Şii mezhebinde Hz. Peygamber (sas) yanında 12 İmam da masumdur. Hz. Fatıma'yı da eklersek masumların sayısı 14'e çıkar. Sünniliğe göre sadece Hz. Peygamber masumdur. Sahabe, tabiin, etbe-i tabiin, müçtehitler, alimler, veliler vs. hepsi yüksek irfan ve manevi derecelere sahip olmakla beraber yanılmalardan beri değildirler. Ebu Hanife, İmam Şafii gibi müçtehitlerin dahi bilgi ve içtihatları zannidir, yani mutlak bilgi ve hakikati ifade etmez.
Abdülkerim Süruş, bir demokrasi için iki şarttan birinin "yanılabilirlilik" ve "epistemolojik çoğulculuk" olduğunu söyler ki, bu iki kriter Sünnilik'te fazlasıyla mevcuttur. Müçtehit ve alimlerin bilgilerinin zanni olması ile birden fazla mezhebin mevcudiyeti bunu gösterir. Ancak Şii doktrin açısından da 12 İmam istisna edildiğinde ve yaşayan büyük Ayetullahlar Naib-i İmam kabul edildiğinde yanılabilirlilik ve çoğulculuğun mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Bazı Şii bilginler, alimlerin konumunu tahkim etmek üzere, bir çocuğun anne-babasına karşı gelmesini (aiku'l-valideyn) nasıl kerih görüyorlarsa, ümmetin alimlerine karşı gelmesini veya sözlerini dinlememesini de aynı kategoride ele alırlar (aiku'l-ulema).
Şii imamlar ve Sünni ulema dışında asıl soru şudur: İslam bakış açısından Allah'ın iradesi kimde tecelli eder? İmamlarda mı, alimlerde mi, yöneticilerde mi, devlette mi? Hiçbiri. Allah'ın iradesi "ümmet"te tecelli eder. Müslümanların üzerinde ittifak ettiği fikir ve tutum icmadır. Bu, alimlerin icmaından farklı mü'min halkın ittifakını, ortak anlayış ve iradesini ifade eder. Bu açıdan Müslümanlar arasında yerleşmiş olan örfler ümmetin icmaıdır. Ümmet, hata ve yanlışlık üzere ittifak etmez. Eğer ümmet, Kur'an'ın tarih boyunca bir hükmünü bir biçimde anlamış ve uygulamışsa bu onun icmaıdır, bu icma onun örfünü teşkil etmektedir. Sahabe döneminden zamanımıza kadar Müslümanlar arasında teamül halinde olup hakkında nass bulunmayan, müçtehitler tarafından kabul edilerek kendisiyle amel edilmiş bulunan bir örf, icma hükmündedir. Usule göre, kıyasa muhalif olsa da onunla amel edilir. Bu manadaki örf önemlidir. Çünkü kanunun suskun olduğu yerde konuşur; kanuni boşlukları doldurur. Böyle durumlarda hakime örf ve âdete başvurması emredilir. Örf, kanunu tamamlar.
Daha geriye gittiğimizde örfün beşeriyetin tarih boyunca üzerinde ittifak ettiği ortak iyi, doğru ve güzeli ihtiva ettiğini, yani "ma'ruf" olduğunu söyleyebiliriz. Bu yüzden "Sen af yolunu benimse, örf ile emret" (7/A'raf, 199) buyurulur. Örf, irfana dayanan bir kaidedir; bazıları bunu alimlerin ve ariflerin koyduğu esas şeklinde tarif ediyorlarsa da, benim kanaatime göre alimler ve arifler sadece bunun sağlamasını yaparlar. Bazen toplum, kötü bir âdeti örf seviyesine çıkarmaya yeltenebilir, burada alimler ve arifler devreye girmelidir.
Örf ve ma'ruf tabiatları gereği Kur'an ve Sünnet'e, selim akla ve temiz fıtrata aykırı olamazlar ve yine tabiatları gereği münkere zıttırlar. O halde örf ve ma'ruf, dine, akla ve fıtrata uygun olan tutum ve davranışlardır. Toplumun akıl ve fıtrat temelinde hoş görüp benimsediği her tutum ve davranış örf değildir; örf seviyesindeki kabulün Kur'an ve Sünnet'e aykırı olmaması gerekir. Çünkü bazen akıl nefsin kontrolüne girer, fıtrat da bozulmaya uğrayabilir. Son ve en üst kriter İslami hükümlerdir. Bu çerçevede örf kavramından çıkardığımız üç önemli sonuç vardır: 1) Örf, toplumsal hayatın iyilik, doğruluk, hayır ve güzellik üzere sürekliliğini sağlayan temel kodlar bütünüdür; 2) Örfe dayalı kodlar korunduğunda, toplumun sivil alanı ve inisiyatifi artar, toplumu devlete ve keyfi uygulamalara karşı korur; bu İslam'da demokrasiye bulunabilecek en önemli zeminlerden biridir; 3) Örf (ve iyi) âdetler korunduğu sürece modernizasyon yoluyla kendi kendini sömürgeleştirme veya harici hegemonik güçler eliyle toplumu denetim altına almanın önüne geçilir.
ZAMAN