HAKSÖZ HABER
Orhan Pamuk, dünyada Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan 117 insandan birisi. Ödülün oluşturduğu imajdan kaynaklı olsa gerek ödül sahiplerinin söylediklerine de ister istemez kulak kabartılıyor.
Bir edebiyatçı olarak Orhan Pamuk ise siyasal-sosyal konularda görüşlerini açıklayan bir isim. Aktif siyaset hakkında zaman zaman fikrini belirtmekten çekinmeyen Pamuk, Ermeni soykırımı hakkında yaptığı açıklamalarla epeyce gündem olmuştu. Suriye konusunda Esed’in çekilmesi hakkında görüş belirten bir bildiriye imza atan Pamuk bir şekilde gündemde olmayı başaran bir yazar.
Geçtiğimiz günlerde T24’e yeni kitabı Veba Geceleri hakkında röportaj veren Orhan Pamuk yine çok tartışılan sözlere imza attı. 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında bir takım hukuksuzluklara dikkat çeken Pamuk bazı haklı noktalara vurgu yapıyor. Ne yazık ki mutlu ve huzurlu değilim, zor soru…. Benim gibi milyonlarca, on milyonlarca vicdan sahibi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı da yaşadığımız siyasi ortam yüzünden mutlu ve huzurlu değildir… (…)
Elbette bir devlet kendisine karşı darbeye girişenleri cezalandırır, cezalandıracaktır. Ama böylece hapishaneler dolmaya başladı. Ama aradan beş yıl geçti... Hiçbir yumuşama olmadı.
Tam tersine, toplumun vidaları gittikçe daha çok sıkıştırılıyor. Hükümeti eleştiren gazeteciler ya da mesleği ne olursa olsun, kim olursa olsun bir bahaneyle içeri atılıyor. Bu nedenle ya da başka inandırıcı olmayan sudan bahanelerle içeri atılan muhalif gazetecilere haksızlık yapıldığını Anayasa Mahkemesi söylerse, Anayasa Mahkemesi'nin kararlarına da uyulmuyor. Anayasanın da göstere göstere ihlal edilmesi bizi yavaş yavaş keyfi bir düzene götürüyor... Daha kötüsü bu keyfiliği fark ettikleri için Anayasayı da değiştirmek istiyorlar... Ve bütün bunlara da reform diyorlar... Vatandaş daha çok özgürlük ve daha çok demokrasi olacaksa reformu destekler elbette... Ama ben de pek çok başkası gibi bu reform vaatlerine inanmakta zorlanıyorum... Zaten mevcut yasalarla korkutup sindiremedikleri gazetecileri, döve döve susturmak artık moda oldu. Muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na da göstere göstere saldırdılar... Suçlular da devlet ve siyasiler tarafından ayıplanmadı… Böyle bir durumda 'mutluyum, hayat çok güzel' diyebilir misiniz?
Türkiye’de özellikle 2016’dan beri siyasetin içine girdiği milliyetçi-devletçi darboğaz toplumu yoğun bir baskı altına alıyor. Kimi zaman siyasilere kimi zaman gazetecilere yönelen şiddet ise hükümetin müspet adımlarını kıymetsiz hale getiriyor. Reform söylemi de bu bağlamda ‘iyi niyet’ olmanın ötesine geçmiyor.
Ardından bazı gazetecilerin adını sayan Orhan Pamuk, Selahattin Demirtaş’ı da zikretmekten geri durmuyor. 6-7 Ekim Olaylarında alenen suç işleyen Demirtaş’ın adının şerh düşülmeden belirtilmesini ve Ahmet Altan, Osman Kavala gibi isimlerle beraber zikredilmesinin tenakuz oluşturduğunu belirtmek gerek.
Röportaj bu seyirde devam ederken Orhan Pamuk, aydın sapması olarak nitelenen Müslüman coğrafyadaki eğitimli, elitist kesimin temel problemini dışa vuran sözler söylüyor.
Ayasofya’nın aslı olduğu gibi ibadethaneye çevrilmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getiren Pamuk, CHP’nin sessizliğine de anlam veremediği söylüyor. “Ayasofya, Atatürkçü laikliğin en önemli simgelerinden biriydi. Cumhuriyet Halk Partisi'nin yüzde 55 oy aldığı İstanbul'da sessiz kalmasını, hatta arka sıralarda kalabalığa su dağıtmasını pek çok kişi gibi ben kavrayamadım."
Şimdi bu nasıl iş? Tutuklanan gazetecilerden, şiddete uğrayan siyasilerden yola çıkarak haklı olarak görülebilecek bir otoriterleşme eleştirisi yapacaksınız, ancak zorla, sırf Batı’ya peşkeş çekmek için yüzlerce yıl ibadethane olarak kullanılan bir mekanın müze yapılmasını sahipleneceksiniz. Hukuksuzluklara karşı çıkarken hukuku çiğnemek nasıl izah edilebilir? Edebiyatın en önemli isimleri arasında gösterilen şahsın durumu ‘edebiyatımızın’ da resmini ortaya çıkartmıyor mu?
Mesele sadece kendisinin de belirttiği simgelerle alakalı bir konu değil. Tek adam ve tek parti otoriterliği ve zulümleri ile hesaplaşmayan laik-seküler kişi ve çevrelerin içine düştükleri derin ahlaki tutarsızlığı görmek gerekiyor. Eleştiriyi anlamlı kılan meşru zeminden neşet etmesidir. Bu şekilde bariz tutarsızlıklarla anlamlı bir eleştiriye varmak imkansız görünüyor.
"Atatürkçü laiklik" olarak ifade edilen husus aslında bir anahtar. Muhafazakar dindarların içinde de utanmaz bazı tipler sıkıştıklarında Atatürk’ün gölgesinden faydalanmayı bilirler. Geçtiğimiz senelerde yine Pamuk gibi iktidarın yarattığı “olağanüstü baskıcı, müstebit ortamdan” şikayet eden bir ilahiyatçı profesör işin içinden Atatürk’e rahmet okuyarak çıkmıştı. ‘Aydınların’ bu bariz tutarsızlıkları nasıl bir korkudan neşet ediyor acaba? Atatürk’ü eleştirememe korkusu ise Türkiye’deki gerçek otoriteyi gözler önüne sermiyor mu?