Yusuf Ziya Cömert’in bugünkü Karar’da (4 Aralık 2017) yayınlanan söz konusu yazısını ilginize sunuyoruz:
Kudüs’te Gördüğüm En Güzel Şey
Dinlerin harman olduğu yer. Bunu anladık. Peygamberler vardı, sofrasına konuk bulabilmek için dağları tepeleri dolaşan İbrahim...
Hasretin babası Yakup vardı, oğlunun gömleğini yüzüne sürünce gözleri açılan.
Yusuf vardı, Davut vardı, Süleyman vardı.
Onlar, vazifelerini yaptılar.
İnsanlar, imtihan oldu. Kimi kaldı, kimi geçti.
İsrailoğulları, kudret helvası ile bıldırcından bıktılar. Musa’ya, “Rabbine söyle de soğan, mercimek, sarımsak göndersin” dediler.
Bir çeşit nankörlük.
İneği az kalsın kurban etmeyecektiler, rengini, boyunu posunu o kadar sordular ki...
Kaybedenler böyle kaybetti imtihanı.
Şimdi de, buralarda, sadece İsrailoğulları değil, bütün insanlık imtihan ediliyor.
Amerika, Rusya, Türkiye, Almanya, bütün Avrupa, bütün Araplar, bütün Müslümanlar.
Bir gün Allah bizi hepimizi şu Filistinliler’in önüne dizecek.
Başkasını bilemem, ben o günden korkuyorum.
Şu misali hep veririm.
Güçlülerin senaryoları ‘kader’ gibi gerçekleşecek olsaydı, bugün, Filistin diye bir mesele kalmazdı.
Filistin yok olurdu.
İsrail 1948’de kuruldu. Nereye kuruldu?
Evlerinden, yurtlarından zorla ve zulümle çıkarılan 4 milyon Filistinli’nin vatanına kuruldu.
Bütün insanlığın işlediği, herkesin müteselsilen mesul olduğu cürüm budur.
Buradan, Kudüs’ten alınıp Türkiye’ye getirilecek ne var?
Mal, mülk, eşya, emtia değil kastettiğim.
Nesi güzel, Kudüs’ün?
Benim Kudüs’te gördüğüm güzellik, Kudüslüler.
Mescid-i Aksa ve Kudüs, hepimize emanetken, biz emanete ihanet ettik.
El-Aksa’yı Kudüs’teki üç yüz küsur bin Müslüman’a bıraktık.
O Müslümanları da, yalnızlığa, kimsesizliğe terk ettik.
Şimdi onlar, ellerinde hiçbir şey olmamasına rağmen, büyük bir azimle, büyük bir bilinçle direniyorlar.
Büyük bir kuşatma altındalar.
İsrail onları yıldırmak istiyor. Bıraksınlar, gitsinler, Kudüs İsrail’e kalsın.
Her adımda taciz ediyorlar.
‘Taciz’ kelimesi evrildi, son yıllarda sadece cinsi taciz için kullanılıyor. Ben, genel anlamda kullandım. Her türlü yıldırma, baskı fiilleri için.
Sorgu, sual, kontrol.
Ev yapamazsın. Ruhsat vermezler.
Necip Fazıl’ın vaktiyle bizler için söylediği ‘Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya’ mısraının bin katı burada Kudüslü Müslümanlar için geçerli.
Halis Mutlu anlatıyor.
Zarif bir hanımefendi. Meryem Necmi.
Tek odalı bir evceğizi var. 5 çocuğu ile orada yaşamaya çalışıyor.
Babası İsrail hapishanelerinde şehit olmuş. Oğlu da şehit. Askerler, iki sene önce Mescid-i Aksa önünde vurmuşlar.
Durun şimdi. Bu Meryem Hanım’ın sırtına yüklediğimiz yükü size göstereyim.
Bizim arazi ve emlak rantçıları da ibret alsın.
Tabii ki biz de ibret alalım.
Bu kadın, çocuklarıyla birlikte bir odacıkta yarı aç yarı tok yaşıyor.
İsrailliler, bu odacık için 3 milyon dolar ve istedikleri ülkede vatandaşlık teklif ediyorlar.
Meryem Necmi’nin cevabı:
“Onlara dedim ki, ‘3 milyon değil 300 milyon dolar da verseniz, kıyamete kadar buradayım. Kudüs benim vatanım. Bütün evlatlarımı veririm. Kendi canımı veririm. Kudüs’ü asla terk etmem.”
Böyle bir örnek daha var. Halis, adının Ebu Hatice olduğunu söyledi.
Ona, yanlış hatırlamıyorsam, bir dükkan için 23 milyon dolar teklif etmişler.
Vermemiş.
“Bir buçuk milyar Müslümandan imza getirin” demiş.
Ebu Hatice’nin cevabı, bize kendi yükümlülüğümüzü hatırlatır mı?
Hatırlatsa iyi olur.
Hepimiz imza versek, adam zengin olacak!
Bu sorumluluk hissi, gördüğüm kadarıyla bütün Filistinliler’de mevcut.
Mevziyi terk etmiyorlar.
El-Aksa’yı terk etmiyorlar.
Her türlü zulme, tehdide, şantaja ve her türlü teşvike karşı direniyorlar.
Ve benim, buralarda gördüğüm en güzel şey buydu.