Komutanlar üzgünmüş. Sebebi, silah arkadaşlarının gözaltına alınması. Peki silah arkadaşlarının itham edildikleri suçların gerçek olma ihtimali üzmez mi, kaygılandırmaz mı, dehşete düşürmez mi komutanları?
Balyoz planının belgeleri yargıda ama, telaşı Genelkurmay'ı sarmış durumda. Önceki gün komutanlar toplanmış 'ciddi durum'u değerlendirmişler. Onlar için 'ciddi durum' ne? Silah arkadaşlarının, lojman komşularının gözaltına alınmaları ve tutuklanmaları mı, yoksa ordu içinde darbe hazırlıkları yapan cuntalar bulunduğu iddiaları mı? Komutanların üzülmelerini gerektiren 'durum' ordu içinde var olduğu iddia edilen cuntalar ve bunların darbe hazırlıklarıdır.
Böyledir, çünkü olası bir darbe, milli güvenliğe ve ülkesel bütünlüğe yönelik 'en büyük' tehdit haline gelmiştir. Komutanlar madem toplandılar, çıkıp demokrasiye bağlılıklarını ve cuntalara asla müsamaha göstermeyeceklerini deklare etmeliydiler.
Herkes tespitini doğru yapsın; ortada orduya karşı bir hareket, bir girişim değil, aksine demokrasiye yönelik bir tehdit vardır. Eldeki birçok belge, bilgi, bulgu da demokrasiye karşı tehdidin kaynağının ordu içindeki cuntacı yapılanmalar olduğunu göstermektedir.
Dolayısıyla, Genelkurmay'ın da bu iddiaları ciddiye alması beklenirdi. Aksine Genelkurmay, yargı üzerinde psikolojik baskı kurmayı tercih ediyor. Yargıya intikal eden cunta iddialarının hakkıyla soruşturulması için tüm kaynaklarını seferber etmesi gereken bir ordunun aksini yapması tam bir güvenlik zaafıdır. Bu güvenlik zaafının bedeli de sadece demokrasinin ortadan kaldırılması olmaz, ülkenin bölünmesi de çok muhtemeldir bu zaaf giderilmezse.
Çünkü darbe, şiddet demek, iç savaş, dış müdahale ve bölünme demektir. Böyle bir sürecin düğmesine basılmasına Genelkurmay izin verecek mi, hem de kendi içindeki kimi cuntalar tarafından?
Soru da sorun da budur.
Öte yandan, bir 'kurumlararası çatışma' lafıdır gidiyor. Bunun önüne geçme adına Cumhurbaşkanı, Başbakan ile Genelkurmay Başkanı'nı bir araya getirdi. 'Kurumlar' uzlaşacakmış! İyi de Başbakan'ın muhatabı, eşiti midir Genelkurmay Başkanı? Kurumlararası diyalog adına vesayet rejiminin 'uzatmaları' oynanmasın. 'Kurumlar' demokrasinin ve hukukun üstünde olamaz; kurumlararası uzlaşı adına demokrasi ve hukuk feda edilemez. Çünkü o 'kurumlar'ın da meşruiyet kaynağı bizatihi demokrasi ve hukuktur. 'Kurumlar uzlaşsınlar' tamam, ama neyin üzerine? Daha düşük standartta bir demokrasi, daha zayıf bir hukuk devleti ve daha az özgürlükler üzerine bir uzlaşma olamaz.
Bir gerginlik varsa bundan çıkış yolu hukuka razı olmak, demokrasiyi içine sindirmektir. Uzlaşı olacaksa demokrasi, hukukun üstünlüğü ilkesi ve özgürlükler üzerine olur. Her türlü 'ara yol', sivil siyaset üzerindeki askeri vesayetin devamı anlamına gelir.
Artık demokrasi ile vesayet rejimi arasında 'ara' bir yer yok.
Gelinen noktada asker bir karar vermek zorunda. Ya darbe yaparlar ya da tam demokrasiye razı olurlar, ama 'tam demokrasi'ye. Sıkı veya light bir 'vesayet' rejimini sürdürmeye çalışmak beyhude. Sivilleri denetim altına almak fikrinden ve alışkanlığından vazgeçmeli ordu. Tüm çağdaş demokrasilerde olduğu gibi sivil iktidarın denetim ve gözetimine razı olmalı. Zaten yapısal olarak demokratik siyaset, açık toplum ve piyasa ekonomisi askerin siyasete her türlü müdahalesinin yollarını kapatıyor. Bu durumda ordunun yapabileceği, tam demokrasiye razı olmak. Bir ihtimal de darbe yapmak tabii. Ama onun sonuçlarına sadece biz değil yapanlar da katlanmaya hazır olmalı. Artık ordunun görmesi gereken şu: cuntalar ve cuntacılık bugün ülke için en büyük güvenlik tehdidi haline gelmiştir.
Türkiye'nin geleceği de ordunun geleceği de bu gerçeğin tespitine ve gereğini yapmasına bağlı. Ordu, ya darbe yaparak bu ülkeyi batıracak veya tam demokrasiye razı olarak önünü açacak.