma, AB projesindeki yeniden değerlendirme gibi dünyanın başka bölgelerinde de ciddi bölgesel oluşumlar şekilleniyor. Asya-Pasifik ekonomik, siyasi ve askeri olarak öne çıkarken, Latin Amerika'da ayrı bir yakınlaşma izlenirken belki de en son harekete geçmesi beklenen Afrika'da bile şaşırtıcı gelişmeler oluyor. Mısır, Sudan ve Libya'nın da bulunduğu on dokuz Afrika ülkesi Gümrük Birliği kararı aldı. Güney ve Doğu Afrika Ortak Pazarı kuruldu. Körfez İşbirliği Konseyi'nin dört ülkesi, para birliği anlaşması yaptı. 2010 ya da 2013'de bu ülkeler ortak paraya geçecek. Örnekleri çoğaltabiliriz.
Bugüne kadar sadece kendi projelerimizi tartışmadık, tartışamadık. Peki ya bizim bölgemiz ne olacak? Evet, ABD ile yeni bir ortaklık peşindeyiz. AB ile tam üyelikte, bütün engellemelere rağmen, ısrarcıyız. Ama şunu bilelim, bir gün bu yol kapanabilir. Dünyanın her bölgesi kendi aralarında ekonomik ve siyasi olarak yakınlaşırken Türkiye'nin merkezinde yer aldığı bölgede ayrışmalara yatırım yapılmasının tuhaflığını kimse fark etmiyor mu?
Aslında fark ediyor. Türkiye bile farklı arayışlara giriyor. Körfez İşbirliği Konseyi üyeleriyle ulus üstü ortaklıların temelini atıyor. Birkaç yıl sonra bu ülkelerle ortak ekonomik bölge oluşturulması sürpriz olmayacak. İran, Irak ve Suriye ile ekonomik ortaklıkların on milyarlarca dolara ulaşacak. 2000 yılında 1 milyar dolar olan İran'la ticaret 2008'de on milyar dolara yükseldi. Türkiye, Irak ve Suriye bölgesel bir ortaklığın temellerini oluşturacak adımlar atıyor. Bu bir jeopolitik iddiadır.
Siyasi konulardaki yakınlaşmanın yanında, ekonomik alanda, enerji alanında, güvenlik alanında sessiz ama derdinden bir ortaklığın temelleri atılıyor. Bölgesel güç dengesi şekilleniyor. İslam Konferansı Örgütü bünyesinde bir güvenlik teşkilatı, İKÖ Barış Gücü bile kuruluyor. Yakında çok yeni tartışma konularımız olacak. Bir çeşit Ortadoğu Birliği gibi…
Türkiye, Kızıldeniz'den Basra Körfezi'ne uzanan bölgede, iyi planlanmış bir ekonomik alanın öncülüğünü yapmalı. Daha sonra Afrika'nın doğusuna, Pakistan'a ve Orta Asya'ya uzanacak bu ortaklık, dünyayı peşinden sürükleyecek enerji birikiminin adresi olacaktır. Filistin-İsrail sorunlarıyla kör edilen gözlerimizi açıp, geleceğe dönük ulus üstü oluşumların temellerini atmaya hız vermeliyiz. Küresel kriz, bunun için son derece elverişli ortam oluşturuyor. Kriz nasıl kendi dünya düzenini şekillendiriyorsa bu bölge de yeniden yapılanmak zorunda. Üstelik bu yönde yoğun bir talep olduğu, ciddi bir taraftar toplayacağı da açıkken.
Artık birkaç başkentte şekillendirilen bölge projeleriyle oyalanma dönemi kapanmıştır. Cesur adımlar atma, güçlü sözler söyleme vaktidir. Kendi projelerimizi açık yüreklilikle tartışma zamanıdır.
Yakında benzer projeleri tartışmak durumunda kalabiliriz. Bir çeşit "Ortadoğu Birliği” gibi.
YENİ ŞAFAK