Orkun’u sokak köpekleri mi yesin?!

İsmail Kılıçarslan, "hayvan sevgisi" ve "eşcinsellik" üzerinden oluşturulan sorunlu bakış açılarını değerlendiriyor.

İsmail Kılıçarslan / Yeni Şafak

Orkun’u sokak köpekleri mi yesin?

Birkaç gün önce, kıymetli yazar Mario Levi, sokak köpeklerinin saldırısına uğradı. 65 yaşındaki Levi’nin elini parçalamış bir sokak köpeği. Büyük geçmiş olsun.

Bu üzücü hadisede dikkatimi çeken şey, Levi’nin saldırıyı duyurmak için attığı tweette kendisini “köpek dostluğum buna rağmen devam ediyor” yazmaya mecbur hissetmiş olmasıydı. Barthes’in meşhur cümlesi geldi aklıma: “Faşizm, konuşma yasağı değil, söyleme mecburiyetidir.”

Dün de bir video düştü önüme. Belediye ekiplerinin uyutup barınağa götürmek istediği bir köpeğin götürülmesine şiddetle karşı çıkan bir kadına, bebeğiyle karşı yoldan geçen bir başka kadın “yahu, bebeğimle bu yoldan geçmeye korkuyorum” diye seslendiğinde aldığı cevap şuydu: “Geçiyorsun ya işte. Hem bu köpek o köpek değil. İşine bak, yoluna git.”

Çeteleşen sokak köpeklerinin yüzünü parçaladığı 12 yaşındaki Umut Öz hakkında ise hiç konuşmasak daha iyi. Muhtemelen “köpek sever çete” şey der: “Umut da oradan geçmeseymiş.” Hatta belki de şunu söylerler: “Ailesi sokak köpeklerine nasıl davranması gerektiğini öğretmemiş Umut’a.” “Oh olsun” bile diyebilirler, belli olmaz.

Hep söyledim, yine söyleyeceğim. Sokak köpekleri sorununu modern batının hallettiği yöntemlerle halletmememiz için çalışan “köpek sever çete”nin tek derdi mama ve benzeri şeyler üzerinden devasa paralar götürmektir ve takdir edersiniz ki “hayvan sevgisi” böyle bir şey değildir. Köpek sever çetenin çalıştığı asıl alansa zavallı hayvancağızları gerçekten seven ve önemseyen insanların duygularını suiistimal etmektir.

Mesele “endüstriyel ve ticari” bir meseledir anlayacağınız. Ve bu ticari meselenin en can alıcı noktası “duyarlılık faşizmi” diyebileceğimiz bir faşizm üretmeye çabalamasıdır.

“Duyarlılık faşizmi” dedim, evet. Bugün modern dünya, bütün imkân ve argümanları ile nelere duyarlı olup nelere duyarlı olmamamız gerektiğine dair bir liste vermektedir elimize. Daha da kötüsü, yaptığı şey faşizm olmasına rağmen bu listeye tam tamına uymayan insanı “faşist, gerici, insan düşmanı, hayvan düşmanı” falan ilan etmesidir.

Şunun adını yerli yerince koymadan olmaz. Mesela bugün modern dünyanın ürettiği uydurulmuş duyarlılıkların en önemlisinin adı “LGBT dayatması” değil, dümdüz “LGBT faşizmidir.”

Zeynep Karataş’ın nefis cümleleri imdada yetişsin: “Bu ‘gender self-identification’ işi iyice tuhaf bir şeye dönüştü. Yani biri kendini ‘böcek’ gibi hissediyor diye ona ‘böcek’ diyecek değiliz. Biyolojik cinsiyeti referans alıyoruz diye de kimse nefret suçu işlemişiz gibi davranamaz. Nasıl hissettiğiniz sizin sorununuz, ister kendinizi at gibi hissedin ister Yunan mitolojik tanrıları gibi… Çok basit bir biyolojik farklılığı tanımlama sürecini sırf karmaşık ruh ve his dünyanız var diye sabote edemezsiniz. Kadına kadın, erkeğe erkek diyeceğiz.”

Basitçe söylemek gerekirse “yaşamın amacı olarak yaşam”ı tercih eden “bildiğimiz dünya”, kadına kadın, erkeğe erkek, aileye de aile dedi diye faşist, gerici, insan düşmanı ilan edilemez. Bir sabah uyanıp eşcinsel olmaya karar veren “birey”in derdi kendisini bağlar ve bizi bu yaptığı şey için onay vermeye zorlarsa, bu yaptığını meşru görmemiz için bize baskı kurmaya başlarsa dümdüz faşizm çıkar ortaya. Bugünün “uydurulmuş duyarlılıklar dünyası” tam da bunu yapmaktadır eline geçen her imkân ve fırsatla.

Örnek mi? Feyenoord kaptanı, milli futbolcu Orkun Kökçü, LGBT renklerinden oluşan kaptanlık pazubendini takmayı reddetmişti hatırlarsanız. Orkun bunu yapmayı “inancım gereği” diyerek reddetti ama pekâlâ bunu bile söylemek zorunda değildi. Dümdüz, “ben bunu takmam ve bu kampanyaya alet olmam” dese bile hiç kimsenin Orkun’a “neden?” sorusunu yöneltmeye hakkı yoktur çünkü.

Öyle mi oldu peki? Elbette öyle olmadı. Orkun’a dünyayı dar etmeye başladılar bile. Tek başına LGBT kampanyası iptal ettiren Orkun’un cezasız kalması söz konusu bile olamaz. LGBT faşizmi ne yapıp edip o hesabı keser. Çünkü “duyarlılık faşizmi” tam olarak budur.

Ne demek istediğimi tam tamına örnekleyeyim. Orkun’un açıklamalarının altına “homofobiklik ciddi bir hastalıktır” yazan bir kullanıcıya bir başka kullanıcı şunu yazmış: “Bunun homofobiklikle alakası yok. Eşcinsel insanların haklarına ve tercihlerine saygı duyuyorum ancak bu yaşam biçimini desteklemiyorum. Ayrıca onları temsil eden gökkuşaklı bir kıyafet giymiyorum. Bu benim tercihim. Tercihlere saygı duyuyorsanız benim tercihime de saygı duyacaksınız.” Tam tamına şu cevabı almış o kullanıcı: “Ama senin tercihin ilkellik barındırıyor.”

“Eşcinsel değilsen ilkelsin” demediğini var sayalım biz yine de ki eşcinsellerin en önemli argümanı bu “ilkellik” argümanı malum. “Eşcinsellere saygı duyman yetmez, onları desteklemiyorsan ilkelsin” diyor en asgarisinden. Korkunç bir zihinle karşı karşıya olduğumuzu bundan iyi anlatacak örnek yok.

Demedi demeyin. Bir mücadele hattı, haklarımızı savunacak bir dil geliştirmezsek bu “duyarlılık faşizmi” meseleyi Orkun Kökçü’yü sokak köpeklerine yem etmeye vardıracak.

“Yazımı Almanya üzerinden şikâyet edip hesabımı askıya aldırmazlarsa okuyabileceksiniz” diyeyim de meselenin ciddiyeti anlaşılsın.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!