Her geçen saat durum biraz daha netleşiyor; görüyoruz ki ordu ve yargı içindeki Gülenciler kalan bütün güçlerini toplayıp son bir hamleye girişmişler, belki iktidarı hemen ele geçirmek, belki ülkeyi kaosa sürükleyip dış müdahalelere açmak uğruna. İşin içinde bir yığın tuğ ve tümgeneral, o kadar olmasa da gene şaşırtıcı sayıda tuğ ve tümamiral var. Onlar dahil (ama öldürülenler hariç, ki daha isimlerini bilmiyoruz), ülke çapında 2800 küsur askerî personel gözaltına alınırken, HSYK da 2300 dolayında hakim ve savcıyı açığa almış. Kaldırdıkları taşı kendi ayaklarına düşürdüler. Argoda kaşarlanmış bir katil gene cinayet işlediğinde “son kesti” denir.
Peki, darbenin dış bağlantıları var mıydı acaba? İllâ Soğuk Savaş yıllarındaki gibi, doğrudan CIA parmağı aramıyorum. ABD, İngiltere ve diğer Batı ülkeleri 15-16 Temmuz gecesinin ilerleyen saatlerinde Dışişleri Bakanı Mevlût Çavuşoğlu’yla temas kurup desteklerini bildirmişler. Tabii, darbeciler başarı kazanıyor gibi olsaydı ne yaparlardı, hiç bilemeyeceğiz. Gene de, hükümetlerin resmî çizgilerinden çok medyalarında, sürekli bir Erdoğan ve AK Parti karşıtlığı söz konusu. Oryantalistik ve İslamofobik bir dış kuşatma, yıllardır gündemde. Bu çerçevede, özellikle New York Times’ın düşmanlığı nasıl tırmandırdığını, arada sırada Adam McConnel masaya yatırıyor.
Türkiye’de (en tipik olarak, Cengiz Çandar veya Cengiz Aktar gibi) bazı yorumcular, her kritik dönemeçte “bu sefer artık Erdoğan’ın sonunun geldiğini” yaza yaza bitiremediler. Son olarak Sabrina Tavernise gelip iki üç hafta kalarak özel bir dosya hazırladı. İçindeki, artık klişeleşmiş yanlış ezberleri geçtim (PKK ile son savaşı Erdoğan’ın çıkardığı, ya da IŞİD’le savaşmak konusunda çok isteksiz davrandığı ve bundan zor vazgeçtiği gibi). Asıl ilginç olan, NYT’de 4/5 Temmuz 2016’da yayınlanan bu uzun yazının başlığı: Turkey’s Erdoğan making new enemies and frustrating old friends (Türkiye’nin Erdoğan’ı bir yandan eski dostlarını uzaklaştırıyor, diğer yandan yeni düşmanlar kazanıyor). Burada, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın giderek tecrit olduğu ve yalnızlığa gömüldüğü fikri çok belirgin. Başka bir örnek, Metin Münir. Dün gece ve bugün yaşananşlardan sonra dahi, t24 sitesinde “Erdoğan kurtuldu, Türkiye battı” diye yazabilmiş. Ne yani, “Erdoğan kurtulmasın” diye darbe başarıya mı ulaşsaydı? Amerika’da birileri saniyesinde üzerine atlamış; otuz küsur alıcısı olan kendi “liste”sine yollamış. Hani zaman zaman sözünü ettiğim eski bir lise arkadaşım var ya, işte o kişi. İtiraf edeyim ki birden gözüm döndü; kendimi kaybettim, ağzıma geleni söyledim. Ne yapalım; eski arkadaşlığın hatırı da bir yere kadarmış.
Tabii burada asıl ilginç olan, “kötü adam” Erdoğan’ın öyle veya böyle mutlaka gitmesi gerektiği fikrinin pekiştirilmesinde, yerli üreticiler ile dışardaki alıcıları, sonra dışarıdan yayın ile içerdeki alıcıları arasında kurulan tamamlayıcılık döngüsü. Dün gece ilkin, NBC’nin “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya’dan sığınma hakkı talep ettiği bildiriliyor” haberine hem güldüm, hem sinirlendim. Ardından iki kere, BBC’nin dışarıdan bir uzman diye konuşturduğu Michael Stephens’ı izledim. Stephens, kısaca RUSI olarak bilinen eski ve köklü Royal United Services Institute (Kraliyet Birleşik Hizmetler Enstitüsü) think-tank’inin araştırmacılarından. İlk ekrana geldiğinde, burada saat 01.50 dolaylarıydı. Başbakan Binali Yıldırım, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Dışişleri Bakanı Mevlût Çavuşoğlu, Savunma Bakanı Fikri Işık, AB Bakanı Ömer Çelik, İçişleri Bakanı Efkan Ala, kâh o kâh bu televizyon kanalında defalarca konuşmuş ve konuşuyorlardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan (henüz neresi olduğunu bilmediğimiz bir yerden) CNN Türk’e facetime demecini vermiş; ardından belki başka bir yerden kameraların önüne çıkıp bu sefer NTV üzerinden bütün kanallara ve kamuoyuna seslenmişti. Halk da çok kısa zamanda cevap vermişti Erdoğan’ın çağrısına; giderek büyüyen kalabalıklar İstanbul Emniyetini savunmak için Vatan Caddesi’ne, trafiğe açmak için Boğaziçi Köprüsü’ne, en önemlisi de İstanbul Atatürk Havalimanı’na yürüyordu. Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Ümit Dündar da sahneye çıkmış; onun emriyle gerek İstanbul Emniyeti ve gerekse havaalanı önündeki tank ve askerler geri çekilmiş; ardından halk çığ gibi Atatürk Havalimanı’na girmiş ve işgale son vermişti. Daha o saatte, hükümetin duruma hâkim ve darbenin işinin bitik olduğu apaçık görülebiliyordu.
İşte tam bu sıralarda BBC’nin görüşlerine başvurduğu Michael Stephens neler dese beğenirsiniz? (a) Darbecilerin silâhlı kuvvetler içinde bir azınlık olduğunu söylemek tamamen gerçeklere aykırıdır. (b) Tersine, bu darbeyi hazırlayanlar ne yaptıklarını son derece iyi biliyorlarmış ve nitekim en önemli adımları da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı tamamen izole etmek oldu (yakalayabildiğim kadarıyla: those who staged this coup knew exactly what they were doing… and the most important thing, of course, was to isolate President Erdoğan). (c) Nitekim, şimdiden, ancak facetime üzerinden bir demeç verecek kadar zavallı (pitiful) bir konuma düşmüş bulunuyor. (d) Ayrıca, şu ana kadar sadece, Erdoğan’ın onu indirgediği iktidar yoksunluğu içinde sadece başbakan ve bir de önemsiz bazı bakanlar ortalıkta. (e) Şimdi de Erdoğan İstanbul’a gelecekmiş, öyle mi? Eh, kendisine iyi şanslar dileyelim bari, çünkü havalimanı askerlerin elinde (yakalayabildiğim kadarıyla: So he’s going to come to Istanbul? Well, good luck, because the airport is in the hands of the soldiers). Özetle, hem o andaki duruma taban tabana zıt, hem küstahlık derecesinde darbe yanlısı bir tavır. Ama bununla da kalmadı; sabaha karşı 04.00’te tekrar ekrana geldi hazret. Hemen her şey bitmişti artık. Ama bu sefer de olanca fütursuzluğuyla, (mealen) “Erdoğan bitmiştir; sonuç ne olursa olsun başka bir liderlik oluşacaktır” buyurdu. BBC yönetimi ise zırvalığın bu kadarını kendi yazılı yorumlarına yansıtmadı gerçi. Ama darbecilerin bahanelerine hak verir-verdirtircesine, Erdoğan: Turkey’s ruthless president (Türkiye’nin amansız devlet başkanı Erdoğan) yorumunu ısrarla giriş sayfasının sağ üst köşesinde tutuyor.
Hani, Batı demokrasisinin askerî darbelere karşı ilkesel tavrı? Pinochet’nin devirdiği Allende’ye, ya da Sovyet Komünist Partisi şahinlerinin devirmeye kalktığı Gorbaçev ve Yeltsin’e gösterilen destek ve sempatinin yüzde biri? En önemlisi, demokrasiyi savunmaya akın akın gelen kalabalıkları neden bir türlü gööremiyor, kabullenmek istemiyorlar acaba?
Serbestiyet
Yazı dizisinin birinci bölümü için tıklayın: Onur Gecesi (1) Atlattığımız Badire
Yazı dizisinin ikinci bölümü için tıklayın: Onur Gecesi (2) Diren Türkiye!