Orhan Miroğlu: Askerî Vesayet Sürüyor

Kürt sorunu ve silahlı mücadele üzerine Milat'a konuşan Orhan Miroğlu, Hrant'ı anma toplantısına katılan kimi grupları da eleştirdi.

Uludere Katliamını, Kürt sorununu, Hrant Dink cinayetini ve CHP’nin Ergenekon tavrını Milat’a değerlendiren Orhan Miroğlu, “CHP, yaşanan birçok ihlalin sorumlusu olan Ergenekon’un varlığını kabul etmiyor. Hrant’ı Ergenekon öldürdü. Ama CHP’li vekiller aynı gün hem Hrant’ın anma toplantısına katılacak, hem de hapisteki Ergenekonculara özgürlük talep edecek kadar yüzsüzler” dedi.

Röportaj: YASEMİN SARITEMUR 
Fotoğraf: FERHAT AÇIL

Kürt aydını-yazar Orhan Miroğlu’yla Uludere Katliamını, Kürt sorununu, CHP’nin Dersim-Ergenekon tavrını ve Türkiye’nin politik durumunu konuştuk. ‘Silahları Gömmek’ adlı son kitabında Kürt meselesini detayları ile ele aldığını vurgulayan Miroğlu, “Artık silahla alınabilecek herhangi bir mesafe kalmadı. Silahları gömmüş olsaydık Uludere katliamı yaşanmayacaktı. Bunun için müzakere ve uzlaşma yolu tercih edilmeli ve silahlar gömülmelidir” dedi.

Uludere olayını nasıl okumak gerekiyor?

34 kişi katledildi, bir kişi hala yaşam mücadelesi veriyor. Bölgede yaşanan bu katliam, kesinlikle bir rastlantı veya zafiyet değildir. Tamamen planlanmış bir operasyon olduğunu düşünüyorum. İnsanlar, kaçağa giderken heronların seslerini duymuşlar. İzlenmişler yani. Özellikle son veriler, olayın farklı bir biçimde ele alınması gerektiğini ortaya koydu. Bu muazzam bir organizasyondur.

Bu katliamın çok önceden planlandığından söz edebilir miyiz?

Katliamdan sağ kurtulan bir köylünün anlattıkları çok önemlidir. Orada bulunan askeri bir yetkili katliam öncesi onlara “Bu sizin son seferinizdir. Bir daha bu işi yapamayacaksınız” diyor. Başka bir köylü ise, “Biz altışar kişilik gruplar halinde ilerlerken yolumuzu kestiler ve grupları birleştirdiler” ifadelerini kullandı. Katliamı planlayanların, operasyondan hiç kimse kurtulmasın diye bir plan dâhilinde çalıştıkları ortadadır.

Hükümet, Uludere konusunda yanlış bir tutum mu sergiledi?

Hükümet baştan beri savunma psikolojisi içerisine girerek gerçekleri halktan sakladı. Hâlbuki yaşanan bu kanlı olay siyasi bir savunmaya dönüşmemeliydi. Ayrıca hükümet özür konusunda da kibirli davrandı. Hâlbuki yaşamını yitiren o kişilere ekonomik koşulları sağlayamayan da devletin ta kendisidir. Dolayısı ile üç kuruş için hayatı pahasına kaçakçılığa itilmelerinin sorumlusu da devlettir.

Bu tutumun Kürt coğrafyasında yankıları nasıl oldu?

Bütün bunları göz önünde bulunduran Kürtler “Onlarcamız katledilse bile kimse bizi özür dilenmeye layık bir halk olarak görmüyor” şeklinde düşündüler. Ayrıca özür dilemek bir yana, bu olay sonrası orduya teşekkür edildi. Bu kadar kişiyi katlettiği için mi teşekkür ediyorsunuz? Bu tavır Kürtleri derinden yaraladı. Ayrıca bu olay sadece Kürt coğrafyasını sarsmadı, ulusal bir hissiyata ulaşarak tüm Türkiye’nin ortak acısı oldu.

Askeri vesayet sürüyor

Genelkurmay’ın Uludere tavrını nasıl yorumlayabiliriz?

Genelkurmay bu katliamı bir görev zayiatı gibi algıladı. Zaten bu konudaki sicilinin parlak olduğunu söyleyemeyiz. Geçmişteki Silvan, Reşadiye ve Aktütün hadisesini düşünürsek, Genelkurmay’ın bu olaylarda da ciddi bir soruşturma yürüttüğünden bahsedemeyiz. Şimdi de “Burası Bir Operasyon Bölgesidir Ve Böyle Hatalar Olabilir” tutumu içerisine girdi.

İstihbarat zaafından söz edebilir miyiz?

Türkiye’deki istihbaratın kaynağı olan MİT bu olayda çok atıl kaldığını ifade ederek ‘Raporum Yok’ diyor. MİT gibi bir teşkilat, 34 kişinin hayatını kaybettiği bir olay konusunda herhangi bir bilgiye sahip değilse, bundan daha vahim bir durum olamaz. O zaman her şeyi askerler kontrol etmekte, operasyonlara da JİTEM gibi örgütlenmeler karar vermektedir. Bu durumda ya bilgiler hükümetten gizleniyor, ya da hükümet bizden bilgi gizliyor demektir. Bu da ‘Askeri Vesayetin Sürdüğü’ anlamına gelmektedir.

Askeri vesayetin sürdüğüne dair neler söyleyebiliriz?

Daha vahim bir durum var ki, Genelkurmay Başkanı bugün çıkıp Anayasa konusunda açıklamada bulunabiliyor. Taslağı henüz mecliste dahi şekillenmemişken, kalkıp Kürtçe eğitime karşıyız diye beyanat veriyor. Demokratik bir ülkede olacak iş değildir. Burada söz edilen bir yandan gençlerin anadil gibi hak taleplerini engellemek, diğer yandan da dağa çıkmayın demek tutarlı bir davranış değildir. Dolayısı ile geleneksel politikaların ne kadar güçlü olduğunu buradan görebiliriz. Bu nedenle, siyaset üzerinde hala askeri vesayetten söz edebiliriz.

PKK rolünü tamamladı mı?

PKK, silahlı stratejiler noktasında rolünü tamamladı. Fakat Kürt siyaseti denildiğinde PKK – BDP hattı demeyi daha uygun buluyorum. PKK’nın dağdaki 3 – 5 bin kişiden ibaret silahlı bir güç olduğu sanısı yanlıştır. PKK asıl gücünü, kendisini destekleyen kitlelerle kurduğu güçlü siyasi ilişkilerden alıyor. Bu güç örgütü siyasi bir harekete dönüştürdü. Bu siyasi gücün ortasında silahla durmak artık mümkün değil.

Kürt Siyaseti Silahların Gölgesinde Olmamalıdır

Silahlı mücadelede sona mı gelindi?

Silahlı mücadele önde olduğu ve eli silah tutanların her şeyi belirlediği zaman, demokratik ve meşru kalması gereken siyaset bundan zarar görür. Dikkat ederseniz, her silahlı eylemden sonra hak talebi tartışmaları yerini, Kürt hareketinin ne kadar da kriminal bir hareket olduğu söylemlerine bırakıyor. Bu durum, toplumun Kürt siyasetine karşı duyduğu saygının azalması demektir. Kürtler de herkes gibi siyaset yapacaktır, gerekçeleri de kimlik talepleri ile ilgilidir. Fakat bu siyaset silahların gölgesinde olmamalıdır ve bundan sonra da olamayacaktır.

CHP’nin Kürtleri yok sayma politikasını nasıl değerlendirebiliriz?

CHP’nin Kürtleri görmemesi, Kemalist politikalarla yüzleşememesinden kaynaklanıyor. Burada ironik bir durum var çünkü bu yüzleşme Kemalist dönemin kapanmasına işaret edeceğinden CHP’nin geleceğini riske atabilir. Bugün CHP’nin Kemalizm’le kalmayıp Ergenekon’u sahiplenmek üzerinden yürüttüğü siyasetin mimarı da partiyi yöneten Kemalistler ve ittihatçılardır. Fiili olarak bir arada durmak gereği duyuyorlar. Ergenekon’un belli bir gücü var ve bu gücü Kemalistler görmezlikten göremiyorlar. Kılıçdaroğlu bu yüzden Hrant Dink’in öldürülmesi dahil, Kürt coğrafyasında da yaşanan muazzam ihlallerin de yegane sorumlusu olan Ergenekon’un varlığını bile kabul etmiyor. İki kez Ağırlaştırılmış müebbet hapisle yargılanan Haberal ve Balbay’ın CHP’den seçilmesi gibi bir örneğe Latin Amerika’da bile rastlanmaz.

Dersim’le yüzleşen CHP’nin politikaları iflas edecektir

Kılıçdaroğlu’nun Dersim tutumunu nasıl değerlendirebiliriz?

CHP’nin Dersim’de yaşanan katliama sahip çıkması, Kemalizmle kurulan sağlam bağlarını koruma refleksidir. Çünkü Dersim’le yüzleşen CHP’nin politikaları iflas edecektir. Belli şablon görüşler vardır ve bu şablonlar devlet eliyle işlenen cinayetleri aklamak için kullanılmaktadır. Kendi ailesinden 39 kişinin katledilmesine rağmen Kılıçdaroğlu’nun inkâr politikasını sürdürmesi de Kemalizmin etkisidir. Buna bir de parti içindeki ittihatçıları da ekleyin. Hrant’ı Ergenekoncular öldürdü. Ama CHP’li vekiller aynı gün hem Hrant’ın anma toplantısına katılacak, hem de Ergenekonculara özgürlük talep edecek kadar yüzsüzler.

25 yıldır süren bu savaşı kimler istiyor?

Son 25 yıldır askeri vesayet ‘Kürt Meselesi’ üzerinden yürütülüyor. Fakat Türk ve Kürt toplumu arasındaki entegrasyonu ele aldığımızda Türkiye’nin böyle bir savaşı istiyor olmasının hiçbir makul sebebi kalmamıştır. Fakat aynı şey, savaşın karşı tarafı olan PKK için de söylenebilir. Bu saatten sonra hiç kimse kimlik adına öldürmeyi ve şiddetle mesafe almayı meşru göremez. Çünkü muhatabı bu kimlikleri kabul etmeye hazır bir siyasi tercihin içerisinde bulunuyor.

JİTEM’in bölgede hala etkili olduğu söyleniyor?

Bölgede eskisi gibi her gün 5-10 cinayetin işlendiği bir JİTEM faaliyeti yok. Fakat istihbarat ve kontrol çalışmaları sona ermiş değil. Zaman zaman eski JİTEM’cilerden Abdülkadir Aygan, Susurlukçu Ayhan Çarkın gibi isimler de bu görüşü destekleyen açıklamalarda bulunuyorlar. Eski mesai arkadaşlarının görev başında olduğunu ve çalışmalarına devam ettiğini ifade ediyorlar.

PKK, ‘Bağımsız Kürdistan’ ütopyasını terk etti

“PKK ve Öcalan hayalden uyanıp silahları gömmeli” demiştiniz…

İlk döneminde bağımsız, birleşik ve demokratik bir Kürdistan hayali ile yola çıkan PKK’nın bugününü düşündüğümüzde, bu görüşün bir hayal olarak kaldığını görüyoruz. Türkiye’deki Kürt hareketi artık bağımsız Kürdistan ütopyasından çıkmalıdır. PKK bu ütopyayı çoktan terk etti. Bunun bir hayal olarak kaldığını, Öcalan’ın 1999’da İmralı’da yaptığı savunmada da açıkça görebiliyoruz. Umarım önümüzdeki dönemde tekrardan ve bu hayal üzerinden yeni bir savaş başlamaz.

Leyla Zana’nın ‘Silah Kürtlerin Sigortasıdır’ açıklamasını nasıl değerlendirebiliriz?

Kürt siyasetinin kimi aktörleri her şeyi ona borçlu olduklarını düşündüğü silahlı mücadeleye bir kutsallık yüklerler. Bu mücadele tarzını hiçbir zaman eleştirmezler, eleştirdiklerinde susturulurlar. Silahları sigorta gibi görmelerinin gerekçesi de budur. Geçmişte bu sözlerden daha vahim tavırlar da oldu. Mesela DTK(Demokratik Toplum Kongresi) PKK’ya ‘Savaşma’ demeyi ahlaki bulmadığına dair bir karar bile aldı. Açmaz da zaten burada. Silahlı mücadeleye değil, demokratik zemine dayanan bir Kürt hareketi ‘Silahları Gömmenin Zamanı Geldi’ diyebilecek olan bir Kürt hareketidir.

Uzlaşmaya varmak için atılacak ilk adım ne olmalı?

Etnik sorunlar, uzlaşma ve müzakere zemini üzerinde kalınarak çözülür. Şu ana kadar müzakere konusunda ciddi mesafeler kat ettik. MİT – PKK görüşmeleri bunu açıkça ortaya koyuyor ve tabuların yıkıldığını gösteriyor. Sorunların çözümü için müzakere şarttır ve bunlar olumlu gelişmelerdir. Kürt hareketin kendisine muhatap alınacak bir sözcü seçmesi gerekiyor. Bu strateji çözüme daha da yaklaştığımızı gösterecektir. Benim şahsi görüşüm muhatabın BDP olmasının yararlı olacağıdır.

Açılımlar çözümün neresinde?

Kürt meselesinin son 10 yılını konuşursak açılımdan önce ve açılımdan sonra gibi bir değerlendirme yapabiliriz. Açılımdan sonra Türk milletinin Kürt meselesine olan hissiyatı ciddi anlamda değişti. Türk milleti bu değişimi AK Parti’yi destekleyerek yeteri kadar ortaya koydu. Açılım olumlu bir adımdır fakat tek başına yetersizdir.

Atılan bu adımlar diğer partilerce nasıl algılandı?

AK Parti, referandum ve seçim sürecinde milliyetçi kesimler tarafından Kandil, İmralı ve PKK’yla işbirliği yapan bir parti gibi sunuldu. Fakat buna rağmen iktidara gelen AK Parti, çözüm için açılım adımını attı. Fakat bu adımlara CHP’nin temsil ettiği ulusalcı-Kemalist kanat tarafından destek verildiğini söyleyemeyiz.

MİT İle PKK Görüşmeleri tabuları yıktı

Açılım neleri değiştirdi?

Açılım politikaları tabuları yıktı ve PKK ile görüşmek artık tabu olmaktan çıktı. MİT ile PKK görüşmeleri yayınlandığında da toplumdan hiçbir tepki gelmedi. Toplum artık gerçekleri daha iyi analiz edebiliyor. Üniversitelerde Kürdoloji bölümünün açılması, TRT ŞEŞ gibi bir kanalın yayın yapması açılımın olumlu etkilerindendir.

12 Eylül iddianamesinin kabul edilmesi Türkiye için nasıl bir gelişmedir?

Darbe döneminin mahkemeye taşınması, Türkiye’nin kendisi ile yüzleşmeye başladığını gösteren tarihi bir adımdır. 12 Eylül darbesinin zeminini nasıl hazırladılar? Bu nokta çok önemlidir. Darbe fikri çok önceden planlanmış bir olaydır. Bunun için Maraş olayını sahneye koymaktan, İstanbul Üniversitesinde öğrencilere ateş etmekten ve komandoları köylere salarak zulmetmekten çekinmemişler. Bu dava Türkiye’nin en büyük davalarından birisi olacaktır. Yeter ki kamuoyu bu davanın arkasında dursun.

‘Silahları Gömmek’ adlı yeni kitabınızdan bahseder misiniz?

Silahları Gömmek adlı kitabım, 1970’lerden günümüze Kürt hareketini anlatan, hayatın içinden gelen tanıklıklarla beslenen bir çalışma oldu. BDP-PKK hattına, Öcalan’ın Mandela ile benzerliğine veya benzemezliğine, Kürt hareketinin başlangıcına, hatta çok daha öncesi tarihsel aşamalara ayrıntıları ile birlikte yer verdim. Kürt hareketinin tanıklığını yapmış, biraz da cezasını, çekmiş biriyim. Fakat bu kitabı bitirdiğimde kendimi çok yorgun hissettiğimi itiraf edeyim. Kürt sorunu aslında hepimizi yordu. Bundan sonra Kürt meselesi hakkında kitap yazabileceğimi düşünmüyorum. Bu kitap, bu meseleye kendi açımdan koyduğum son nokta gibi oldu.

Silahları Gömmüş  olsaydık Uludere Katliamı olmazdı

Niçin ‘Silahları Gömmek’ zamanı?

Şu anda silahları gömmekten çok uzağız fakat silahla alınabilecek bir mesafe de kalmadı. Bu manada, kitabımın mutlu bir sonla bitmesini isterdim. Açılım süreci ile yapılan müzakereler bir sonuca ulaşır, ben de kitabımı mutlu bir ortamda basarım diye düşünüyordum ki bu maalesef mümkün olmadı. Hatta yayınlandığı tarihte Uludere gibi bir katliamla karşılaştık. Tam da silahları gömmekten bahsederken bu olayın yaşanması kitabımın talihsizliği oldu.

Silahlı mücadele ve şiddet devri kapandı mı?

Şiddetin her yerde devrini tamamladığını düşünüyorum. Ortadoğu’daki şiddet geleneğinden gelen ve halkına karşı silahlı mücadeleye girişen Suriye’deki Baas rejiminin tarihi ve gelişmeleri iyi okumadığını görüyoruz. Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da, Libya’daki Kaddafi ve Irak’taki Saddam örneğinde olduğu gibi şiddet ve şiddetin oluşturacağı dinamiklerden bu saatten sonra bahsedilmesi mümkün değildir. Tüm dünya yaşananlardan ders almalı ve şiddetin sona ermekte olan tarihini iyi okumalıdır.

MİLAT

 

Röportaj Haberleri

Suudi Arabistan'da İslam, sekülerleşme ve Bin Selman reformları
“Filistin özgürleşmediği sürece, bu travma asla geçmeyecek”
Netflix abonelerine yalnızca eğlence değil "politik görüşlerini" de satıyor
Nazmul İslam: Bangladeş’te devrim bir süreç esas mesele şimdi başlıyor!
"Sinvar’ın yolunu sürdüreceğiz"